Yazar: yildizlaraltinda

  • ..X’İN DENEYİ..

    Sanıyorum son atağımın ardından bir arpa boyu kadar zaman geçti.. Mürekkebin en kıymetli kısmını köpeğime teşekkür için ayırmalıyım.. Hayatımda alfabetik sıraya geçmiş insan kalabalığını baz alırsak bir tek o yanımdaydı sevgili dostum..Gözünü ve sevgisini üzerimden hiç eksik etmedi bu süreçte..

    Her şeyin başladığı sabaha geri dönelim demeyi çok isterdim lakin hangi sabah olduğuna dair pek bir fikrim yok. Elimde geçmişi,travmaları,yaşanmışlıkları,yaşanamamışlıkları tıktığım bir bavulla balkonda ayaklarımı sarkıtır olmuşum daha doğrusu beni bulduklarında bu haldeydim.. Önümde akıp giden hayatı izlemeye öyle dalıp gitmişim ki nefes aldığımı bile güçlükle hatırlar durumdayım.. Bana bir şeyler oldu ama aniden ve hissiyatlı değil de öyle parça parça, öyle yavaş yavaş ki bu zehrin damarlarımdan ruhuma aktığını anlayamamış olmak, kontrol edilemez bir öfke tufanıyla bedenime ve kelimelerime vurmasıyla son durağa erişti aslında.. Keyifsizlik, hırçınlık, yetemiyor hissi, anlaşılamamak ve bir o kadar anlayamamak.. Aslına bakacak olursan sevgili dostum son dönemde kim bunlardan hayıflanmıyor ki.. Lakin sorun dediğimiz kısmı şu ki ben artık bunlardan şikayet eden tarafta değilim ben bunların ta kendisi haline gelmişim.. Kahramanı olduğum hikayelerden sürgün etmişim kendimi de bir yatağın altında kahramanını bekleyene bürünmüşüm.. Aman ne hoş.. Tanrının sürgünü Lilith’i okuduysan bilirsin beni şu mahallenin ”götünde kurt var ayol bu çocuğun” denileni, devrimci abilerinin en gözde kardeşi, arkadaşlarının serotonin hormonu, ailenin asi olan çocuğu diye uzayıp giden bir kendini unutmuşluk listesi.. Hah işte sevgili dostum konumuzun şah damarı bu sanırım ”kendini unutmak” ya da ”vazgeçmek kendinden”..

    Kendimi bulmalı mıyım yoksa daha da fazla dağıtıp iyice kaybetmeli miyim?.. Sürekli düşünce denizinde boğuluyorum ne çıkabiliyorum içinden ne yüzmeyi öğrenmek için çabalıyorum. Belki de bu durumu alışkanlık edindim kim bilir. En azından ben bilmiyorum. Lafın gelişine güzelce vurduk lakin gidişi yine ”son sigara, son gözyaşı, son atak, son kötü gün, son, bitti, halledeceğim”lere gelecek gibi duruyor. Bu sefer durduğu gibi olmayacak, gerçi az kalsın oluyordu çünkü masamda duran son sigarayı bitirdim fakat bu durum sabah ekmek alma bahanesiyle bakkala inip sigara alacağım gerçeğini değiştiremez. Belki de değiştirir işte bunu da bilmiyorum. Ya yine ayaklarımı balkondan sarkıtmış hayatın akıp gidişini izleyecek ve öfkemi yücelteceğim bir sabah olacak ya da kendime ilk kez ”bu sefer kesin halledeceksin” kandırmalarından sıyrılıp yavaş yavaş nefesimi hissettiğim bir sabaha başlayacağım sevgili dostum..

    Şimdi sen diyeceksin ki ne oldu ya da kim üzdü seni böyle. İşte o liste de evin mutfak malzeme listesi kadar uzun ve bitmeyen bir karmaşaya sahip ama konumuz bundan azıcık ötede.

    Şimdilik damarımdan kelimelerime sirayet eden şeyin beni kontrol ettiğinin bilincine uyandığımı söylemek dışında hiçbir şey bilmiyorum sevgili dostum.. Deneyin kaçıncı sabahı olduğunu, tarihlerin akışını, savruluyor muyum yoksa çakılı mı kaldım bilmiyorum.. İyileşmek mi bu daha da hasta olmak mı bilmiyorum.. Kabuklaşacak mıyım yoksa karışacak mıyım nefesimle mürekkebe bilmiyorum.. Durmak mı yoksa dinlenmek mi bunu da bilmiyorum.. Kahraman yaratacak mıyız yoksa kandırıldık en çok kendi kendimizin yarattığı düşmana diyerek bir balkonda ömür mü çürüteceğiz bunu da bilmiyorum sevgili dostum..

    Uykusuzluk, açlık, heyecansız bakışlar, kahkahayı unutmuş bir dalak, haykırıştan kısılan ses telleri, anlaşılmak istenen sırlar ve anlamayı öğrenmek için öylece bekleyen ben..

    Biliyorum sevgili dostum keşif birlikleri yok ve sanırım kimse büyülü bir şekilde gelip beni kurtarmayacak bunun sonunda.. Olsun en azından artık bunu biliyorum..

    SEVGİLERİMLE..

  • ..PEJORATİF..

    Son bir sigara daha.. Üşengeçliğime, kırıcı dilime, yeniden doğmaya kalkışıp huzursuzca uykuya dalışlara, kimliğim olan öfkeme, alışkanlık edindiğim hastalıklı  davranışların durmadan kendini tekrar eden döngüsüne bir son vermek için son bir sigara daha..

    Aylardır sersemleştiren depresyonun ve düşünce bataklığının içinde yüzmeyi öğrenmeye çabalayıp her seferinde boğuluyorum. Son dokuz aydır her sabah yeni alışkanlıklar edinmeye açık vaziyette uyanıp öğleninde siktir et deyip uyuyorum. Son iki aydır da güneşin batışı güne doğuşumu simgeler oldu. Peki bunlar kimin umurunda? Görüyorum ki en azından artık benim değil.. Sancılı geçen doğum gibi benden geriye kalan kırıntılarla yeni bir beni doğurmak, aman ne akıllıca bir seçim.. Sigaram bitmek üzere, müziğin sesi varla yok arası, kafamdaki seslerle kavgam hala devam ediyor. Tamam ama bunlar artık kimin umurunda? Günlerdir sadece gelinen noktanın sonuçlarını yaşıyor olmak ne kadar umurumda değilse işte bunlarda o kadar umurumda değil..

    Yapılan seçimlerin sonucu sevgili dostum ikimizin öngördüğünden çokta farklı değil. Sadece hesapladığım miktarın az fazlası öfkeliyim diyelim.. Son konuşmamızda dün yaptıklarımızın bugün nelere dönüşeceğini hesaplamıştık. Bilmeni isterim ki sana sessiz kalarak konuştuğum defterin tam ortasında komutansızım. Hesaplarımızın virgül kayması önüme çıkan birkaç virajdan ibaret şimdilik lakin bilesin ki bu virajlar bana direksiyonun her hücresini daha iyi kavramamı sağladı. Gerçek ve yanılgının yaratacağı kaosta kimin topacı durursa gerçeğin içine uyanacaktık diye tartışmıştık daha doğrusu sen bunu sana özel sanıyordun ve kedininkinden pek bir emindin, kahvemizde son yuduma yaklaştığımız gün. O da sükutun sarayında benim gerçekliğimin bir sırrıydı diyelim. Bu arada senden uzun süre haber alamıyor oluşun getirdiği hüzünlü ve küflenmeye yüz tutan günler var..

    Bu süreçte anksiyetemle hangi rengin daha iyi gittiğini öğrenmiş bulunmaktayım..Kelimelere temasımı yitirmeye ramak kalmıştı aslında. Son birkaç gün ise hapishane saydığımız yol kenarlarını çizgilerinin dışında yürüyorum.. Melekler ve şeytanlar koyun koyuna buralarda, bu beni yorsa da kaçak bir burjuva olarak göğe baktığım son dakikalar belki de. Kızgın bir devrimci gibi tekrar kalkabilmek için ayağa her salise beyin hücrelerime Tesla’nın orduları hücum ediyor.. Anlam kaymasının bol olduğu bir mektubun son düzlüğündeyiz sevgili dostum umarım oralar iyi gelmiştir sana.. Buralarınsa fetret devri bitmek üzeri bil istedim..

    SEVGİLİLERİMLE..

  • ..HAYATIN İLK DÖRTLÜĞÜ..

    Hiçbir şeyde ilk olmayı bekleyen biri değildim aslında, bu konuda büyük bir beklentim de olmadı. Yıllar geçtikçe gördüğüm ise kendi gezegenimde yalnız kalmayı becerebilen ilk kişi olmuş olmam. Yaşanmışlık azaldıkça yazamıyor olmak kendi içimde verdiğim en güçlü savaşlardan biri. Kazanırsam kaybedeceğim bir savaş. Yapacağım dediğim şeylerin üzeri küflenirken, hareket etmeden öldürdüğüm gün sayısı artar olmuş. Sahi takvimden bile bihaberim. Kafamın içi birbirini ezip geçen, yüz yüze bakmayan, itişip kakışmayı huy edinmiş düşüncelere gebe..

    Aslına bakarsan tüm anılarımı, beni oluşturan her anıyı, yaşanmışlıkları, duyguları şişelere tıkıp karşımdaki vitrine kilitlerdim. Herkesin bir koleksiyonu olmalı derdim. Kendi dünyamdaki en özel koleksiyonu yaratmak için oluşturduğum o vitrin. Her yaşın cehaletine ve keşfine özel şişeler, şişelere özel etiketler özenle yerleştirdiğim o vitrin 26 yıllık hikayenin tamamını oluşturuyor. Ne büyülü bir koleksiyon ama. Tabi şişeye koymaktan kaçınıp hatırlamaya kendimi mahkum ettiğim birkaç an hariç. Anlam yükleyeceğim duyguyu, o duyguların peşin sıra gösterdiğim davranışı, bir kalemde öğreten o anları terk etmekten mi korkuyorum yoksa teşekkür etmeden veda etmek mi istemedim tam olarak bilmiyorum. Bu durum benim için bir süre daha gizemini koruyacak gibi. Masadaydık, göz göze hararetli kahkahalar vardı konuşmalarımızın arasında. Sonra bir anda çalan telefon bütün neşeyi kara delik misali içine çekmişti. Hiç susuzluğu üzüntüyle ya da kakaolu sütü mutlulukla karıştırdığın oldu mu? Bana oluyor arada. Küçükken ben üzüldüğümde babam su getirirdi bu yüzden üzüntüyle susuzluğu karıştırırım kimi zaman. O telefon kapandığındaysa masada aradığım ilk şey su olmuştu. Akıllarda ki ilk soru nedense olaylara yönelik oluyor değil mi? Kim aradı, ne söyledi, ne olmuş olabilir gibi durmadan türeyen sorular. Oysa benim için önem arz eden şey o an duyduğum sızıyı hiç eskitememiş olmak. Mezar taşındaki doğum ve ölüm tarihleri arasına kondurduğumuz o incecik ve kısa çizgi ne denli önemsiz görünüyor dimi. Oysa kendi içinde çok fazla anlam barındırıyor, aman ne ironik. Herkesimi ve her şeyimi ne zaman kaybettiğimi vitrine göz atarak bulabilirsin. Burada bir bir anlatarak günlüğü romana dönüştürmeye niyetli değilim. Hatırlamayı kendime borç edindiğim o andan bahsediyor olmak şimdilik yeterli sanırım. Saplanıp kaldığım tedirginlik, öfke, özlem, güvensizlik, acıma duyguları çürütüyor içimi. Saat ve takvimdeki rakamların değişiyor olması beni gerçekten ileriye taşıyor mu, hiç sanmıyorum. Hareket etmemek için bir ton sebebim var nasılsa. Hala o masa oturuyorum, susuzum, saplantı halindeki hisler sinir hücrelerime temas halinde, aynı zamanda içimi çürüten her şey dışımda yaşadığımı hissettirmeye devam ediyor..

    Ne kadardır bilinmez kendime acımak dışında kendimle pek yüz göz olmuyorum. Bugün farklı olan neydi dersen de vitrinin titreyişini görmüş olmak. Bir şeyleri hatırlamak için hiç dönüp bakmamıştım ona. Bunun beni pek üzdüğünü söyleyemem ama yıkılıp yok olacağını düşünmek bir an ürküttü diyebilirim ya da yeni bir ana ihtiyaç duyacak kadar susadım. Bu rezervasyonu bana sınırsız edilmiş masada çakılı haldeyken yaktığım son sigarayla sana hem teşekkür hem de bir veda aslında. Işıklarla süslediğim o güzelim şişede parlayarak vitrinin en güzel köşesinde yerin hazır artık. Son sigara, son şarkı ve son bir sarılmayla beni ben yapan en kıymetli parçayı hediye ettiğin için teşekkür ederim. Yarım kalan işler, izlemeyi ertelediğim filmler, sonunu getiremediğim kitaplar, yürümekten vazgeçtiğim yollar, yarım hevesler ve gerçekleşmemiş olanların çöplüğüne bir veda..

    Ars longa, vita brevis..

    SEVGİLERİMLE..

  • ..ZİHİN EROZYONU..

     (Okumaya başlamadan önce lütfen adı geçen şarkıyı açınız, hikayeyi kendi sesinizle okumanız dileğiyle..)

    YAZAR: Yalnızlık, delilik ve anlaşılamayanlar liginin sokak dövüşüne hoş geldiniz sayın okur.. Evet evet sevgili okuyan sana diyorum çünkü sevgili Ruhi bey tam da önemli bir konuyu tartışırken düşünsel sarayımın orta yerinde beni yapayalnız bırakıp gitmeyi seçtiği için bugün seninle bir başımızayız..Seninle tanışıklığımıza ister tesadüf, ister talih, ister bahtsızlık de sonuç olarak kaderin şubelerinden birinde bir zamanlar merhabalaştık. Bugün bir merhabadan ötesini konuşacağız sayın okur.  İzninizle bugün fona Joe Satriani-The Forgotten koyuyorum, çalarken bana eşlik edin lütfen. Hayatım film olsa finalde kesinlikle bu şarkıyı koyardım. Ve fon müziğine uygun bir yere doğru yol alalım beraber.. Size aktaracağım aylaklık hikayemi okurken müziğin size eşlik etmesine izin verin lütfen sayın okur.Bu bizi daha yakın tutacaktır. Her şey tamamsa gelin sizinle şu meşhur köprüye doğru biraz yürüyelim. Köprüyü seçtim bugünkü turumuzda. Neden diyecek olursanız bazı yerleri mabedim sayarım.İnsanların içinde görünmez olabilecek yerleri. Bugün onlardan bir tanesinde oturalım istiyorum. Göğe bakma durağı gibi değil mi sizce de? Ama bugün karşıya bakacağız. Köprüden baktığınızda ileride bir köprü daha göreceksiniz sayın okur uzakta biraz evet o gördüğünüz yer, işte orayı ruhumun enkaz galerisine dönüştürmeyi düşünüyorum. Beni tanıdığınızı düşündüğüm yönlerim var düşünmediğim yönlerimi ise izninizle ben açıklayayım. Bendeniz kafası attığında ortalığı savaş alanına çeviren, zaman zaman domino etkisi yaratan seçimlerle kaosu tetikleyen, terk ettiği hatalarla anılan ki çoğunlukla dersi geç öğrendiği için o hataları epey geç terk eden, içindeki embelisin sürekli sorun çıkarmasına izin veren, kelimeleri bol keseden harcayıp bazen es vermeyi utan, evrende göze batan bir fazlalık hissi duyan (aslında öyle hissettirilen), anksiyetesiyle düşüncelerinin renk uyumuna kafa yoran öylece bir insanım.

    SİZDesenize bazıları kaderce mimlenmiş oluyor..

    YAZAR: Bilmem belki de öyledir. Belki de tanrının gerçekleştirmeyi beklediği bir felaketin oraklı kuklasıyız ya da yarım bırakılarak kenara atılmış kusurlu bir hikayenin içindeyizdir ve devamını getirmek için bir misyonlar edinmişizdir kendimize..

    SİZ: Bir ayı geçkindir karantina altındayız belki de bu yüzden darmadağınık, kırılgan ya da yalnız hissediyorsun. Bu oldukça normal, belirsizlik herkesi yorar, bu sana özel bir menü değil bence. Söylesene umutsuz musun gerçekten? 

    YAZAR: Ruhi bey olsa bana konuşma payı bırakmadan ”striptiz kulübünde heyecan arayan jinekolog kadar umutsuz” diye yapıştırırdı cevabı. Bense o kadar kötümser değilim aslında sayın okur.. Hikayemin acılı antolojisine dalıp gidiyorum bazen. Dostluğun ve aşkın can acımı çevreleyen ve gizleyen bir gücü vardı, şimdilerde kendileri ıstırap şekline bürünmeye başlamış gibi geliyor. Gerçi doktorum bunların toplamına manik dönemdesin diyor ama palavra. Kendi kıyametimin alametine afili bir öpücük atmışım gibi geliyor..

    SİZ: Yoğurt aklımı ayran ettin desem cuk oturacak. Soru mu sormalıyım, yorum mu yapmalıyım bilemedim.

    YAZAR: Lütfen kendinizi sorumluluk altında hissetmeyin. Bazen benim yazmak ve anlatma istediklerimle karşımda anlaşılanın arasındaki o uçurumda dans ediyormuşum gibi geliyor. Bazense o uçurumdan ayaklarımı sarkıtıp dansın bitmesini bekliyorum. Bu kaotik anlara eşlik ediyor olmanız yeterince değerli.. 

    SİZ: Bir cümle öncesinde tescillenmiş yılgınlığı olan bir insan bir cümle sonrasında yılgınlığının üstüne kurduğu pistte dans etmekten söz ediyor. Yazmak hem hasta ediyor hem iyileştiriyor sanırım sizi yanılıyor muyum ?

    YAZAR: Birikmiş ve taşmakta olan duygu yırtıklarından artakalan bir ben var sanırım. Mimarime hayran kalsamda restore etmem gereken şeyler var aslında. Bugün son kullanma tarihi geçmekte olanlara veda günü de diyebiliriz. Buraya kadar geldiğiniz için teşekkür ederim.Bildiğiniz üzere uzatarak anlatmayı severim fakat saat epey ilerledi sayın okur sizinle sohbet etmek bir zevk. Kelebek misali her şeyi bugüne sıkıştırıp hazır köprüdeyken intihar teşebbüsüne girişmeden kalkalım mı ?

    SİZ: Ruhi beyin özlemini duymadınız umarım?

    YAZAR: O ihtiyar bazen fazla sinir bozucu olabiliyor böyle bir gün için doğru kişiyle olduğumu biliyorum. Bence bir kahveyi hak edecek kadar iyi bir yol arkadaşı oldunuz bana. Yavaştan kalkalım bugünlük bu kadar yeter ve sizden son bir ricada bulunsam. Yürürken şiir okuyun lütfen bana..

    SİZ: Elbette seve seve. O elinizdeki nedir?

    YAZAR: Köprüden inelim son bir işim kaldı izninizle..Siz şiire başlayın bu arada bu beni bir hayli mutlu eder..

    SİZ: Hoşunuza gideceğini düşündüğüm bir şiir geldi aklıma..

    İşim gücüm budur benim,
    Gökyüzünü boyarım her sabah,                                                                                                           Hepiniz uykudayken                                                                                                                   Uyanır bakarsınız ki mavi….

    Dalga geçerim kimi zaman da,                                                                                                             O da benim vazifem….

    (Bir anda patlama sesi duyulur.Kumandayla patlattığım köprüden gökyüzüne havai fişekler fırlar ve bir yazı belirir.. ”VOİLA! BASİT BİR VODVİL GÖNÜLLÜSÜNDEN SEVGİLERİMLE..” )

  • ..YANILGILAR..

    Neden üzerinde takım elbise vardı? O papyon da neyin nesiydi öyle? İçinde bulunduğu bu şamata ve kulak kabarttığı o tanıdık müzik.. Kendi içinde zincirleme oluşturan sorular ve öte yandan güvende hissettiren o müziğin de etkisiyle olduğu yerde birkaç saniye sendeledi o anda garsonlardan birinin durup ”oho merhaba sayın 13 hoş geldiniz uzun zaman oldu değil mi (gülümsemesi göz kırpar ve) her zamankinden mi” demesiyle başını savuşturdu ve (yutkunarak) ”13 mü 13 de neyin nesi böyle” diye tam konuşmaya başlamıştı ki sadece garsonun arkasından bakmakla yetindi çünkü garson bu tanıdık yüze bir merhaba deyip çoktan içkileri almak için uzaklaşmıştı.. Derin bir nefes alıp düşünmeye başladı buraya ne zaman geldim peki, ne bu şimdi bir tür rüya mı?

    (sizi baştan uyarayım arkadaşlar yazarın sevilen yönetmen Nolan ile bir akrabalığı yoktur bu satırlardan sonrası inception ile doğru orantılı ilerlemeyecektir.)

    Düşünce okyanusunda boğulacakken, etrafa sorgulayan gözlerle bakınırken bir an göz göze geldiği orkestra şefini tanıdığını fark etti ”bu bu o parkta ki adam! vay be ne kadar da genç görünüyor ama ama o, o günden sonra onu bir daha hiç görmemiştim” diye kendisiyle konuşarak orkestranın yanına doğru ilerlemeye başladı ”13 mü hassikomedya gerçek olabilir mi” dedi, yandan çarıklı bir gülüş attı ve durdu. ”Siz, sizi tanıyorum fakat adınızı hatırlayamıyorum”. ”Merhaba ben 42” diyerek gülümsedi orkestra şefi.. ”Anlayamıyorum buraya nasıl geldiğimi bulamamışken şimdi de karşımda bu aptal rakamlar var 13, 42 bunlarda neyin nesi bir şifre mi? ”. Gülümsemesine kelimeler ekleyerek devam etti orkestra şefi ”buraya nasıl geldiğini biliyorsun 13 burada neyi aradığını da ve aptal dediğin o rakamları söyleyen kişinin kim olduğunu da sadece düşün ve doğru soruyu bul” dedi ve müziğe devam etmek üzere ayrıldı yanından..

    (Bu arada yazar 13 korkusu yaşamıyor ayrıca 42 sayısını da Konyalı olduğu için seçmedi teşekkürler)

    Müziği duyabilecek kadar uzağa oradakileri detaylı görecek kadar yakına yani balkona doğru ilerledi..Yavaş yavaş düşüncelerini kontrol etmeye başladı, bir maestro edasıyla elini havaya kaldırdı orkestrayı durdurdu ve bir anda farkına vardığı şey hoşuna gitmiş olacak ki o kıkırdayan piç gülüşünü savurdu dudaklarından ”tamam” dedi  ”anlaşılan yine fazla kafein almışım kendimi kontrolsüzlükten kurmayı başarmam gerek bunu not edelim ve şu zihin sarayı olayına kafeinsiz dalmayı ve bir daha ki sefere papyon takmamayı da notlara ekleyelim ve devam edelim, hadi ama neydi o soru? ” dedi kendi kendine bir süre düşündü alnından akan teri hissedip açtı gözlerini, yutkundu, derin bir nefes aldı ve tekrar daldı sarayın avlusuna. Bu sefer ne şenlik vardı ortada ne kuru kalabalık, yıldızların parlaklığına ve sessizliğine eşlik eden iki gölge ve ortamın sessizliğini bozacak olan ilk kelimeler..

    13: Demek sadece ikimiz varız şu an (gülümser ve) bir de şu müzik ha. Eee 42 tam yedi buçuk yıl oldu söz verdiğim gibi bekledim şimdi söyle bana şu sorunun cevabını, hayat, evren ve her şey hakkında tüm verileri bilmek istiyorum.

    42:Bize neden rakam verdiğini hatırlıyor musun, ya da neden 13 ve 42 dediğini ?

    13: 13 lasa bir sayı, hem altın oranın parçası, ayrıca mutlu sayılardan kendisi tam benim karakterimin özeti yani. 42 ise biliyorsun işte modern mit her neyse bunları konuşmak için yedi buçuk yıl beklemedim hayat ve evren diyorduk sana sorduğum şu sorunun cevabı hani..

    42: Hadi ama 13 aptal biri değilsin sadece yıllardır aradığın cevabın 13 ve 42 olması seni hayal kırıklığına uğrattı. Sen her şeyin en dibini görensin sonuçta, daha derin daha düşündürücü cevaplar bekliyordun biliyorum rakamlar bile senin için rastgele seçilmiş olmazdı çünkü öyle özenle dizilmeli ki derin anlamları olmalı dimi..

    13: (sinirlenir ve) ne yani bu rakamlar anlamsız mı diyorsun şimdi bana onca yıl boşa mı bekledin diyorsun..

    42: seni hayal kırıklığına uğratan şey cevaplar değil 13 sorular. Soru sormayı öğrenemeden cevap bulmaya çalışıyor olmak. Tam olarak ne sorduğunu bilmiyor olmak..

    Bir satranç ustasının attığı bu tokatın yüzünde bırakacağı izi göremeyebilir fakat hissedeceği kesindi..Yavaşça gözlerini açıp odasının penceresinden bahçesine doğru baktı onca zaman onca düşünce içerisinde kendisiyle yapayalnız kalmasının nedeni gerçekten bu olabilir miydi? Bir soru bir insanı ne kadar yanıltabilir? ..

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

     

  • ..IKARUS’UN ALDANIŞI..

    Yarı uyur yarı uyanık tabiri caizse ambale olmuş bir vaziyette kalktı bir sigara yaktı, yaşadığı şeye anlam veremiyordu.. Sadece 5 dakika, hemen hazırlanmaya başladı o sırada her şeyi planladı kendince ”2 sene çöp ha! ” dedi, zamanın kaybına hüzünlü bir selam çaktı ve kendisiyle yemek randevusuna çıktı, oturup her şeyi konuştu kendisiyle ya da o öyle sanıyordu o gün için, bundan sonrası belliydi artık kaybetmek ya da kazanmak değil sadece hareket etmek ve kendini müziğin ritmine kaptırmak vardı onun için bilinçsizce ama tam da birçok şeyin farkındaymış gibi büyük bir güvenle, yeni sayfalarını karaladığı defteri kapattı, kalktı masasından ve yürümeye başladı. Zamanın gidişatına aldırış etmeden sadece yürüdü. Arkadaşları, okul, iş derken zaman öylece akıp gidiyordu.

    Birkaç ay sonra bir kahveyle kahkaha dolu bir sohbetin ardından denklemin tüm parçaları yavaş yavaş tamamlanıyordu ya da tamamlanıyor muydu acaba?.. Sohbet bitti eve girdiği an aynaya baktı ve yandan çarklı bir gülüş attı ”bak” dedi kendi kendine ”matematik asla yanılmaz” (tabi formülü doğru yazıp denklemi doğru kurduysan). Dans tam da istediği gibi gidiyordu bedeni adeta şarkıyla sevişir gibiydi her şey kusursuzdu, sahnesinin dizaynı, müzik, dans tam anlamıyla kendi hayatının mimarıydı..

    sahi orkestra neredeydi? Neyse biz kaldığımız yerden devam edelim..

    Bir merhaba tüm denklemi alt üst edecekti ya da x’i ve y’yi yanlış yerlere koyduğunu anlamasını sağlayacaktı ama fevri davranışları, olayları büyütmekteki yeteneği aslında temelde kaosa olan alışkanlığı onun için sadece karmaşa temalı bir süreç başlatacaktı. Gerçi en iyi düzen en büyük kaostan doğmaz mıydı zaten, o kaosu yönetebilirsen tabi.. Evrenselliğin bağını göz ardı etmenin, kaçmanın, saklanmaya çalışmanın bir bedeli olmalıydı çünkü.. Karmaşa ve iletişim kazalarıyla dolu yorgunluklar baş gösterdi derken ona dair seçim şansı kalmış çoktan herkes onun adına kararlar vermiş, kuralları koymuş sadece onun uymasını beklercesine gözlerini onun üstüne dikmişlerdi. Hepsi kendi hikayesinin çekimine kapılmışken ona pek bir pay bırakılmamıştı ya da bırakılmış mıydı?..

    Yorgunum ve ağrılar başlıklı yazılar yazıyor, kendini geceye bırakıyor sadece nefes almak ve günü bitirmekle yetiniyordu. Sanki hiçbir şey onun eksik kalmasını, yalnız hissetmesini engelleyemezmiş gibiydi artık, savruluyordu, hep düşünceli ve dalgındı, keyif alamıyor, duygularını yansıtacak hissi sinir uçlarında hissedemiyordu, saklandığın yere başını uzatıp onu çıkaracak bir kahraman bekliyordu sanki..

    Bir akşam yine tekerrüre düşmüş bir kavganın ardından masasında öylece oturmuş listeden sırayla çalan şarkıların eşlik ettiği sigarasıyla sadece günün bitmesini bekliyordu. Aniden irkildi, çalan şarkıya kulak kesildi, şarkının hikayesini dinlediği günü, dinlerken hissettiği heyecanı anımsadı ”flight of ikarus”..Sahi belki de sorun buydu belki şaşırmak, heyecanlanmak, kahkaha atmak için içinde yeşermesi gereken tohum başkaydı ama o hep çürüyüp giden fidana takılı kalmıştı.. Kafasında beliren bir sürü soru onlara bir dolu olasılık kazandıran cevaplar, başı olduğundan daha çok ağrımaya başlamıştı ama durduramıyordu kendini yeni sorular yeni cevaplar. Bu sefer ağrıyan yer doğruydu aynı zaman gibi o şarkı gibi.. ”Duyuyor musun ?” dedi ve devam etti ”mükemmellik bir eylem değil bir alışkanlık”..Denklemin yanlışlığı zamanın doğruluğuna paralel ilerliyordu, o ana kadar, artık emindi müzik değişince dansta değişecekti..

    Sabah uyandığında evrenin varoluş sürecinden bu yana fiyakasını bozmadan ilerleyen zamana, doğru orkestrayı ve o onu yönetecek orkestra şefini bekleyerek değil kendi kemanıyla, kendi bestesiyle eşlik edecekti..

    Zaman doğrusallığını hiç kaybetmedi ve değiştirmedi.. Doğru soru, doğru kitap, doğru film, doğru aşk, doğru dokunuş, doğru şarkı.. Tohumunu attığı fikirler, onu dönüştürecek, besleyecek olanı doğru soruyu sormakla bulacaktı.. bu sefer kahvesini bay ve bayan çekim yasasıyla içmek için hazırlanıyordu,aynaya baktı gülümseyip omzuna bir öpücük kondurdu ve..

    ”Yeni bir merhabaya”..

    SEVGİLERİMLE..

     

  • ..ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN DANSI..

    Dans edemediğinden şikayetçiydi oysa aslı olan yanlış şarkıyı dinliyor olmasaydı..Hep böyle hissederdi hiç dansa kalkamayacak, hiç şarkı söyleyemeyecek, hiç sevemeyecek hatta hiç yazamayacakmış gibi..Kendine çizdiği ya da onun için önceden belirlenmiş olan döngüden çıkamayacak oluşunun hüznüyle öylece şarkıyı dinler, dans edenlere karşı sigarasını yakar ve iç geçirirdi..Fark edemezdi müzik değişince dansında değişeceğini, belki de fark etmiş olsa dahi müziği değiştirecek cesareti ve dermanı bulamazdı içinde..

    Böyle uyandığın kaçıncı sabah diye sorsanız alelade bir zaman dilimi söyleyip geçiştirirdi karşısındakini, avuturdu kendini ta ki o geceye kadar..Mabedi derdi bazı yerlere öyle her an gitmezdi çünkü bilirdi oralarda yeni paragrafın ilk kelimelerini yazdığını..Gittiğinde muhakkak keskin kararlarla kalkardı oradan yeni kararlar vereceği ana kadar da pek kullanmazdı oraları..Balkonda ardı arkası kesilmeyen düşünceler basıyordu küllüğe yaşlı bir kadının kaldırımda dans ettiğini görene kadar..Kadını son selamını verene kadar hayranlıkla izledi..Dansın ve müziğin ritmi öylesine işliyordu ki içine, kalbinin beton ormana dönüşmeye başladığı yerde bir filizlenme hissetti..Bir hışımla kalktı yerinden son düşünce kırıntısını bastı küllüğe ve taktı kulaklığını başladı yürümeye..En sonunda senfonisini oluşturacağı köprüye ulaşmıştı sarkıttı ayaklarını, kulağında Haggard, atmosferin zaman algısına aldırış etmeden izledi, düşündü, konuştu kulağına gelen seslerle..

    Hepsi benim gerçeğim mi teorim mi ?

    Tanrının oraklı kuklası mıyım yoksa kendi simülasyonumun tanrısı mıyım ?

    Cevabına aldırış etmeden bir dolu soru soruyor her soruyla yeni kararlar zinciri oluşturuyordu..Bu yoğun kavgasını kendisiyle yaparken soluk soluk kalmıştı..Her anını hissediyor sanki uzun zaman sonra ilk kez nefes alıyormuş gibi havayı derin derin soluyordu..Nokta, gülümsedi ”yanlış şarkıyla kalabalığa gösteri yapmaktansa doğru şarkıyla kendine sarılmak” dedi ayaklarını uzattığı boşluktan çekti kendinden emin bir şekilde köprünün altından aceleyle bir yerlere giden, sağa sola aldırış etmeden yürüyen, içinde bulunduğu ama hiç görülmediği o kalabalığa selamını verdi ve dansına başladı..Kuğu gibi süzülüyor şarkının en asabi yerinde içindeki öfkeyi kusarcasına durmaksızın dansa devam ediyordu..Şarkı bitti son bir hamleyle gökyüzüne gülümseyen bir selam gönderdi..

    Köprüden ağır ağır inerken bir burukluk vardı içinde ve tarifi 29 harfle devrim yaratacak bir haz..Kendini bağlı hissettiği zincirler sanki köprünün merdivenlerinde tek tek kırılıyor her adımında kendi özgürlüğünü yaratmaya daha da yaklaşıyordu..

    Ve son basamak..

    ”Hayat sevdiklerimle savaştırıp sevmediklerimle seviştirmiş beni” dedi ve ekledi ”bu benim çemberimin yanılgısı” ..Önce müziğini değiştirdi sonra dansını buysa ”yeni çemberimin gerçeği” dedi..

     

  • YING YANG

    Hafif esintili huzur hissi veren sakin bir gün..

    İçinde bir sürü koşuşturma dolu stres veren seçimlerle geçen yorgun uyanılan bir günün aksine hiçbir şey yapmadan kahvaltı ve kahve eşliğinde gözünü açmış olmak uzun süre sonra güzel hissettirse de biraz eksik bir yanı var bugünün..Evin hissedebileceği bir yer yok.. Eşyaların bavullarda, yatağın darmadağın, kahveni karton bardaktan içerek başlıyorsun güne taşınma arifesi malum..

    Yeni bir yer yeni alışkanlık ve düzen insana taze hissettirir aslında peki neden taze ve yenilenmiş hissetmiyorsun.. (Çünkü sabah yiyeceğin tokatlar şimdiden aklında çınlamaya başladı bile.)

    Eşyalarını bavula koyma nedenin yeni düzen değil de kırıcı ve telafisi zor anlar olması bu duruma bir açıklama getiriyor sanırım.Havanın geçişinin verdiği bir mahmurluk mu yoksa yaşanılanların verdiği bir yorgunluk mu ya da ikisinin bütünleşip ağır hissettirmesi mi tam bilmiyorum.Sadece kitaplarınızı koyduğunuz kıyafetlerinizin olduğu yerde karton bardakta kahve içmenin hüzünlü bir yanı var tabi bi de ne kadar süre sonra fincanında kahve içeceğinin bilinmezliği..

    Olmam gereken yerde miyim? Sorsalar bilmiyorum derim. Belki gerçekten de bilmiyorumdur. Belki de biliyorumdur. Kimin umurunda ki? En azından benim umurumda değil. En azından sorsalar bunu söylerim.

    Göz yaşlarım bir miktar daha saklanacak belki, belki gözlerime küsüp onları akıtmayı bile hak etmediğimi söyleyerek içimde birikmeye ve beni şişirmeye devam edecekler. Kendi devasa balonuma sahip olacağım.

    Sahip olmak… Daha bir kaç saat önce bundan bahsettik. Sahip olmak, aidiyet hissiyatı insanları bağlar. Bu sahiplik de beni bir yerlere bağlayacak mı? Yoksa kendim bir yerlere bağlanmayı bekleyen, havada ipini sarkıtarak boş boş dolaşan bir balon muyum? Bu sorunun cevabı beni korkutuyor mu? Belki evet, belki hayır. Kimin umurunda ki? En azından benim değil. En azından sorsalar böyle derim.

    Ancak her soru, soran kişisine göre değişir diyecek karşımdaki. Çetrefilli adam şimdi Sezar’ın hakkı Sezar’a. Ancak benim hakkım da bana. Kendi özgürlüğümü yarattım, bu boka kimse karışamayacak diye yola çıkan ben değil miydim? Şimdi neden karışılmış gibi hissediyorum? İçimde hissettiğim acı beni neden hapiste gibi hissettiriyor? Yoksa özgürlüğe giden gerçek yol acının hapsinden mi geçiyor? Bunu anlamak zor. Belki hiçbir zaman anlayamayacağım. Belki de anlarım. Ama kimin umurumda ki? En azından benim değil. En azından sorsalar böyle derim..

    SEVGİLERİMLE..

  • THE FINAL VICTORY..

    Hayatımda yaratacağınız gerçek sarsıntıyı bana vereceğiniz sahte dengeye tercih ederim..Sonunda ve başında kurulmuş ve kurulmayı bekleyen onca cümleye rağmen en gerçek hissettiren cümle buydu sanırım..Belki de yapmamalıydık içimizde olanı dışımızda ete kemiğe büründürüp yalanları bırakarak doğrulara sarılmamalıydık..

    Acı bir tat var elimde beyazın siyaha aşkı gibi,sonbahara yakışan bir acı sızlatan ama haz veren cinsten en çokta yazdıran..

    Ben çok diyeyim siz fazla anlayın işte hep aynı döngü ne hissedersen hisset ne kadar çabalarsan çabala ne kadar çok seçenek yaratırsan yarat hangi yoldan gidersen git fark etmeyecek çünkü ders sen onu öğrenene kadar hep devam edecek..

    Kaos demiştik hayatımızın çıkmazına en afilli kaosu yaratıp döngüyü kıralım, becerdik tebrikler..Döngüyü kırdın küpten çıkmayı başardın lakin masalın sonu değişmedi haa tabi yeni masallar nasıl başlar nasıl biter bilmiyorum artık çokta merak etmiyorum nasılsa akla gelen kalemle sayfa sonunda dibe vuracak..

    Hikayene kahraman gibi girip savaşın ortasında komutansız bırakıp gidecekler nasılsa kimse öylece ayazın ortasında ağustos sıcağı olmaz ömrüne..

    Kendi hikayende suçlu,yorgun,pes etmeye meyilli olan,çırpınıp duran mağduru oynamaktan vazgeç çocuk..

    Silkelen.. Hatalarımla varım, kırıp döktüklerimle, aşkımla, hırsımla, yazdıklarımla,bağırıp sustuklarımla varım en çokta gerçeklerimle..

    Gerçeklerden kaçıp hayal kırıklığındaki yanılsamalara inan birine baharı sunma boşuna o gider kışa tapar çünkü..

    Karanlık gecelerden aydınlık hayallere uyanma vakti..

    SEVGİLİLERİMLE..

  • ..VAR OLANA..

    Her şey etrafında olup biterken sadece izliyor geçip gitmesini bekliyorsun bazen.Kahkahaların,eğlencen,yalnızlığın bazen bazense kalabalık oluşun öyle rastgele öyle plansız..

    Bir düzeni var ruhunun öyle serkeş öyle hazırlıksız programlanmamış..Kendinle, arkadaşlarınla, işinle, okulunla zamana rastgele saçılmış ama kendi içinde oturttuğu bir düzen.. Yenisine kendini kapatmış nedenini umursamadan belki de umursayıp buna aldırış etmemeye çalışan bir düzen..

    Belki de alışmak istememek ya da kaçmak alışkanlıkların sorumluluğundan..Eski alışkanlıkların üstüne kuma getirmekten korkmak belki belki de kaçmak yeni terk edilişlerden yeni kayıplardan.Öğrendiklerin mi öğreneceklerine engel yoksa var olan rutinini mi kaybetmek istemiyorsun hayatında bilmiyorum.Bu konuda bildiğim tek şey hayatta en büyük risk hiç risk almamış olmaktır..

    Sen ki pişmanlıklar denizinde yanlış ağa takılmış küçük turuncu balık kalbinin torpido gözünde neler gizli öyle seni yeni olandan alıkoyan, savaşın ortasında komutansız bırakılmış gibi hissettiren mizahı cesur eylemleri ürkek..

    Saatin bir önemi olmadan dakikaların keyfe keder geçtiği kaleminde,cümlelerinde hem acıyı hem tatlıyı barındıran keşfe hazır yeni alışkanlıkların, faili meçhul umutların ve heyecanların şerefine..

    Sevgilerimle..

     

     

     

     

     

  • ..SON VALS..

    Ve herkes partnerini kaldırınca dansa sana aynadaki yansımayla dans etmek kalacak..

    Ne için bu telaş? Saklanmadan gizlenmeden atılan adımlar ve asla cevap bulamayacak sorular..Zamanla halledilir mi gerçekten yoksa yitip gidişine alıştığın için halloldu mu dersin kendine? O ne güzel gelişti öyle raslantısal, alelacele, çat kapı..Şimdiyse durum belirsiz, yolu görünmeyen, sonucu belli lakin kabul edilmeyen, yarım bırakılan en çokta zamana emanet edilen ve hiç tamamlanmış sohbetler silsilesi..

    Zaman getirmez olanı götürür derdin hep buda öyle mi olacak yoksa kendi içindeki tabuyu kıran bir hikayeye mi dönüşecek?

    Ait olamamak mesela birine bir yere bir zamana hiç ait hissetmemiş olmak..Rutinlerden sıkılmak mesela ama bilmek aynı zamanda rutin olanların kalıcılığını..

    Kafamın içindeki müzik hep aynıymış da anısına göre metronomu değişiyormuş gibi..Sanki yeni besteye ilhamım yokmuş ama var olanda doyurmuyormuş gibi..Hiç susmayan bir ses, kapanması mümkün olmayan sekmeler, donup kalmış pencerelerle dolu bir yapıya zamanın her şeyi düzelteceğini nasıl anlatabilirim ki?

    Planlanmış programlarda değil de ansızın akrep ve yelkovana aldırış etmeden tüm çirkin düşüncelerden soyutlanmış bir buluşmanın eşiğinde kahve içmek dileğiyle..

  • TANRININ SÜRGÜNÜ..

    Ben yoldaki boyalı kaldırımlarda boyasız olan yerlerinde yürüyen, küçük şeylerden büyük anılar çıkaran, radyoyu hazır müzik listelerine tercih eden, en olmadık yerlerde kahkaha atan, sinirini şiddetle değil küfürle kusan, bir düşünceyi kafasında trilyon kez tekrarlayan, gittiği her evde halıdaki desenleri sayan, kafasındakini diline dökmekten korkmayan ama kırıp dökmekten korkan, patavatsızlığı bol sırrı en derininde taşıyan, her seferinde deli gibi güvenen ve inanmaktan vazgeçmeyen, yıkıldım ama halledeceğimlerle yoluna devam eden, kelimeleri yeşilçam tadında kullanan, bir filme taktığında milyon kez izleyip hep aynı heyecanı duyan, onuncu köyde yalnız yaşamaktan korkmayıp dokuz köyden defalarca kovulan, öylece anlamsızca dans eden, şarkılar söyleyen, dürüstlük adına kötü kararlar alan, hatalı, karmaşık,takıntılı,ürkek lakin cesur,konuşmaktan bıkmayan,dinlerken merakına sürekli yenik düşen,gözünün önünde duranı saatlerce arayan, hiç aklında olmayanı hemen bulan,elinde olanlarla eğlence çıkaran olmayanları keşfetme arzusuna kapılan,yeni yerleri ararken yolculuklardan hemencecik yorulan..

    Benim küçük ve aptal dünyama hoşgeldin..

    Farklı şehirleri,nesli tükenmekte olan duyguları,yeni seçenek sunan tanrıları,hiç keşfi yapılmamış olanı ya da en çok kahkaha attıranı arayan..

    Yazdığı cümlede bir harf yanlış olduğu için tümünü silip baştan yazan,hep görünmeyen başka bir seçenek olduğuna inanan,vakit varken tomurcukları toplamaya çalışan, genelde geç kalan, yoldan sapıp yeni yollar arayan değil yeni köprüler kurmaya çalışan, bazen kaçak bir burjuva bazen sokak aşığı bir devrimci, hiç tanımadığı göz yaşlarına eşlik ederken tanıdıklarına gülümsemek için neden sunan,şarkılarda söz tamamsa ritim halledilir diyen, resimlerde anlam ararken renkleri saymaya başlayan, konserlerde canlı izlemek yerine müziğe kendini kaptırıp gözünü kapatan, beni bana yar etmezler diye diye kendini oradan oraya savuran, insanlarda kendinden bir parça bulmaya çalışan,dikkati hep darmaduman,duygusu doruklarda,uykuyu çok seven lakin asla kavuşamayan,savurgan,aklı uçuk kaçık,su birikintilerinde zıplayan sonrasında hemen hasta olan, meleklerin çığlığıyla şeytanın fısıltısı arasında kalmış, aklındaki topal tavşanın diğerlerinin aklındaki kırk tilkiden daha hızlı olduğu,övgüsü sövgüsü bir, anlatacak çok şeyi olup dinleyeninin hiç olmadığı, kakaolu sütle çat kapı gelene gönül koyamayan, uzun cümlelerle kısa hikayeler anlatmaya çalışan, tam ciddi bir ortamda ciddiyetsiz hallere giren,kafası müzikal misali..

    Tanrının sürgünü lilith’den sevgilerle..