..KEŞKE DÜNYA SIRTIN KADAR GÜZEL OLSA..
(23.08.2019)

Kabil Habil’in son nefesini aldığından emin oluyordu, bense dizlerimle yerin kavuşmasını deneyimlemekle meşguldüm. Havva yasak elmaya meyletti, yağmurlu ve vasat bir andı, bense ileride kendime zulmetmeyi görev edineceğim harflerden cümle kurmayı öğrenmekle meşguldüm. Adem cennetten kovuldu, bense bir sahafın en kıymetli rafından kaderime yön verecek o kitabı seçmekle meşguldüm. Zeus zincirlerinden kurtulmakla, bense kendimi zehirleyecek sarmaşıklarla dolu bir labirente doğru sürüklemekle meşguldüm..
Ne mutlu yaşamını, kaderini başkalarına emanet etmeyenlere. Bense kendimi baştan okumaya çalışan bir ahmak oldum. Gerçi bu neye yarayacak ki? Buraya dökülecek kusurlu hatalar benim tayin edemediğim ömrüme yarar sağlamasa da umarım okuyanlarda ampulü yakar. Kendime seçiğim dolambaçlı ve manzarasız yolları buraya çizerek anlatmak isterim. İsterim ki bir ruhu huzursuz edeyim, ne çok isterim bir ruha dokunmayı..
Öylece oturup balkonumda müzik dinlerken ve kahvemi yudumlarken beni bu kelimeleri kusmaya iten şey ne peki? Telaşlı kalabalığın gürültüsü mü, rüzgarın acımazsızca yüzüme vurduğu o koku mu, telefonumdan silmeyi unuttuğum o eşsiz gülümsemenin olduğu fotoğraf mı peki? Elbette bunlar birer romantik sebep, ben ise rastgele seçtiğim kitabın arasından düşen, geçmişin tarihini üzerinden silmemiş o not buralara kadar itekledi. İçimde adını koyamadığım, ruhumu kırıp geçiren bir duygu belirdi öylece. Ne olduğuna dair fikir lazım bana, sinir uçlarıma teması engelleyen bu duyguyla ilgili. Bilinçdışım da bir hüzün var. Beni bu satırlara sürükleyen şey aslında bir şeyleri anlatmaktan ziyade sinir uçlarımın uyuşukluğunu giderecek bir meşgale yaratmak..
Bir cümle, insanın yanılgılarını, hem de zekice gördüğü yanılgıları nasıl da toka gibi bir bir vuruyor meğer yüzüne. Bedenimin aldığı bu darbe aklımda depreme sebep oluyor. Yeter mi, elbette hayır. Paranoyalar, nevrozlar ruhumda ürperti uyandırıyor. Anılar, seçimler, kulakta çınlayan onca kelimeler canlandıkça gökyüzümde içimde bir şeyler sıkışmaya başlıyor. Sanırım bu da özgür bırakmak istediğim ve yenilenmeyi hak eden sevgili duygularımın küçük bir manifestosu..
O zaman şöyle başlayalım. Etrafınızda olup bitenlere canı gönülden en son ne zaman baktınız? Ben bugün o notun serin tokadıyla şöyle bir göz attım. Sonuç felaketin parabol tepe noktası resmen. Mutsuzluğunun farkında olmayan, sınırlarının tahribine izin veren, kendinden bir haber, ne ister ne istemez düşünmeden bir alıklıktır sadece yaşayıp geçen canım insancıklar. Derinliğin hastalık sayıldığı yüzeyselliğin can bulduğu şu caddelerde kaç kez görerek, duyarak, birilerinin çürümeye yüz tutmuş ruhunun farkına vararak yürüdünüz gerçekten.. Duyguların bitkisel hayatta olduğunu, kelimelerin ruha tezahür etmeden uçup gittiğini görüyor musunuz sahi?
Komşuyu gömmek kolay, bense bugün kendi yanlışlarımızın cenazesini kaldırmayı, yeni hatalara yer açmayı teklif ediyorum bu satırlarda. Namluyu kendine doğrultmak zor kabul ediyorum. Sahi bakalım kaçımız cesaret edecek aynadakinin yüzüne bakmaya, oluşmuş o çizgilerin hikayelerini görmeye?
Söze tanısı konulmuş olan, seçimlerime öncesinde benden habersiz, şimdilerde kendisiyle yürüdüğümün farkında olduğum sevgili manik-depresif ve kardeşi depresyona teşekkürle başlamak isterim. Kendileri emek ve zamanımızı bolca harcadıklarımızın bizi anlama, sevme, zor zamanlarımızda yanımızda olup olmama testleri yaparak hayatımdaki insanları seçe eleye yola devam etmeme büyük ölçüde katkı sağladı. Gelelim biricik öfkeme ve onun temelinde yatan güzellik uykusundaki hayal kırıklığına. Fevri çıkışlara, ani kararlar, ağlama krizine neden olacak mağduriyetler ve elbette düzeni sağlamak yerine olup biteni yıkıp geçecek kaotik davranışlara. Bak hepimiz (en azından çoğumuz diyelim) sevmeyi, sevilmeyi, huzuru, güveni ve daha birçok zırvayı hayatımızda istiyoruz. Emek ver, en kıymetli hazine denilen zamanı bol keseden harca. Sonuç; öfke nöbetleri, ben bunu hak etmedimler, önce suçlama, sonra kendinde suç arama evreleri, battaniye altı çikolata seansları, burunda derin izler bırakan tuvalet kağıtları, ”sen daha iyisine layıksın” gibi serotonin salgılatmaya çabalayan arkadaş ve aile desteği. Yani önce Yıldız Tilbe vazgeçişi, sonra Sezen Aksu kabullenişi ardından Demet Akalın atarı gideri ve perde.. Şuan hangi evresindesin hayatının; öfke, inkar, pazarlık, depresyon, kabulleniş ya da intikam? Ben bütün evreleri bir güne sığdırdım, (intikam hariç, onu karma benim için hallediyor) bil bakalım ne oldu, elbette elimde bir cümlelik not ve soğumaya yüz tutmuş bir fincan kahvemle bu satırların başındayım. Elbette başa dönmeyi istediğim ve olmasa da olurmuş dediğim anlar, aga sağlık her şeydir deyip umarsızca sağlımı mahvettiğim zamanlar oldu. İşin sonunda şamalara göre dersimi öğrenip devam etmem gerekirdi elbette. Bense saymayı bıraktığım tekrarları şimdi satırlara nakış olarak işliyorum. Bugün olsa, diye başlarız ya çoğu zaman hah işte ben elbette çeyrek ömürlük hayatın belli maçlarına yeniden çıkmayı isterim, lakin bu sonbahar bana gösterdi ki bugün olsa en çokta o cümlenin kıymetini bilirdim. Hep insanlara sonsuz şans verip olmayacağından, ha bir de yığınla kırgınlık ve yorgunluktan, emin olduktan sonra gitmelerini izlerim. Yani bazen gitmeye de cesaret edemem ve gitmeleri için elimden geldiğince şımarırım. Ben hayatın ipini kolay bırakanlardan olamadım maalesef. Elim ne kadar kanarsa kanasın, bana iyi gelenleri ne kadar net görürsem göreyim, bir yerlerde o ipi bırakmaktan hep çok korktum. Şimdi elimde kesik izleri, gülümsenin tadı damağında kaldığı bir fotoğraf ve kitap ayracı olacak bir not dışında pek bir şey kalmadı, kalmamış daha doğrusu malum yeni fark etme sancıları..
Ben bir köşe de sancımı çekedurayım, gelelim son olarak sana. Bak ahbap! Ben gezgin olacağım diye mola verilecek manzaraların en güzel yerlerini kaçırdım ve şimdi yeniden başlamak dışında elimde kalanları biraz önce okudun. Bir fırsatın varsa oldurtmak için, küçücük bir umudun kaldıysa, affedecek kadar yüceyse sevgin, güvenecek kadar ve kendinle, yaralarınla, hatalarınla yüzleşecek kadar cesursan, sözde değil özünde var etmeyi istiyorsan. Çabala, emek ver, ”ne istiyorsun” sorusuna sesin gür çıkacak şekilde cevap ver ve korkma. Yüzyıllardır okuduğun kitaplar sana kaybedince değerli olan önemli olmaz der, dene der, kör olma, ben deme. Haklılar.. Bugün, bu satırlara son verdikten sonra bana ve geceme balkonda, battaniye altında kahvemi yudumlarken Şebnem Ferah’ın ”YA HEP YA HİÇ ve UTANGAÇ ” şarkıları eşlik ederken aklımda cevabı hep varsayımlara komşu olacak ”kazansak da kaybetsek de denemeye değmez mi” sorusu olacak. Eğer bu cümlelerin sonunda kendine bu soruyu sorduğundan varsayımdan öteye gitmek için bir şansın varsa onu kullan dostum. Çünkü bazen kazanmak ya da kaybetmek değil, denemiş olmak yazar şiirlerin ve destanların en güzelini..
..KENDİ HİKAYENİN KAHRAMANI OLMAN DİLEĞİYLE..
..SEVGİLERİMLE..










