Yazar: yildizlaraltinda

  • ..SUDA BOĞULAN DUYGULAR..

    “Seni kıran şey değil, onu saklandığın yer seni hasta eder..”

    “Benim olmayanı değil, beni yüceltecek olanı seçiyorum..”

    Bu gökyüzü olaylarından mıdır, zamanın getirdiği zorluklardan mıdır bilmem son birkaç hafta oldukça zordu.. Duygusal çırpınışlar, anlaşılmak için sözlükteki tüm kelimeleri seferber etmek, sanki bana ölüm yokmuş gibi zamanımı bekleyerek geçirmek derken hayli tek başınalık ve zorlayıcı bir süreçti.. Peki neyi gördüm; ben zamanımı sessizce ağlayarak bir köşede bekleyerek geçirirken bana değer verdiğini söyleyenin meğer zamanını yeni insanlarla tanışma heyecanı duyarak geçirdiğini ve beni çokta önemsemediğini, konuşmaya ihtiyaç duyduğum günlerde kimsenin benim için o kadar da müsait olmadığını, ihtiyacım var diyebilmeyi öğrenmişken dile getirdiğim ihtiyacımı yalnız karşılamak zorunda kalışımı, o dipsiz kuyuya kimsenin el uzatmayacağını..

    Aslında kızmalıyım, ben kendi stresime kendi yalnızlığıma rağmen elini tutmaya çabalarken beni niye bu kadar yalnız bıraktın demeliyim değer verdiğime.. Lakin anlıyorum. İşte bu anlama hali beni kızmaya enerji harcamaktan alıkoyuyor. Çünkü ben buyum, kendimi bile ikinci plana atacak kadar değer verir çabalarım sevdiğim için.. Aynısını beklemek değil niyetim, hiç olmadı da. Lakin insan sanıyor ki verdiği sevginin, gösterdiği sadakatin, ortaya koyduğu şeffaflığın, birini önceliği yapmış olmanın kıymeti bilinir. Hatta kıymetini bilmekle kalmaz, şöyle bir dönemde bu denli gerçek bir şeye sahip olmanın gücüne sahip çıkar ve göğsünü gere gere bunu dünyaya karşı korur.. Zamanın, koşulların, gelip geçici olanların peşinde heba etmez böyle güzellikleri.. İşte bunu tek başına idrak etmek hep yük hem de yük değil.. Çünkü teşekkür edecek kadar anlıyorum herkesi.. Ve bu tek başına bırakılma hali gösterdi ki bu dönemde, bu kadar ikiyüzlülük içinde parayla ya da diplomayla sahip olunamayacak bir hazine bu.. Bense bu hazineyi, köksüz medeniyetimde kadim gördüğüme ellerimle sunmuşum..

    Kızmıyorum bugün, kimseye gönül koymuyorum bugün. Çünkü artık anlamakla yetinmiyorum bugün.. Ne kadar anladıysam o kadar sorguladım neden diye, nasıl diye, yüreğini ortaya koyanı bu kadar kolay kırabilmek hak mıdır diye, sorguladım durdum da cevap gözümün önündeymiş aslında.. Herkes bir telaşın peşinde oradan oraya koşarken ben bir köşede durmuş izlemişim. Herkes bir meşguliyeti bahane ederken ben bir köşede bekleyip inanmışım.. Oysa hayat bana zorluklar sunarken, yaralarım kanarken, yolumu kaybetmiş bir ışık ararken kimse teğet bile geçmemiş benim kuytu köşelerimden.. Belki hayat denk getirmedi, belki de onlar benim yolumdan geçmek istemedi. Aslında bunun da cevabı aşikar da, diyorum ya bugün dünün hikayelerine kızmak günü değil..

    Bir insan en fazla kaç cephede savaşır, en fazla kaç şeyin karşısında kendi olarak kalabilmek için savaşabilir? Sizi bilmem, kendiminkini biliyorum ama.. Korkularım üzerime geldi, kaygılarım nefesimi kesti, yendiğimi sandığım her düşünce üzerime yıkıldı, elimdeki her şey sıfıra indi. Küçük bir su birikintisinin yanında, bir taşın üzerinde oturmuş öylece gökyüzüne bakarken bir ses duydum, bir ses “ben sana inanıyorum, her seferinde ayağa kalktın, yine kalkacaksın, ben sana inanıyorum..”

    “En dipteyken yanınızda olan kadın sizi zirveye taşır” sözünü iyice anlamak lazım.. Siz bir hiçken, anne babanız size beklediğiniz takdiri göstermezken, varsa abiniz ablanız sizi hep kendisiyle kıyaslarken, arkadaşlarınız neyi başardığınızı görsün diye sürekli kendinizi kanıtlamaya çalışırken hiçbir beklentiye girmeden sevgisiyle elinizi tutan bir kadın varsa dünyanın en şanslı insanısınız. Bunu size hayatınızdaki kadın söylediğinde kendini över sanırsınız o yüzden benden, hiç tanımadığınız bir kadından duymak belki size sahici gelir.. Eğer o kadını görmek yerine zamanınızı daha yeni tanıdıklarınıza ayırıyorsanız, onun tatlı tebessümüyle sizi yürekten takdir etmesini fark etmek yerine başkalarının takdiri için çabalıyorsanız, onunla olan anlarınız yerine başkalarına göstermek için anlık tatminlerinizi paylaşmayı seçiyorsanız, onun koşulsuz sevgisi yerine ilgiyi dışarıdan gelenlerden almaya çalışıyorsanız sizi tebrik ederim. Hayatınızda sahip olabileceğiniz tek gerçeği kaybetmek üzeresiniz ve muhtemelen bunun farkında bile değilsiniz..

    Bunda da kızacak bir şey yok aslında, yani çok şey var da kızmaya değer olduğunu düşündüğüm ve kızdığım çok zaman oldu, o zamanlarıda yapayalnız ve telafisi edilmez şekilde geçirince artık kızmayı da bırakmayı öğreniyor insan, çünkü bunu da anlıyorum. Herkes seçimlerinde özgür. Biri sizi merkezine alacak seçimi yaparken ne kadar özgürse, siz de aynı şekilde özgürsünüz. Fakat sonuç iki seçim için aynı olmayacaktır. O yüzden herkes seçimlerinin sonuçlarının sorumluluğunu alabilmeli..

    Kimsenin kimseye aynı kalma borcu yok bu hayatta. Alışkanlıklarımız değişebilir, mesela bir alışkanlığımız bize iyi gelmiyor ya da sevdiğimiz birini kırıyorsa şöyle bir bakıp bunu sevgi için değiştirebiliriz. Tabi değiştirmeyi istemek lazım, sevgiyi bu istemeye layık görmek lazım. Sevme şeklimiz değişebilir, mesela ailemizden mesafeli ve eleştirel bir sevgi dili öğrenmiş olabiliriz, yüzeysel bağların kalıcı olmadığını hatta yara açan şeylere sebep olduğunu deneyimlediysek sahip olduğumuz sevgiye daha kalıcı bağlarla yaklaşmayı öğrenebiliriz. Eğer bizi seven de sevgi dilini öğrenmiş ne istediğini bilen biriyse ohhh vallahi ne şanslısınız; travmalarınızmış, geçmişte aldığınız yaralarmış, ailenizin size sevgi ve takdir göstermemesiymiş pehhhh hiç önemi kalmaz.. Başarı dilimiz değişebilir; kimimiz eğitim ve kariyerinde kendini kanıtladıkça başarılı hisseder, kimimiz kendini geliştirdikçe, kimimiz yuvasıyla derken bunlar bize geçmişten mi öğretildi yoksa gerçekten böyle mi istiyorum dedikçe başarı dilimizde değişebilir..

    İşte bugün tam da böyle bir gün.. Ben en dipteyken yanımda bir annem vardı; kimse duymazken kırgınlığımın sesini, sessizce ve tek başına akarken gözyaşlarım, korkularım ve kaygılarım boğazıma yapışmış nefes alamazken, ben şimdi napacağım yetmedi mi bu kadar zorluk, bu kadar mücadele, emeklerim daha ne kadar boşa gidecek, kalbim daha kaç kere kanayacak derken içimden, dünyanın karşısında bir beni hezimete uğratmış hissiyle boğulurken..

    Bu hayatta kendine inanmak kimi zaman bazı şeylerin üstesinden gelmeni sağlasa bile insanın bazen de bir başkasının ona inanmasına ihtiyacı oluyor.. İşte ben hep orada olan oldum. Yere düşene el uzattım, derdim var diyene zamanımı hibe ettim, anlaşılmak isteyene zihin kıvrımlarımda yer verdim, gözyaşına omuz oldum, ailesi sevgisiz mi bırakmış bir fazla sevdim, dünya inanmamış mı hayallerine korkma ben varım dedim. Evimin kapısını söküp attım kimse çatısız kalmasın diye, soframdakini bi kendim için pişirmedim. Bir küçük çocuğun meraklı gözlerine neşeyle baktım, ürkek bir hayvana korkmasın diye usulca yaklaştım.. Dünya beni takdir etsin diye yapmadım bunu. En çok ben sevileyim diye de yapmadım..

    Yüreğimden geçen sevginin verdiği yetkiye dayanarak yaptım. Hayatın zorluğunu bahane etmeden, var olan stresin ve oyalayıcı koşulları öne sürüp kaçmadan, geçici şeylerin şatafatına kapılıp değerli şeyleri yok saymadan.. Dünya göz boyamak konusunda ne kadar ustaysa ben de kendim olarak kalmak konusunda o kadar savaşcıyım.. Dünya meziyetleriyle meşgul tutmak konusunda ne kadar sebep sunarsa sunsun ben de zamanı sevdiklerime ayıracak kadar değer veriyorum. Dünya nimetleriyle ne kadar kandırmaya çalışırsa çalışsın ben de o kadar dürüst olma konusunda şeffafım. Dünya kendi bildiği düzende dönmek konusunda ne kadar inatçıysa ben de gerçek sevginin kazanacağına o kadar inanıyorum (tabi sevgi sadece iyileşmek isteyene şifa olurmuş onu da sevgimi koşulsuzca hibe ettiklerimden öğrendim)..

    Sevgili Eylül, Teşekkür Ederim..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BU DA GEÇER YA HU..

    “Eylül rüzgarı fısıldadı; insanlar, seni sadece aynı yerden kırılınca anlar..”

    Bugün en büyük korkularımdan biri için daha adım attım. Henüz sonucuyla yüzleşmedim, salı gününden sonra belli olacak. Sağlığımla ilgili bir şeyler duymaktan öyle korkar oldum ki sürekli kaçtım. Sağlığım, ilişkim, hayat rotam derken.. Duyacaklarımdan, yaşayacaklarımdan kaçmak için elimden geleni yaptım. Aslında kötü şeyler duymamak için iyi şeylerden de kaçmak bu, biliyorum..

    Korkuyla, kaygıyla, telaşla, nede ağrısıyla, stresle uyandım. Yalnız hissetmenin, kaygı dolu hissetmenin yanı sıra yaşama ihtimalim olan kötü şeyler karşısında da yalnız kalmak düşüncesi beni iyice boğdu.. Baktım ki her şey yeterince dağılmış durumda, maddi ve manevi olarak en dibe vurmuş haldeyim.. Ya boğulmaya devam edeceğim, ya bir kurtarıcı bekleyeceğim ya da korkarak dahi olsa gerçeklerle yüzleşeceğim.. Bir kurtarıcı gelmeyecek, bu boğulma hissi bitmeyecek. Prensesin kendini kurtarmak dışında bir seçeneği kalmadı.. Belki de benim öğrenme yolum buydu. Hayat kıra döke yola getirecekti ya da yoldan çıkaracaktı. Biliyorum ki sonuçlarla ilgilenmez hayat, sürecine ve seçimlerine bakar..

    Ben korktukça üstüme gelmeye, ben kaçtıkça köşeye sıkıştırmaya devam edecek. En kötü sonuç bile belirsizlikten iyidir, karar ver ve yap. Yüzleş kızım, yüzleş.. Farkındalık yaşadıkça aslında girdiğin suyun seviyesi yükseldi, sen yüzmekten korktukça su seviyesini düşürmeyecek ki. Sen çırpındıkça su sana dost olmayacak ki..

    KORKMA BEN VARIM.. Bugünlerin belirsizliği bitecek, karanlığa gömüldüğünü sanma belki de filizlenmek için ekilmişsindir.. Biliyorum korkuyorsun, biliyorum yoruldun fazlasıyla, biliyorum kırılacak yer kalmadı kalbinde, biliyorum kayboldun mana kaybının içinde.. İnan bana korkularının yerini huzur alacak, kaygılarının yerini neşe saracak, yorgunluğun dinecek, kırıldığın yerden ışıklar sızacak ruhuna, anlam kazanacak hayatın yeniden..

    İçindeki küçük kızın ayaklarını karnına çekmiş şekilde yatağın altına saklanışını fark et.. Kimse el uzatıp bulamadı onu, oysa kaybolmak için değil bulunmak için saklanmıştı oraya.. El uzat ona, sen sarıp sarmala, izin verme dünyadan korkmasına. Hatırlat ona; bıcır bıcır oyunlar oynadığı zamanları, çiçekleri ne kadar sevdiğini, konuşurken etrafa nasıl da neşe saçtığını, huzur veren bir özü olduğunu..

    Ve inanmasına yardım et; zorluklarla nasıl da baş edebilecek cesarete sahip olduğunu, kırıldığın yerlerden nasıl da sapasağlam yeniden ayağa kalktığını, kayboldukça aslında nasıl da yeni yollar bulduğunu anlat ona.. Anlat ve göster, sabırla anlat o küçük kıza, anlat ki bilsin nasıl da güzel bir kadın olduğunu.. Dünya ne kadar çirkinse o o kadar güzel kaldı, hayat ne kadar zorlarsa zorlasın o o kadar dik durdu, ve onca kötülüğün içinde her gün iyi kalabilmek için savaştı..

    Bugünler geçecek, savaşlar bitecek, bulanıklık dinecek.. O küçük kız, o muhteşem kadına dönüşme hikayesiyle gülümseyerek gurur duyacak..

    Kendine bir şans tanı, bugün beyaz papatyalar ve kahveyle başladığın güne bir şans tanı.. Belki de bunca korku sadece geçmişin gölgesidir, ve sana tutunmak için korkulu hikayeler anlatarak silinip gitmemek için seni o karanlıkta korku ve kaygılarla tutmaktan başka çaresi yoktur.. Yeni hikayeler için ilk adımı korkularının karşısında durmayı seçerek attın, ikinci adımın bunların sonucuyla yüzleşmek olacak.. Hayata derin bir nefes alarak bak, belki de korktuğun kadar kötü olmayacaktır sonucu.. Sağlığın yerindedir de, sadece biraz vitamin takviyesi alman gerekiyordur belki. Ruhun arınmıştır da, yeni bir rota belirlemen gerekiyordur belki..

    Bırak hayat sana, senden sana aksın, güzelliklerle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..SEVGİ EYLEM, GÜVEN KANIT, ÖZÜR DEĞİŞİM İSTER..

    “Kendim olabildiğim ortamların lunaparkıyım..”

    Sevmek gerek bu hayatta, bir şeyi de çok sevmek gerek. Ve korkmak gerek sevdiğin şeyi kaybetmekten, delicesine korkmak gerek. Öyle bağımlı hale gelircesine bir korkudan bahsetmiyorum çünkü bu çok yüzeysel, çok çabuk vazgeçilebilir bir şey. Ben daha derinden bir bağdan bahsediyorum, daha samimi bir yerden bağlanmaktan. Değerini çok az kişinin fark edebileceği güzellikleri keşfedebilmek, anlayabilmek, onun kıymetini kendinden bilmek aslında.. Öylece sevmek gerek yüreğini ortaya koyarak, her gün büyük küçük demeden eylemlerinle göstereceğin bir sevgi.. Çünkü sevgi eylem gerektirir..

    Güvenmek gerek, bu hayatta bir şeye kendini bırakacak kadar güvenmek gerek. Gözünü kapatıp, kendini boşluğa bıraktığında o boşluğa düşmeden seni tutacak bir şeye güvenmek.. Bu öyle birinin sana vereceği türden değil, bizzat senin seçiminle sonuçları göze alarak vereceğin bir karar olmalı. Yaşadığın travmalara rağmen, senden açılan ihanet yaralarına rağmen, doğduğun evde görülmemiş olmana rağmen dimdik durup sorumluluğunu alacağın bir seçim. Sadece seçmek değil o seçimi doğrulayacak davranışlarla kanıtlamakta gerekir. Çünkü güven kanıt ister..

    Ve özür dilemeyi gururun, egonun önüne koyabilmeyi öğrenmek gerek. Hata yaptığında, birini gerçekten kırdığında, kırdığını sen göremesen bile sana kırıldım diye savunmaya geçmek yerine bir durup düşünmek ve bir adım geri atmayı öğrenmek gerek. Tek başına özür yetmez elbette; değer verdiğin, sevdiğin, güven veren için o özrü bir çabayla taçlandırmak gerek. Kendi dünyanda koşullar seni hep meşgul tutabilir, içinde olduğun süreç sürekli streste yaratabilir lakin bunları öne sürerek kaçmak yerine bunların karşına geçip benim hayatım sizden ibaret değil diyebilme cesaretiyle gerçek sevgiye ve değerli olana 1 dakika ayırıp eyleme geçirilen küçük bir çaba göstermek belki de seni oyalan eğitiminden, kariyerinden ve bunlar aracılığıyla tanıştığın geçici insanlardan ziyade derin bağ kurduğunla kalıcı bir huzura adım atmanı sağlar. Çünkü özür değişim ister..

    Hayatımdaki insanı merkeze koyduğum için bir an bile pişman olmadım aslında. O merkezi defalarca sarstığında, uykularımı bölecek stresi ve kaygıyı yaşattığında, mideme kramp girdiğinde, kendimi zaman zaman yalnız hissettiğim anlarda bile şüphe etmedim seçimim yanlış mıydı diye.. Çünkü sevgi, güven, şeffaflık ve özür dörtlüsünü ortaya koymaktan vazgeçmeyecek kadar net bir ben koydum ortaya, gurur yapmadan, bomboş savunmalarla karşındakini geçiştirmeden, anlayarak kimi zaman anlamasam da en azından gayret ederek.. Denedim..

    Dün geceye kadar.. Huzursuzlukla ve zorla daldığım uykumdan mide ağrısıyla uyandığım gece yarısı baktım ki anlaşıldığıma dair, kırgınlıklarımın önemsendiğine dair en ufacık bir cümle kurulmamış ve bana ulaşılmak için küçücük bir adım atılmamış. Kendimi, midemi hiçe sayarak, bekleyerek zaman kaybetmek yerine yüzüme haksız yere kapatılan telefonu yine de arayarak bir gayret belki bir sevgi emaresi görme telaşıyla sarıldım telefona.. Haklı bulunduğum, sonrasında özen gösterileceğine kelimelerle ikna edilmeye çalıştığım ve elbette devamında suçlu ilan edildiğim bir konuşma sonrası anladım.. Gerçek sevgi eylem ister, gerçek anlayış akışkanlarına ve koşullarına bağlı olmadan gösterilir, gerçek özür karşındakinin alakası olmayan stresten ve onun sebep olmadığı sorunlardan arınarak kırdığın yeri telafi etme özrü davranışlarla gösterilir.. Peki bunlar gelecek inşa etmeye gönüllü insanların davranış ve sorumluluk almayı istemesidir. Zor değildir, dolaylı da değildir. Az, öz ve nettir. Peki başka şeyler için çabalayan, hiç tanımadığı insanların bile gereksiz sorunları çözmek için zaman ayıran, aslında birkaç dakika dönülmese sorun olmayacak şeylerde bile senin zamanından çalıp oraya yönelen sence sana davranışlarıyla seni nereye koyduğunu göstermiyor mu?

    Her şey yeterince net. Hayat zaten zorluklarla dolu, günümüzde hangi ülkede olursanız olun insan ilişkileri zaten samimi değil, güven duymak zaten imkansız hale getirildi, koşullar zaten sürekli stres yaratacak. Sadece sana özel değil mi, hepimiz için geçerli. Hayat hepimize zorluklar veriyor, hepimizin stresini arttırabiliyor, insan her yerde insan. Emek verene, çaba harcayana, güven verene inci gibi davranmak yerine çöp gibi hissettirmek niye! Ben niyesini artık anlıyorum..

    Sevgimi kendimden çok merkezimdekine verdim, şeffaflığın lisansını öğreterek gün gün güven duygusuna yatırım yaptım, aman ulaşılmazı oynayayım diyerek kimsenin zamanını çalmadım onun yerine hep konuşulabilir olmayı seçtim. Burnumun dikiyle, koç burcunun yetkisiyle sahip olduğum inatla yaklaşmak yerine kendime bile parmak sallayacak kadar merkezimdekine öncelik verdim.. İşte bunlar hep kendime verdiğim değer ve merkezimdekine verdiğim öncelikle ilgiliydi..

    Şimdiyse anlıyorum, kendimi ve kendimdeki değeri. baktığında limandaki gemilerde güvendedir, ama gemiler limanlar için yapılmamıştır.. Ben bu dönemde kim olduğum konusunda daha netim. Ben neyi istemediğim konusunda daha netim. Eyleme geçecek cesaretim, ortaya koyduğum güvenim, geçiştirmeden emek emek gösterdiğim çabanın bulunması zor hazine olduğunu idrak edecek kadar netim..

    Biliyorum sevgili okur, bazen zor oluyor.. Anlama yorgunlukları, mana kayıpları, koşulların yarattığı stresler, bazen anlaşılamama hissi, bazen anlamamanın sebep olduğu iletişim kazaları derken ne gerçekten değerli ne sahte ayırt edemeyebiliyor insan.. Bir şeyi hatırla; gerçekten ruhunla sevip kalbinle çabaladıysan, bir de kendi değerini fark ettiysen günün sonunda hayatın hakikati olarak gördüğün aşk seni sarıp sarmalayacak..

    İnanmayı bıraktığın an karşına yeniden çıkan, asla istemiyorum benlik değil dediğin o sıcacık yuvanın hayalini kurmanı sağlayan, ben bana yeterimden aslında demek yerine bu kadar savaşı tek başıma vermeden de dünyaya kafa tutabilirmişim dedirten şeyin derin bir aşk olduğunu hatırladın bir kere.. Çünkü sen hayata, ben sıradan bir sevgi yumağı istemem dedin ve hayatta sana senin aşkı çocuksu bir heyecanla, evrenin dili olarak gördüğünü ve o büyülü masalların gerçek olabileceğini anladığını gösterdi. Bunu hiç kaybetmemen dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..FEEDBACK DEĞİL, FEEDFORWARD..

    “Aksiyonsuz vizyon halüsinasyondur..”

    Bir iç daralmasının göğüs kafesime baskı yapmasıyla başladığım 3 eylül sabahı.. Kelimeler, göğsümden klavyeye akreple yelkovanın tam 12.12’de buluşmasında akıyor. Komplike duruyor, anlamı yok gibi geliyor ya da deli saçması denilebilecek olsa bile 3 rakamının etkisine ve anlamına inanmayı seçiyorum.. İçimi daraltan anla onu akıtmayı seçtiğim zamanın denkliği arasında bir anlam var mı şuan için bilmiyorum.. Sadece yazmamın görmemi daha berrak bir hale getireceğine inanıyorum..

    Düşün, karar ver, taşın.. Bu denklemin ‘düşün’ kısmında bir hayli yol almanın verdiği tuhaf bir yorgunluk var. ‘Karar verme’ kısmında pinpon topu gibi sekiyorum. ‘Taşınma’ kısmını söylemiyorum bile.. Böyle sanki hem her şeyi yapacak, kanatları açacak yere bakmadan göğe çıkacak hissiyle yürüyorum kaldırımlarda. Hem de yorganı kafama çekip varacağım yere vardığım gün uyanmak istiyorum.. Çabala, yol al, tırmandım say, sonra bir bak varmayı arzuladığın yerle vardığın yerin arası kilometreleriyle, saat farklarıyla dolu.. Sadece sayılardan ibaret olsa aşılması gerek yol, ayak tabanını yaralayan ayakkabıyı değiştirir bir nefeslik soluklanır ve yürümeye devam ediler.. Aşılması gereken şeyler listesinde kendi kontrolümde olan kadar olmayanlar da var. Halbuki bu listeyi düşünerek, taşınarak, kararlar vererek, kimi zaman vazgeçerek, kimi zamansa değiştirerek oluşturmuştum..

    Bakıp umutsuzluk hissi yaratan uçurumla, denemene rağmen hissettiğin yetersizlikle, emeklerine rağmen ortaya çıkan boşa gitmişlikle dolu bir an.. İki yandan çekiştiren bir duygu ve düşünce çıkmazı.. Bir taraf yap diyor diğer taraf temkinli ol, bir taraf sadece adım at diyor diğer taraf yine aynı yerinde saymamaya dikkat et diyor, bir taraf önce taşın sonra düşün artık diyor diğer taraf bunu öncesinde yaptın şimdi ne değişecek ki diyor..

    Yaşama kabızlığı yaşıyorum resmen. Küçücük bir çıkış yolu bulsa birikmiş tüm kirlilik akacak ve bir rahatlık gelecek, lakin öyle bir tıkalılık hali var ki hem akıp gitmek için zorluyor, hem de sımsıkı durmuş çıkamıyor.. İşte o sıkışmışlık halinin verdiği ağrı bir yanda, bir kurtulsam ferahlayacağım umudu diğer yanda..

    Bir kurtarıcı el, bir umut ışığı, bir nefes aralığı, bir oh be şükür heyecanı lazım tam da şimdi.. Düştüğün yerden sürekli kendini kaldırmaya alışmış olmak elbette önemli de, insan bazen somut olmasa bile bir elin uzanışını hissetmek istiyor en azından..

    Her gecenin bir sabahı var, her yolun bir sonu, her düşüşün bir kalkışı.. Bazense o sabaha aynı kişi olmayarak uyanıyor insan, o yolun sonunda vazgeçmeye karar veriyor, o düşüşten ayağa kalkarken insanın gözü ilk olarak aldığı yaralara gidiyor..

    Derler ya kendine inan diye, yetmiyor bazen, insanın sadece kendine inanması yetmiyor bazen birinin birilerinin de sana inanmaya ihtiyacını duyuyorsun.. Tabi ailem ve birkaç dostum bu konuda bana bir yıldız edasıyla göz kırpıyor gökyüzünden, karanlığın içine düştüğümde.. Tabi bazen de senin desteğini birebir görmek istediğin birisi oluyor, bakıyorsun tam bir sessizlik sarıyor o tarafı. Olsun diyorsun yine de şanslıyım ya hiç kimse olmasaydı..

    Eylül için umudum derinden geliyor olmasına karşın yorgunluğumda bir o kadar derinden geliyor.. Belki dinlenmek gerek belki de yeterince dinlenmenin verdiği bir huzursuzluk, bilmiyorum.. Bir şeyi biliyorum, her ne yaşanıyorsa bitecek..

    Sadece yolumdayım.. Kimi zaman biraz yalpalasamda, kimi zaman hayalperestçe davransamda, kimi zaman kapana sıkışmış hissetsemde sadece yolumdayım.. Bir farkla, bugünleri bugünlerde yapılanları ve olanları ya da yanımda olmayanları hatırlayarak..

    Sürekli geri bildirim değil, biraz da yapıcı ve çözümcül davranışla yaklaşılmasının zamanı.. Öncelikler, verilen değerler, kurulan hayaller ve edinilen amaçlar yeniden rotası oluşturuluyor.. Varış noktasında görüşmek üzere..

    .. SEVGİLERİMLE..

  • ..VE EYLÜL 1, HOŞÇA GEL..

    ” 🧚🏻Bugün Manifestliyoruz🧚🏻 “

    Bugünün 11 yıl sonra ilk defa pazartesiye denk gelmesi oldukça huzurlu ve inanç tazeliyor benim için.. Pazartesi, 1 eylül, annemin doğum günü ve çürük dişimin birinden kurtuldum..

    Anlam vererek, yine de kendimi çok kaptırmadan hayatın akışını kabul ederek, çabalayarak, yine de zorlamadan, sabahları günü ve güneşi gülümseyerek karşılarken, yine de gözü kapalı bir hayalperest olmadan, ruhumu sonbaharda ilkbahar misali tazeleyerek, yine de sıfırdan başlamak yerine öğrendiklerimin ve tecrubelerimin üstüne koyarak yaşanacak bir Eylül 2025 ferahlığı..

    Bugün, dünü ya da yarını değil de olasılıklar alemine olmasını istediğimiz güzellikleri fısıldayalım istiyorum..

    Kimimizin aşk, kimimizin kariyer, kimimizin para, kimimizin aile, kimimizin eğitim derken aslında mutlu olmayı arzuladığımız birçok alan var hayatta.. Sahip olduğumuz an daha mutlu olacağımızı düşündüğümüz.. Bense bugün sahip olduğunuz şeylerle mutluluğu hissedip, sahip olma hayalini kurduğumuz güzellikleri düşleyelim istiyorum..

    Yılın bitmesine son 4 ay kala şöyle bir nefes alarak girelim..

    Mesela bugün dişimi çektirip güne böyle başlayınca aklıma bir fikir geldi. Sadece ağzımdaki çürük dişi çektirmekle kalmayıp aklımdan da çürük bir düşünceyi, hayatımdaki çürümüş bir alışkanlığı, özümde çürümüş bir travmayı, rutinimde çürümüş davranışı, sosyal çevremde çürümüş insan ilişkilerini çekip atmak gibi.. Bugün bunun ilk adımı.. Öyle ince eleyip sık dokumayla da yapılmayacak kadar basit bir söküp atma.. Mesela; düşünce olarak harekete geçmeme ket vuran kaygıyı, sağlığıma iyi gelmeyen yeme/içme alışkanlığını, kendime uyguladığım self sabotaj travmasını, sürekli ağırlık taşımama sebep olan davranışı, ha birde birbirimizin hayatına katkı sağlamadığımız insan ilişkilerini..

    Son 3-4 yıl öğretici geçse de bir hayli zorlayıcıydı da. Ağustos ise karar vermem konusunda daha net ve gerçekçi bir ay oldu. Sadece ne istediğimi bilmenin yetmeyeceğini, bildiğim şeyler konusunda emin olmam gerektiğini ve emin olduğum an harekete geçmemi öğretti.. Eylül bu hareketliliği desteklecek bir havayla geldi aslında.. İlk gününe pazartesiyle başlayarak diyet bozanlardan mı olacaksın yoksa diyetine istikrarlı devam edenlerden mi olacaksın dercesine..

    1. Küçük bir adım, büyük planın en önemli parçasıdır.
    2. Seni mutlu eden küçük rutinleri her gün uygulamaya özen göster.
    3. Senin değer verdiğin şeylere kendi çizgileri dışında kalsa bile değer verenleri yakınında tut, çünkü önemsedikleri şey senin mutluluğundur, kendi kuralları değil.
    4. Plana sadık kal, motivasyona değil.
    5. İşler yolda değişebilir, hayatın çekirdeklerini ayıklayamazsın.
    6. Koşulların seçimlerinin önüne geçmesine izin verme, seçimlerinle koşullarını oluşturacak bir özün var, hatırla.
    7. Gözlemle, paylaş, sahip çık. Hayatı kadere teslim ederek senden çalmasına izin verme.
    8. Ve sev.. Bu hayatta en çokta sevmek ruhunu doyuracak, sevilmek güzel lakin bu hayatta sadece kendi sevginden emin olabilirsin.
    9. Sana söylenenlerden çok sana nasıl davranıldığına bak, gerçekler kelimelerden çok davranışlarda gizlidir..

    Yaşanılması gereken yaşandı. Yaşanılacak olansa gizemini koruyor. Bu gizemin tadını çıkar.. İş, beklentilerini karşılayacak kadar hatta fazlasını sunacak kadar iyi seçeneklerle gelecek. Eğitim, kendine katkı sağlamayı ve iyi gelmeyi seçtiğin anlarlada büyümeni sağlayacak. Arkadaşlık, sosyalliğini ve keyfini destekleyecek. Aile, güvende hissettiğin en temel çatı. Ve elbette aşk; seni sadece büyütmeyecek aynı zamanda ruhunu besleyecek, beklediğinin dışında sürprizlerle seni çevreleyecek, değer verdiklerine anlam katacak, huzurunu çoğaltacak, sadakatin anlamını baştan yazacak, ışığını görünür kılacak, o büyülü masallardakinden daha gerçek bir hikayeye bürünecek..

    Hayalperestlikle gerçeklik arasında bir köprüde, ayaklarımı uzatmış çekilen dişim dolayısıyla içtiğim ılık kahveden tat almaya çalışırken düşlüyorum her bir şeyi.. Ruhumu düşlerin sıcaklığı sarıyor, ayaklarımsa gerçekliğin dans ritmini yavaş yavaş hissetmeye başlıyor..

    Hikaye nelerle devam eder bilinmez lakin artık nelerle yazılmasını istediğim görünür olmaya başladı..

    Ve sevgili Eylül, hoşça gel.. Heveslerim kursağımda kalmadan, hayal ettiklerime ket vurmadan, neşemi ve ışığımı çoğaltarak gel. Ve şükür dedirterek git..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..HEP BEN DEĞİL, BİR KERE DE BİZ..

    “Anladım sandım, anlaşılmayı beklerken anlamayı unutmuşum..”

    Neyse ki artık eskisi gibi idrak etme konusunda zamanımı tüketecek kadar bol keseden harcama yapmıyorum.. Aslında tatlı dille anlatılınca anında kavrayan zihnim işin içine tartışma ve anlaşılamama duygusu girince açıklamalarla ve anlatma çabasıyla boğulurken anlama işini erteliyor..

    Önceleri anlamaya zaman harcamakla kalmaz, hep bir suç ve suçlu da arardım. Çünkü yaptığımın doğruluğundan eminsem hakkım olanı almalıydım.. Oysa durum pekte öyle değilmiş, haklı olmak değil mutlu ve huzurlu olmakmış asıl mesele.. Bana yapılanlar kadar, kendi yaptıklarımı da açık yüreklilikle anlamaktan hiç gocunmadım. Çünkü asıl istediğim gerçeği bulmak oldu. Bunun yoluysa dürüstlükten geçiyordu, en çokta kendine dürüst olmaktan.. Elbette kalem kimdeyse onun haklı, kahraman ya da ne bileyim mağdur olması pekte kaçınılmaz. Sonuçta kendini deşmiş, yüzleşmiş, ilmek ilmek ortaya bir eser koymuşsun kendini gururlandırman hakkın..

    Lakin bu sefer kalem benim elimde olsa da kahraman başkası.. Çünkü ben inatla bir  pencereden bakmaya çalışırken bana kadim krallığımı ne denli ihmal ettiğimi gösterdi. Acıtarak belki, hatta kanatarak kimi zaman. Lakin kraliçe kendini çekerse imparatorluk çöker, deyişini ben duymayınca o da başka yol bulamamış..

    Her sözünde beni suçlandığını sanarak savunma yapmalarım, bak ben bu olanlara ses çıkarmadım derken beni yargılandığını düşündüğüm için aslında ‘ses çıkarmadım çünkü sana güveniyorum’ demesini bir an için anlayamayışım, beni duymuyorsun deyişindeki kırgınlığı pekte fark edemeyişim.. Ah be kızım tamam haklısın kırıldın, haklısın bir takım sarsıntılar yaşadın, haklısın anlaşılamadığını hissettiğin için daha da çırpınarak anlatmaya çalıştı, harbiden haklısın.. Yahu tamam haklısın, haklısın da, eeee!

    Baksana şu hale. Baksana kırgınlığa sıkı sıkıya tutuntukça daha da keskinleşmene. Keskinleştikçe kesip kanayan yerlere.. Kan kaybediyorsun. Kan kaybettikçe görüşün bulanık bir hal alıyor. Dur lütfen, anlaşılmak kadar anlamak önemli değil miydi.. Tamam kırıldın, beklemekle mi geçecek bu. Tamam kızdın, bağırarak çözülecek bu. Hem sen sahip olduğun hiçbir şeyi altın tepsiyle almadın ki. Neşen, ışığın, enerjin, anlayışın, hayatın yoluna çıkardığı kırmızı ışıklara anlam yükleyişin, yeşil ışığa gülümseyerek ‘bak hayat bize yol veriyor’ demelerin, gecikiyorsak zamanında orada olacağız diye inanışların derken hepsini ilmek ilmek kazandın.. Oluyor mu böyle..

    Sen sabah gülümsemeyle uyanır tatlı tatlı kahvaltıyla uyandırırdın, sen şarkıları açar klip çekecesine dans ederdin, bir tatlı sözle gönlün hemen alınırdı, bir küçük hediyeye dünyaya sahip olmuş gibi sevinirdin..

    Bak şimdi kendine de yüklenme çünkü sen bu değildin seni biraz da bu yaptılar. O yüzden öyle tek başına yükü omuzlamak yok, zaten bunu yapacaksan o yükten arındıktan sonra kimseye de gerek yok.. Ben gardını al, tek başına baş et, fedakarlıklarla kendine yüklen demiyorum.. Zaten kendimize bunların sözünü de vermedik mi. Anlaşıldığımız yerde mutluyuz lakin anlamalıyız da, güvende hissettiğimiz yerde huzurluyuz lakin güveni canlı tutmalıyız da, doğrudan iletişim kurdukça sağlıklı ilişkiler kuracağız lakin muhatap alanlarla..

    Bak bu senin en önemli adımın. Anladın, anlıyorsun da bu sefer anlamakla kalmayacağının sözü bu adım.. Lakin hatırlayacaksın da..

    Sürekli sorgulayarak güvenmeye çalışmaktan vazgeç, güven veren zaten kendi isteğiyle şeffaf olacaktır hatırla. Gününü merak ettiğin ve sorularından dolayı sıkılanı değil ‘beni merak ediyor mutluluğu’ yaşayana harca merakını. Kırıldığında telafi edilmesini bekleme anlat, bırak ve gözlemle değer veren zaten önce kırgınlığını telafi eder köşeye geçip beklemez. Ha bu sadece senin için geçerli değil en çok ben kırıldım, önce ben telafi edilmeliyim demek yok çünkü bu sadece yoracak. Hepimizin en temel ihtiyacı anlaşılmak yine de anlaşılmayı beklemekle sevgiyi ertelemekten vazgeç, unutma sevgi kendi içinde en çokta çırpınmaya gerek duyulmadan anlaşılır kılar ruhu. Ve yine hatırla sevilmeyi istemek güzel, sevmek daha güzel o yüzden anlamaktan vazgeçme.. Senin kaygıların kadar başkasının da korkuları olabileceğini hatırla. Senin ihtiyacım var demeyi yeni öğrenmen gibi bu ihtiyacına nasıl karşılık verileceğinin de yeni öğrenilebileceğini hatırla.. Sen onca yolu mücadele ederek geldim diye herkesin aynı yerden görmesini bekleme, kim bilir belki onlarda başka yerin savaşından gelmiştir belki oraya.. Ha birde sevme şeklin güzel kızım sen kırılan kalbine rağmen bir cesaret yine sevmeyi seçtin diye, sen cüretkar bir şekilde sokakta aşkınla dans etmeyi seçtin diye karşındakinin de aynı şekilde gelmesini bekleme. Belki de o da seninle öğrenecektir dans etmeyi, izin ver sadece. Seninle dans etmeye varım demekte onun sevgi lisanında büyük bir cesaret adımıdır belki, bunu gör.. Sen mutluluğu ve aşkın her yerde ve herkesle paylaşmayı sevecen bulabilirsin, belki de bu karşındakinin kaygılarını arttırıyordur, orada iyi bak seni mi gizliyor yoksa başkalarının tepkisi mi onu geriyor bunu iyi anla, çünkü seni gizlemesi sana değer vermediğinden ha seni gizlemiyorsa ona zaman tanı belki de onu strese sokacak kadar büyük değildir biz diye bağırması lakin bunu kendisinin istemesine izin ver.. Ha bir de şu öncelik meselesi var, yahu tamam sen merkezine aşkı koyuyorsun da bak gönyen nasıl kayıyor ufacık bir çelmede.. Gözlemle, belki de gerçekten onun önceliği de sensindir, sadece bunu kendi öğrendiği sevme şekliyle yapıyordur, bunu gör bunu anla.. Merakını tatlı bulan, sorularına gülümseyerek yanıt veren, çırpınmana gerek kalmadan anlayan, niyetini sorgulamayan, desteğin ve takdirini kıymetli bulan, şu dönemde en çokta güven ve sadakat konusunda gözü aç olmayan, sana şarkılar söyleten, dans ederek mutfağa giren, senin çoğu insana tuhaf gelen ritüellerini tatlı bulan bir aşk.. İlişki sorumluluk ister tatlı kızım ve bu sorumluluğu bir kişi almaz..

    Sen sevginin iyileştireceğine inanansın.. Sevmekten vazgeçme.. Sevginin nelere sahip olması gerektiğini bilensin, bunları hatırla.. Hem geçtiğimiz yıllarda neyi öğrendik çırpındıkça batarsın, gerçek sevgi çırpınmayla var olmaz.. Emekle, çabayla, anlamakla, anlaşılmakla, güvenle yani tek tek inşa ederek olur.. Kaygılar olacak, korkular da, zaman zaman kırgınlıklar.. Bunları masaya koyarak afiyetle yemek yemeyi bekleme.. Anladın, anlam yorgunluğun anlaşılamama yalnızlığına terk etti seni.. Şimdi anlamakla kalmıyorsun, anladığını göstermek zamanı.. Herkesi kendi sevgi dilinle sev, seniyse sevmelerini istediğin gibi bekleme. Kim bilir belki de beklediğinden daha güzeli gelecek.. Kim bilir belki de senin öğrendiğin, senin kendi yolunda inşa ettiğin şekilden daha büyülü bir sevilme hali vardır.. Anladım diyerek, bekleyerek değil gerçekten anladığını ortaya koyarak hayata bir adım daha at..

    Ve ben seninle gurur duyuyorum, vazgeçmeyişinle, her gün yeniden öğrenme çabalanla.. Sadece artık anla; hayat seni iki kere boğdu ilkinde kafanı yüzeye çıkarmayı başardın, ikincisinde sudan çıkmayı başardın. Bu üçüncü boğma hissi, uyandın. Şimdiyse sadece farkındalıkla, anlamakla, anlaşılmayı beklemekle kısmını yüzeye çıktığın kara parçasına bırak.. O göle gir, yüzmeyi öğrenmek istiyorsan yüzmeyi öğrenmeyi istemek yetmez, hatta yüzmekle ilgili okumak dinlemek izlemekte yetmez.. Suya girmeli, kendini teslim edecek cesareti göstermelisin..

    Kadim krallığının sevgili kraliçesi, imparatorluğunu yeniden yeşertmek istiyorsan, istemekle ve anlamakla yetinmemelisin..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..YOLUNU KAYBETTİYSEN, IŞIĞI AÇIK BIRAKACAĞIM..

    Kadın aynadır, erkek ne verirse onu yansıtır. Gördüğüm bu söz aşk ve ilişkiler üzerine yazma isteği uyandırsa da içimde aslında daha derini yazmayı, derinden anlatmayı seven kız çocuğu alacak bugün eline kalemi.. Kadınlar karar verene kadar, erkeklerse anlayana kadar ömür bitiyor demiş Ruhi Mücerret. Bu sözün her sene farklı versiyonunu gören ve her seferinde bu cümlenin gerçekliğini yaşayan biri olarak kesinlikle katılıyorum.. İstisnalar var elbette, bu cümleyi oluşturan sınırları aşmış insanlar da var.. Onlara selam olsun..

    Zihinsel ve ruhsal gelişimime yatırım yapmanın beni taşıdığı yerden memnunum, lakin bu memnuniyet evrilmek istediğini içsel sancıyla ve ruhsal varoluş acısıyla kendini gösterdiğinden beri hayli zorlanıyorum.. Artık daha net görüyorum kendimi, daha net duyuyorum ruhumu. Mesela yaralarımın kanamalarını, kaygılarımı nelerin tetiklediğini, gerçekten neyin beni mutlu edip neyin sadece öğrenilmiş bir edinim oluşunu, mesela neyi ne niyetle yaptığım konusunda emin oluşum eskisi gibi manipülasyon oyunlarına gelmemi engelliyor. Elbette kolay olmadı hatta yıllarımı aldı, sadece zamanımı da değil neşemi, enerjimi, inandığım şeyleri derken birçok şey dağıldı ortalığa.. Üzerime yıkılan enkazsa kaldırması en güç şeydi.. Bir bahar temizliği edasıyla geldim bugüne demek isterdim lakin öyle olmadı, ben ne kadar anlatırsam anlatayım cehennemden geçmeyen ateşin sadece yakacağını tahmin eder, ne kadar yaktığını ve ne derece sıcak olacağını istese de bilemez.. Bana kalırsa bilmesin de isterim, öyle sancılı bir yol çünkü.. Sadece kendini iyileştirmek değil mesela, ya da ihtişamlı bir yıkılış da değil. Bu öyle bir yol ki çoğu şeyden de mahrum kalıyor insan; eğitimlerden, hayatın eğlencesinden, kendini geliştireceğin hobilerden, belki yeni yerler keşfetmek ya da farklı diller öğrenmek derken hayatın içinde olan ne varsa işte.. Şimdi ben size zor desem ne fayda ki. Bir yandan kendini iyileştir, diğer yandan hayatta kalmaya çalış, öbür yandan da hayata geç kal.. Hiçbir şey için geç değil zırvalarını bırakalım, elbette her gün bir adım atarak başlanabilir bu doğru, lakin iş sizle ve kendinizi disiplinli biri kılmakla bitmiyor ki, hayat siz yaralarınızı sarıp kendinizi iyi ediyorsunuz diye beklemiyor. Değişiyor, dönüşüyor, dün mümkün olanlar bugün zor oluyor derken tam bir Meksika Çıkmazı..

    Ne büyük ironi, kendin yaratmadığın travmaları ve kendin açmadığın yaraları tek başına aşmak ve iyileştirmek zorunda olmak.. Hayatın tuhaf bir ikirciliği var. Artık bunu görebiliyorum, anlayabiliyorum. Bu da beni bahanelerin arkasına saklanmaktan, koşulları bahane ederek sorumluluk alma işinden kaçmaktan alıkoyuyor..

    Velhasıl bugüne kadar geldim.. Sınırlarım olmadığını anlayınca yavaş yavaş sağlıklı sınırlar çizmeyi öğrendim, dostluk ve arkadaşlık konusunda herkesi sever güvenirim kızı olmakla birlikte daha net tavırlar ve hak ediş olduğunu anladım, aile konusunda zorunluluk değil gerçek bağlılık ve sınırlar konusunu fark ettim, aşk konusunda hiç sormadığım sorular sorup gerçekten ne istediğimi anladım.. Peki bunca farkındalık ne işe yaradı? İnsan farkındalık yaşayınca hayatı gül bahçesi olacak sanıyor, evrenin sırrına vakıf olmaya başlayınca dans edercesine yaşayacağına inanıyorsun bir an.. Aslında pekte öyle olmuyor, hatta içsel sıkıntılar ve ruhsal sancılar daha da artıyor. Çünkü önceden otomatikleşen seçimler ve tepkiler yerini sebebini anladığın bir açıklığa, karşındakileri daha çıplak görmeye başlamak tam bir lanet. Çünkü hem anlıyorsun hem acısı katlanıyor.. İşte tam bu noktada ikinci aşama başlıyor; sevmek, minnet duymak, anlamak, empati yapmak kıymetli evet lakin bunları hak edene vereceksin. Otomatik pilota geçen alışkanlıklar hayatına hizmet etmiyorsa koleksiyoncu gibi sahip çıkmak yerine yerine yenisini koyacaksın, sınırlarına saygı duymayanı kendi çemberinde bırakacaksın, elbette anlatacaksın paylaşacaksın baktın karşında muhatap yok tatlı bir gülümsemeyle sessizce uzaklaşacaksın.. Bunlar ailemle olan bağımı sağlamlaştırırken, dostluk konusunda daha güvenli ilişkiler kurarken hop bir boğulma hissi ortaya çıkıyor. Yetmiyor, bitmiyor, ne kadar ben oldum dersen de o kadar eksiksin diyor hayat.. Artık geriye de dönemezsin o boş mutluluk getiren aptallık sınırını geçmişsin çünkü. Hayatta akmaya devam etmiş.. İnsan ne yaşadığını biliyor da yazarken bile boğuluyor..

    O eksiklik vurdukça yüzeye yine bir seçim zamanı diyor özü insanın.. İşte geçen eylül çokta düşünürek sayılmaz lakin o seçimi yapıp hayatmış, emekmiş, yıllar geçmişmiş, hayata geç kalmışmışım demeden yapılan o seçim.. Akabinde yüzeye çıkan katarsisler, hareketsizlik hali, kararsızlıklar, başlamayı bilmediğin yollar.. Lakin suya atılan taş dibe çöktüğünde, suyun bulanıklığı azalmaya başladığında tamam diyorsun yeniden güneş belirmeye başladı.. Hakikaten de öyleydi biliyor musunuz..

    Emeğimin karşılığı olmayan işimden istifa etmiştim, dostluk konusunda kaliteli vakit geçirdiklerimle sohbet ederken tasrif etmediklerimle arkadaş sınırında kalıyor, misafiri olduklarımda bile samimiyet dozumu çizgimi bozmadan ayarlıyordum, bunların dışında iyi gelmeyenlerle zaten yolları ayırmıştım. Hiç inancım yok diyerek kafamı bile çevirmediğim, arayışımın olmadığı ve ne istediğimi bildiğim aşk konusundaysa hayat son dakika golünü atıp bana yeni yaşımın en büyülü hediyesini vermişti.. Tabi benim kendini hemen bırakmayan, yeniden yara almamak için güzel şeyleri bile görmekten korkan, hiç kimsenin kaygılarımı tetiklemesine izin vermeyeceğim dediğim canım kendim.. Başlarda biraz savaşan, aman yaralarımı görmesin diye, kendim hallederim diye güç gösterisi yapmaya alışmış, kontrolü elden bırakınca yeniden düşeceğini düşünen içimdeki o tatlı kız çocuğu.. Yavaş yavaş güvenmeyi de, aşka inanmayı da, kendini açmayı da, kontrolü bırakmayı da nasıl da zorlu ve sıkışarak öğrendin.. Tam da ruhum şarkı söyleyemeye başlamıştı, kimi zaman slow kimi zaman 9/8’lik lakin hep bir müzik çalıyordu.. Tam dedim ki sanırım bu sefer oldu, bu sefer hakikaten değdi..

    Hayat yeniden boğazıma sarılana kadar, sadece uyuyormuşum aslında.. Uyku tatlı, rüya büyüleyici olunca uyanmayı öyle istememişim ki nefessiz kalana kadar sıkmış hayat boğazımı.. Büyük bir kalp çarpıntısıyla uyandım, elim boğazımda, gözlerim dolu, nefes alabilmenin gücünü ciğerlerime hissettirene kadar burnumdan soluyup durdum..

    Kontrol ettim önce o ana kadar emek emek, ince ince işlediğim her şeyi.. Aile konusunda tamam, dostluk tamam, iş konusu hala emeğime değecek bir adım atılması gerekiyor, ve aşk işte buldum.. Nefesim düzene girene kadar bir buçuk hafta kadar geçti. Bağırıp sesimi duyurmaya çalıştığım da oldu, sükunete sığınıp anlaşılmayı beklediğimde. Görüyordum geçmişinin yaraları, bugünün stresini, seçtiği hayatın içindeki öncelikleri derken görüyordum.. Konuştum, küstüm, ağladım, kızdım yani denedim.. Şimdiyse emin olduğum şey artık; çözüm ararken savuşturulan savunmaların, yaptıklarımı eleştirmenin, kaygılarımı bile isteye tetikleyişinin, yaralayıcı ve yargılayıcı cümlelerin karşısında suçlu hissettirme çabalarının benimle ilgisi olmayışının.. Şöyle elbette insanım hatalar yaparım, kırıcı konuşurum bende etten kemikten ama aramızda kocaman bir fark var! Ben yargılamam, ben suçlu hissedilsin diye kırıp dökmem, yaptıklarımda vicdanım rahattır çünkü ihanet etmem, haklı çıkmak için karşımdakini darmaduman etmeye kalkmam..

    Mükemmel miyim hayır, olmayı ister miyim, hayır. Kusurlarımla varım! Bu beni eksik yapmaz, bu beni suçlu yapmaz, bu beni nitelendirmeye etiket koymaya çalıştığın kişi de yapmaz.. Kendini kabul eden birinin karşında en çokta kendini olduğu gibi kabul edişi, hatalarını telafi etmek çabası ve her şeye sevgiyle bakma arzusu sende öfke uyandırıyorsa o seninle ilgili bir problem.. Zaten hep böyleymiş, insanların şeffaflığına önem vermem de bu yüzdenmiş..

    Yüce gönüllü, aziz, kutsal bir alim olma çabam yok.. Hiç olmadı! Bir sevgiye inancım var her yarayı sarışına inanıyorum, çünkü nerede yara görsem benden bilip gerekirse kendimden sakındığım sevgimi çıkarıp heybemden sunuyorum.. Bir güvene inancım var, kimsenin kalbine şüphe ekmemek için kendimi sokakta bırakacak kadar tedirginlikle davrandığım, bir sadakate inancım şöyle bir dönemde bulmasının en pahalı şey olduğuna şahit olduğum..

    Kusura bakmayın.. Kendimle savaşırken yanınızda olma çabam eksik kaldıysa, kusura bakmayın yaralarımla depresyonumla baş etmeye çabalarken diplomalarıma yenilerini ekleyemediğim için, kusura bakmayın böyle bir dünyada kendim olma savaşı verirken sizi anlamakta bazen zorlandığım için ve kusura bakmayın bunca şeyi tek başıma yaşarken bekletimin pahalı hediyeler, para, pul, statü, ev, araba olmasını istemediğim için..

    Ve kusura bakın.. Sevgiyle yaklaştığımda canımı bile isteye yaktığınız için, kusura bakın bu beni üzüyor dediğim şeyleri tekrar etmenize ses çıkarmadıkça kendinize bunu hak gördüğünüz için, kusura bakın kaygılarımı sesli anlatacak kadar güvendiğim halde bile isteye oradan vurduğunuz için ve kusura bakın en kıymet verdiğim şeyleri sevgiyi, sadakati ve güveni gözünüzü kırpmadan yerle bir edecek cesaretiniz olduğu için..

    Bugün biter. Eylül gelir yeniden. Ben kusuruna bakanla kusurlarını görmezden geleni ve telafi etmek için emek verenle yerle bir etmek için çabalayanı tüm gerçekliği ve çıplaklığıyla görürüm elbet.. İşte o an, dünden farklı olacak çünkü artık neşesiyle, zamanıyla, enerjisiyle bedel ödeyen olmayacağım.. Savaşarak kazandığım ışığımı hak edenler için, onların kayboluşunda yolunu bulması için harcayacağım..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..GORDİON DÜĞÜMÜ VE ÇÖZÜMÜ..

    “Ve ikinci kez aşkı seçiyorum..”

    Bir süredir düşünüyorum, hatta tek yaptığım da bu.. Aklımda geçen zamanla evrenin atmosferinde akan zaman arasında boşlukta salınarak, kendimi boşluğa bırakarak sadece düşünüyorum.. Neydi, ne oldu, ne olacak? Ne olmalıydı, ne olmasını isterdik, ne olmasını sağlayabiliriz?

    Dünyaya kafa tutmakla kendine savaş açmak arasındaki en büyük fark şu; dünyaya kafa tuttuğunda düşmanın bellidir, savaştığın cephe ya da savaşma sebebin bellidir lakin kendinle savaşmak öyle mi! Ne zaman avantaj sağladım desen hop bir çelme yerdesin, hangi cepheye gidersen git kazansan da kaybedensin, düşmanın da sensin müttefikin de, kozların da belli stratejilerinde.. Göğsünde bir mağlubiyet ordusuyla ne olduğunu anlamadan bir barış bir savaş diye diye kendini alt etme aynı zamanda kendini kazanma savaşı..

    Birkaç gündür düşündüğüm bunlarken aynı zamanda bunlarında dışında bir anlam arayışıydı.. Defalarca ölçsem tartı bir eksik bir fazla dedi, muhasebe yaptım defalarca bir alacaklı çıktım bir borçlu, dur dedim bildiğim yoldan gideyim yazarsam akıtırsam görür, anlar ve çözerim hemen kalemi aldım elime akıttım içimi, yine hesap tutmadı..

    Öyle düğüm olmuş ki emek emek çabalasam da, tüm zamanımı enerjimi akıtsam da yine çözülmez bir ‘Gordion Düğümü’ vardı karşımda.. Zihin kıvrımlarımla adeta vals edercesine düğümleniyor, her sorgulayışta ve çözme girişimde adeta ayaklara basıyordu. Bildiğim her yolu denedim; konuşarak anlatmayı, yazarak aktarmayı, sorgulayarak gerçeği bulmayı, analiz ederek çözmeyi, susarak gözlemleyi.. Öğrendiğim her yolu denedim, denediklerim düğümü çoğalttıkça yeni yollar aradım..

    Meğer yeni problem buymuş, beraberinde çözümü de getirmiş lakin yukarıda bahsettiğim çözüm yollarına alışık bir ben ve önümde çözülmeyi bekleyen koca bir düğüm yumağı duruyordu.. İrdeledikçe cevabında gözümden kaçmasına sebep olduğumu anlamam zaman aldı. “Hiçbir şey apaçık ortada olan kadar altıncı değildir” diyen, Sir Arthur Conan Doyle geldi aklıma bir anda. Serbest çağrışımla hemen arkasından Sherlock belirdi ve o cevabı bulduğunda attığı kibirli gülüşünü fırlattı suratıma..

    Aha etkisi.. Zihnim öyle alışmış ki karmaşık yollara, büyülü ve gösterişli hikayelere düğümün ihtişamı gözlerimi kamaştırınca tek bir şeyi düşünmemişim; bazen bazı cevapların ve hikayelerin süslü ve uzun yollara ihtiyacı olmadığını.. Problemin büyüklüğü ve karmaşıklığı karşısında, çözüm bir o kadar basit ne göz önündeydi, Büyük İskender’in kılıcı.. Zihnim tam düşünüp sorgulamaya başlayacaktı ki, yerden aldığım kılıçla düğümü kestim..

    ‘Gordion Düğümünü kesmek’ işte oldu.. Ruhum derin bir nefes aldı, bedenim tüm tetiklenmelerini bir anda bıraktı, gözlerim doldu ve birkaç derin nefes sonrası kendimin tüy kadar hafiflediğini hissettim.. Ara sıra kendimi köşeye sıkıştırmama sebep olan neydi peki, düşünmek..

    Daha da berrak bir yön belirmeye başladı önümde, yol ve son görünmüyor olsa bile, yön kendini göstermeye başlamıştı.. Yıllarca hediye gibi sunulmuş düşünme lanetinin yükünü anlatamamak ve üzerimden atamamak. Şimdiyse anlıyorum, bu laneti ben seçmemiştim, zaten verilirken de bana soran olmamıştı.. Oysa şimdi seçme şansım var, bana verilenle ne yapacağımı seçme özgürlüğü..

    Neşeyi, güldürülen olmayı, anlaşılmayı, saatlerce susmadan sohbet etmeleri, stresimizi gevşetenleri severiz hatta bu ilk aşktır, ki bunu herkes sever sevmesi en kolay haldir.. Oysa zaman devreye girer, maskeler düşmeye başlar, sakladığımız yaralar görünmek istercesine yavaş yavaş ortaya çıkar, saklanılan yönler ortaya çıkar, kaygılar ve güven sorunları görünmeye başlar,. romantizm yerine sessizliğe bırakır kimi zamanda işte bu önüne iki seçenek çıktığı ve karar verecek olup sorumluluğunu alarak sonucunu yaşayacağın gerçekliktir.. Çoğumuz, özellikle de şu dönemde kendini göstermeye başlayan bu gerçekliklerle karşı karşıya geldiğinde vazgeçer, pes eder, gitmeyi seçer. Kalmak kabullenmek ve bu gerçeklikle yaşamayı seçmektir ve bu bir cesaret işidir aslında.. İşte o yol ayrımında, o düğümle burun buruna geldiğim ve ne kadar çabalarsam çabalayayım çözemediğim, sanırım vazgeçmem gereken an bu an dediğimde Sir Arthur’un kaleminden çıkan bir cümleyle sarılmam beni sakinleştirdi..

    Şimdi bir seçim zamanı daha benim için.. Aşkın kusursuz halinden, kusurlarıyla severek ikinci kez aşık olma seçimi.. Meğer öyle uzun zaman olmuş ki gerçek bir cesaret adımı atmayalı, en son geçen eylül ayında 10 yıllık tüm emeğimi, birikimimi, inşa ettiğim hayattan istifa ettiğimde bu kadar cesur hissetmiştim, yeni bir eylül arifesinde ikinci büyük cesur adımımı atıyorum.. O büyülü, ihtişamlı ve çabucak olan aşktan yenisine geçiş.. Kusurlu, sınayıcı zaman zaman göz dolduran lakin büyüten, ilerlememi sağlayan, anlaşıldığımı bildiğim, gün içinde ne yaşanırsa yaşansın uykula güvenle dalmalı sağlayacak olduğunu bildiğim, ve en önemlisi artık kontrol etme yükünü bırakabileceğim..

    Kimi zaman görüyorum kimi zaman gördüğümü sanıyorum. Kimi zaman anlıyorum çözdüm diyorum, kimi zamansa boğum boğum ediyorum.. Lakin her yeni gün kendime yeniden şans veriyorum..

    Sevgili Eylül, ben bir adım atıyorum.. Baharınla gelmeni diliyorum..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KABULLEN, TEŞEKKÜR ET, VEDALAŞ..

    “Bugün bir söz verdim, kendime..”

    Yüreğim bir telaşın içinde. Görüyorum, anlıyorum da. Lakin kabullenmek zor, kabullenmek vazgeçmeyi gerektiren bir adım bu sefer.. İnsan hiç veda etmek istemediği şeyle sımsıkı sarmalanmak istiyor, sıcaklığını güvenini hissetmek istiyor. Hayatınsa planı başka, hissediyorum. Henüz sonunu göremiyorum lakin hissediyorum.. Sımsıkı tutunmak, anlaşılmak için dil dökmek faydasız artık, faydası olsaydı bu kadar çırpınma olmazdı çünkü..

    Şöyle bir anılara göz attım bugün, paylaştığım çoğu şeyi silerek başladım güne. Bazı videolar, fotoğraflar o an ne denli keyif aldığımı gösteriyor olsa da o anlara ait olanlardan kalan yoktu. Ben de bana ait olmayanı o anlarda bıraktım.. Şimdi bugün bununla yetinmek mi gerek yoksa bir gayret cesaretle her şeye aynı tarifeyi mi uygulamalıyım..

    Aslında bir cümle bu soruma cevap oldu biraz önce telefonla konuşurken “o mekanda kahve içerken de böyleydi, bazı şeyler değişmiyor” cümlesi anlık kendime yüklenmeme neden olacak gibi olsa da gerçeklik tüm çıplaklığıyla önümdeydi.. Anlaşılmama, görülmeme ve duyulmama hissi.. Evet tam olarak buydu, o gün de beni yıkan bugün de hislerimin üzerine bir yük gibi çöreklenen.. Oysa bir köşede anlaşılmayı da beklemiyordum ki, neye ihtiyacım varsa neyi bekliyorsam dile getirmeyi öğrendim. Yine de kabullenmem gerek, söylemek ve istemek yetmez verecek olanın da buna gönlü olmalı..

    Ben anlaşıldığı yerde bülbül gibi şakıyan o şen şakrak kadın. Ben gözlerinin içine bakıldığında neşeyle, heyecanla dans edercesine yaşayan o küçük kız çocuğu. Ben ruhuna güven ve şeffaflıkla el uzatana kadim krallığını emanet edecek cesarette o dimdik duran tatlı şımarık..

    Biliyor musun işte benimle yaşamak bir karnaval havasında ömür geçirmek derken en çokta bu yönlerimi kendim gölgelemişim.. Halbuki öyle gösterişli hava atarcasına taleplerim olmaz kimseden, öyle maddiyatla büyüle beni triplerine de girmem. Benim ruhuma giden yol gerçeklikten geçiyor, benim kalbimi samimi sevgi fethediyor, benim zihin dehlizimde şeffaflığın hükmü geçiyor..

    Ben artık affediyorum.. Dünü, dün de olanları, oldurtulanları, yarım kalan hikayeleri.. Ve ben artık kabul ediyorum hayatın gecesini, gündüzünü.. Don Kişot misali yel değirmenlerine karşı verdiğim savaşı bırakıyorum..Çok anlattım, az anlaşıldım. Çok ağladım, az el uzatan gördüm. Çok sevdim, azıyla sevildim. Çok koştum, azına vardım.. Belki de en önemlisi bu çokluk yüzünden kendimle olan savaşımı, kendimden verdiklerim için beklentilere girdiklerimi, feda edip kar elde etmeyi beklemediğim için yaşadığım hayal kırıklıklarını affetmeliyim..

    Canım eylül, sevgili 1 eylül.. Öyle bir gel ki hayatıma, geçmişin tüm sonlarına tüm yarım kalmışlıklarına değdi diyeyim. Öyle bir başlasın ki sonbahar tüm ilkbahar ders alsın,bu nasıl bir tazeliktir, nasıl bir yenilenmektir diye..

    Çünkü yüreğim telaşlı olsa da artık gönlüm inanıyor; çırpınmama gerek kalmadan anlaşılacağıma, koşuşturmama gerek kalmadan isteklerime sahip olacağıma, hislerimin kıymetli bulunacağına, düşüncelerimin önemseneceğine, köksüz medeniyetimin çoraklıktan çıkıp huzurlu ve güvenli bir kale olacağına, dünyaya kafa tutarken yalnız hissetmeyeceğime, yaşayacağım streste sinir sistemimin istekle sakinleştirileceğine, hayatın meşguliyetine ve koşullarına rağmen öncelik olacağıma.. Ve gönülden inanıyorum; daha nice neşeli, kahkahalı tatillere, kaymaklı kahvaltıların ve yemeklerin denize karşı huzurla yapılacağına, kahvenin anlamını hiç yitirmeyeceğine..

    Zor, belki acıtacakta, kaygılar baş gösterecek kimi zaman. Biliyorum.. Bir şeyi daha biliyorum, kanatıyorsa ip, uçurtmayı salma vakti. Zaten kanatmayacak olan benimle rüzgarda süzülmekten hep keyif alacak.. Çünkü benim karnavalımın ışıkları zor olsa da yandı, o ışıkların sönmesine izin vermeyeceği..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BİR RUHUN MANA REHBERİ..

    ” ‘Sen’ seçersin, sonucunu ‘biz’ yaşarız..”

    Bir aynada denk geldim gözlerime önce yaşardı, şimdi yeşeriyor.. Bazen öyle güçlü hissedersin ki her şeyi anladığını, kabule geçtiğini, idrak meselesinde mertebe ağladığını düşünür dimdik durursun fırtınaya karşı.. Yere serilmenin kendine getirişiyle fark edersin seni yıkanın küçük bir esinti olduğunu.. Dağa karşı durmak kolay gelir de bir avuç suya basıp karşıya geçemezsin bazen..  Sonra da yendiğini sandığın her şey üstüne yıkılır tek tek, fark edersin yenmek değil senin yaptığın sadece arkaya atmak bazı şeyleri.. Peki ya bu herkese olur mu, yoksa bazılarımız için mi geçerlidir.. Burası çetrefilli bir durum işte. Çünkü anlam arayıp duranlar, manasını bulup yola koyulanlar, arkaya atıp devam edenler, arkaya atıp devam ettiğini sanarken tökezleyenler derken herkes kendi hikayesine hizmet eder.. Bir de senin gibiler var, bunların hepsinin toplamına sahip olup her dönem bir başka hikayeye hizmet ederek mana yaratmaya çalışanlar.. Artık bir şeyden eminsin sadece, tek bir doğrusu yok bu işin. Kesin bir yolu yöntemi de yok. İşte sen herkes olup hiçliğe çekildiğinde göreceksin bunu.. Bazıları devam ederken duracaksın, onlar anlamaya ihtiyaç duymazken anlama yorgunluğunda boğulacaksın, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlerin karşısında merhamet yorgunluğu çekeceksin. Olacaksın olmasına da aslında biraz da eksik kalacaksın.. Her adımında bir parçanı, her seçiminde bir vazgeçişini, her kabullenişte bir başka tetiklenmeyi seçiyorsun.. Azalarak biten şeyler de var, bitmesi gereken ve giden şeyler de..

    Peki sen bu değildin, seni bu yapmışlar. Bu yapılanlardan memnun musun? Öyle olsa bunca yitirişlere rağmen hala çabalar mıydın anlam anlamak, yeniden inanmak için?

    Önce öldür geçmişi, sonra doğur bugününü.. Geçmiş karanlıklarla dolu, yitirilen inançlarla, yalanlarla, acılarla, hiç seçmeyi istemediğin seçimlerle, hayal kırıklıklarıyla. Baksana dünyaya, dönmeyi durduruyor mu! Ya insanlar onlar yanlış yaptığı için hatalarının başına dikilip bekliyor mu pişmanlıkla. Peki ya yaralanmış olanlar, vazgeçiyorlar mı denemekten.. Ne ki bu kadar kendinle alıp veremediğin, ne ki ruhunu bu kadar boğan, mideme eziyet edecek stresin güç kaynağı nereden geliyor! Anlatamamış mıydık seninle, dünün kaderi yaşandı ve bitti diye!

    Hem her zerrene kadar anlatmak istiyorsun, hem de dün bitti bugüne bakalım diyorsun. Rüyalarında dünle savaşıyor, aklında değirmenlere kafa tutuyorsun, gerçek hayattaysa kanayan ellerle kopmaya yüz tutmuş ipleri sıkı sıkı tutarak olduğun yerde bekliyorsun..

    Şeytanlarını zincire vurmak seni daha da özgür kılmayacak, gerçeğine direnmek seni yenilmez bir savaşçı yapmayacak, bugünün kararsızlığı seni seçmek sorumluluğundan korumayacak. Kendinle kavga etmen, hatalarından ders almak yerine suçlu ilan etmen kendini, sürekli yüzleşmelerle kendi üzerine yürümen her zaman doğru bir yol olmayacak. Kendini affedemedikçe bağışlanmayacaksın, kendinle barışmadıkça bu savaşa bir son getiremeyeceksin. Sırtını kendine dayamadıkça merkezindeki her sarsıntı büyük bir yıkım yaratacak depremler oluşturacak..

    Yaşanılan senden başkasına zarar verdi mi, hayır, o zaman affet. Birinin kalbini, inancını, sevgisini yıkıp geçecek seçimler yaptın mı, hayır, o zaman şefkat göster kendine. Kendi şeytanınla barış, konuş ve onu serbest bırak..

    Aklından azad olmak istiyorsan zihninin dehlizlerine dalmaya çalışmaktan vazgeç. Yüzmeyi öğrenmek mi istiyorsun, boğulmaktan korkmayı bırakmak mı istiyorsun o zaman giy en şık bikinini ve bırak kendini kendi gerçeklik okyanusuna..

    Herkesin uyanmasını bekleme, anlamasını dileme, her zaman bir yolu olduğuna inandıran şu haritayı da elinden bırak artık. O harita seni bugüne getirdi ve görevini tamamladı.. Yeni haritalara yer aç. Bir yolunu bul, yeni yolları öğren ya da bir yol aç. Hepsini yapabilecek kadar hikayeye kahraman oldun, şimdi parçaları birleştirmek zamanı..

    Zamanı ve olasılıkları kontrol edecek tek şey, anahtar ve o anahtarı kullanabilmenin tek yolu gerçeklikte onu uyandırmak.. Bu anahtara sahip olmak için birçok harita ve yol bitirdin. Şimdi anahtar elinde..

    Yapabilirsin.. Başarabilirsin demiyorum. Bazen başaramasan bile önemli olan denedim demek, diyebilmek diyorum.. Seninle omuz omuza bugüne kadar gelmek bir onurdu güzel kızım.. Buradan sonrası senin yolculuğun.. Dünyaya kafa tuttuğun zamanları hatırla, kendinle savaştığın zamanlardan ziyade. Yola çıktığın zamanları hatırla, yolda kaldığın zamanlardan ziyade. Kim olduğunu hatırla, kaybolduğun zamanlardan ziyade..

    Remember to forget, forget to remember..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..ATAK, KRAMP VE KAHVE MOLASI

    “Kalbin yaralansa da sevgin eksilmez; her kırık, daha güçlü bir bütünün habercisidir..”

    Ağrılarla uyanılan bir sabah, devamında gelen küçük kanama ve uyuşukluk hali. Yine de erken kalkmış olduğuna sevin diyen küçük bir fısıltı.. Uyandın, uyuyamadın daha doğrusu, ya da her neyse sonuç olarak gün erken başladı.. Yeni bir paragrafa ihtiyaç duymayacağın bir dizi duygu yükü.. Satürn’üydü yeni ayıydı, insanıydı, işiydi, kariyeriydi derken her şeyi tutmaya çalışmak son günlerde neyi kazandırdı. İlahi planlamaya teslim olacaktın hani, serbest bırakacaktın anlaşılamadığın yerleri.. Peki bu yüzeye çıkan kramplar, mide ağrısı, yüzündeki yaralar niye var? Görmeyini beklemek, anlamayana dil dökmek, istenmediği halde fazla fazla vermek çabası niye? Kimsin ki, nesin ki her şeyin altına girecek gücü kendinde görüyorsun.. Bak tatlı bir gülümsemeyle bir kahve ikramı, seni mutlu edendi bu küçük akışlar, tadını çıkarsan ya, yeni bir paragrafta köpüre köpüre anlatsan ya yine her şeyi.. Yok değil mi, bugün o gün değil, hatta birkaç gündür o gün değil.. Neyin kırıldığını biliyorsun çünkü. Hayatın nereye temas ettiğini biliyorsun. Önce atak geçirip ardından gelen bu ağrılar ve krampların neyin ayak sesi olduğunu da biliyorsun. Ve geçmişte o balkonda, mutfakta yalnız başına ağlarken ki halini, düşüncelerini ve sana neler hissettirdiklerini biliyorsun çünkü.. Yeni bir paragrafın işi değil bu sefer. Bir kahvenin kokusu yetmez gülümsetmeye çünkü. Kimseye ihanet etmemek için didinirken kendine ihanet edişin, kimseyi kırgın uyutmamak için çırpınırken kendini uykusuz bırakışın, kimseye yalnız hissettirmemek için oralarda duruşunla kendi zamanından çalışın.. Bu sefer sorun o, bu, şu değil biliyorsun. Bu sefer yalnız başına sessizce verdiğin savaşların yorgunluğunda bir omuz bulamayışın senin yalnız bırakını seçmenden, biliyorsun. Ne istediğini bilmek yetmezdi, istediğine uyan seçimler yapmalıydın.. Şimdi kahvenin tadını alamayacak kadar bozulduysa ağız tadın artık kafanı kaldırıp gerçeğe bakman gerekmez mi? Miden sindiremeyecek kadar dolduysa artık kusmanın ve yer açmanın zamanı gelmedi mi? Yüzün gülümseme kaslarını çalıştırmaz haldeyse artık neşeni hatırlatanlara izin vermen gerekmez mi? Yorulduysan yalnız savaşmaktan omzumda dinlen diyenlere direnmeyi bırakman gerekmez mi? Hevesle yaklaştığın ne varsa kursağım yeterince dolu artık heveslerim hayatta yankı bulsun demen gerekmez mi? Heyecanını ve merakını bir kusur gibi gördüklerinde bunun hiçte öyle olmadığını bilen o içindeki küçük kızı koruman gerekmez mi? Hayatına ortak olmak için çabalarken kendinden verip bunun bir şans olduğunu anlayanlarla yan yana olman gerekmez mi? Sevincini kör bir kıskançlıkla yıkanlarla değil üzerine kendi sevincini koyanlarla ya da? Sen seni biliyorsun da, seni olduğun halinle sevecek olanı bilmiyorsun bence.. Onca koşula rağmen vazgeçmeyesin, onca seçeneğe rağmen ihanet etmeyensin, onca kırgınlığa rağmen sevgiye sırt dönmeyensin. Sen sensin de senden olmayanların bunu görmemesine, anlayamamasına, bunların değerini bilmemesine niye bu denli hisli bakıp daha da kırıyorsun o güzelim yüreciğini.. İşte bu niyenin cevabını biliyorsun da aynaya bakıp yüzündeki yorgunluğu görmekten kaçıyorsun. Söylesene bana sen sendeki yorgunluğu görmedikten sonra kim görebilir gözlerinin arkasını, sen yanlış yapmadığını bildiğin halde kendine “iyi de ben doğrudan koşullara ve yaşanılanlara rağmen” şaşmamayı seçenim demedikten sonra, sen sessizce iyileşmeye çalışırken kendine bir tas çorbayı hak görmüyorsan kim getirir kapına çorbanı.. Bu yalnızlığı tanıyorsun, bu haksızlığa uğramayı tanıyorsun, bu yaftaları tanıyorsun, bu görülmemeyi tanıyorsun, bu anlaşılamama halini tanıyorsun.. Şimdi bırak kahveyi falan bir kenara, bekleme yeni bir paragrafa başladığında her şeyin mucizelerle dolu olacağı masalını, kafanı kaldır ve bak şu aynaya, gözlerinin içine.. Şu gördüğün kadını tanıyorsun.. Ona bir sözün vardı; gözlerine aynı yorgunluğu, gönlüne aynı kırgınlığı, hayatına aynı yalnızlığı yanaştırmayacaktın.. Bak ve gör, kendine verdiği sözü tutmuş bir kadın mı var karşında yoksa hayal kırıklığına uğramış bir kız çocuğu mu! Hak ettiğin dik gülüşlerin var, bedelini ödediğin hikayeler var.. Tanıdık olan lakin artık hissiz bırakan o eski hikayelere mi dönmek istiyorsun, kendine verdiği sözü tutan ve her zerresini hissederek yaşamak isteyen yeni bir hikayeyi mi yazmak istiyorsun? Tanıdık olan kan kokuyor, yaralarını sürekli kaşıyor, sana iyi gelmiyor yine de biliyorsun girişini, gelişmesini ve sonucunu. Yeni olan ürkütüyor, bahar kokuyor bir yanda da.. Kork, kaygılan. Dünde yaşasan da olacak olan bu. Ya da kafanı kaldır, aynaya bak, bir söz ver ve yüzünü yıka.. Bu hikayeden seni çıkaracak başka yazar yok, seni başrol yapacak başka bir senarist yok, o kuleden seni kurtaracak bir kahraman yok. Masallar dinlemeyi seviyorsun biliyorum lakin sana artık masallar anlatıp huzurla uyumanın sağlayacak olan yok.. Herkes seçimini yaptı, kartlar defalarca kez dağıtıldı, aynı masada oturup sürekli kaybetmenin bir değeri yok.. Yüzünü yıka, nefes al.. Anlam yükleyerek değil anlamın kendisi olmayı seçerek yaz yeni paragrafı.. Kendi karanlığında yön aradın şimdi bırak kırgınlıkların arasından ışık içeriye sızsın. Yalnızlığı benimseyerek savaştın şimdi direnme izin ver elini uzatan yanında yer alsın. Ben hallederim demelerden yoruldun şimdi izin ver ben de yardımcı olmak istiyorum diyen sesini duyursun.. İyiyim güzellemesi altında yoruldun şimdi hisset gerçekten huzurlu hissettirenin olsun. Küçük detaylara büyük anlamlar yüklendin şimdi bırak sana anlam katan neşeni çoğaltsın..

    Ve sen köksüz medeniyetin kadim kraliçesi, artık izin ver medeniyetin kök salsın, korkmadan ait olmaktan, kaygılanmadan şeffaflıkla güven duyarak..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KIRMIZI ARABA VE BEYAZ MENDİL..

    “Teşekkürler maestro..”

    Bir panik atağın eşinde, gözyaşlarını koluna siler halde ve nefes alamazken.. Hayatta ki en değerli şey nedir? Para, ev, iş, araba, diploma, statü blah blah blah.. Aşk, zaman ve neşe..

    Sevdiğin birinin sesiyle sakinleşmeyi, senden değerlisi yok hissi verecek zaman ayırmayı, sıcak bir sarılmayla yalnız değilsin dedirtecek o hissi beklerken insan hiç tanımadığı birinin uzattığı medille anlıyor yalnız olmadığını.. Hiç bir anlam bu kadar sarsıcı bir gerçeğe sahip olabilir mi?

    Peki onca zaman sonra bu atak niye göğüs kafesine dayandı? “Sadece nefes al” tanımadık bir yüz, tanıdık bir ses.. İhtiyacın olan ve sıcaklığına sığınmak istediğin liman kilometrelerce uzakta, meşgul, bir boşluğun ortasındaki salıncakta tek başınasın.. Beklemediğin bir elden gelen mendil, sakin bir ses tonuyla “sadece nefes al” diyor, ve “yavaşça bırak nefesini”.. Dünyaya döndüğünü gördüğü an gülümseyerek uzaklaşıyor oradan, başka cümle yok, fazladan bir söze muhtemelen gerekte yok.. Peki sen sevginin sıcaklığını beklerken nefes almak için, bu yabancılığın uzattığı mendilde neyin nesi?

    Kırmızı arabanın geçtiğini fark ediyorsun, ardından başka siyah bir araba daha, nefes al ve yavaşça nefes ver.. Kaldır kafanı gökyüzüne, bu boşluğu oluşturan ne, o boşluğu hissetmeni sağlayan bu atak ne?

    Nefes aldıkça, alabildikçe kendi yalnızlığında renkler biraz daha belirgin hale geliyor. Kulağında seslere erişim yeniden sağlanıyor, bedeninin karıncalanması azaldıkça oturduğun yeri yeniden hissediyorsun..

    Derin bir nefes daha, kontrol yeniden sende.. Gerçeği yalnızca gerçeği fark et.. Onca zaman sonra yüzeye çıkmaya çalışan şey ne? Derinlerden geldiği belli, yıllarını kendi zihin madeninde geçirdin kazıdın, temizledin, peki ya daha derinlere işlemiş bu şey ne?

    Ha gayret, hem temkinli hem de cesurca yaklaşmaya başladın.. Korkma, mendil hala sende ihtiyacın olursa yalnız olmayacaksın bu sefer..

    Hayatta en önemli şey ne! Sana öğretilenden sap, gerçeği gör, nefes almayı ihmal etme, kontrol, kontrol..

    Şimdi anlıyor musun, kaburgalarındaki havasızlığa neden olan şeyi.. Acelemiz yok, mendil tamamen ıslanana kadar madeni kazmaya devam et.. Mendili beklediğin başka, mendili sana uzatan başka. Bu ilk değil, son da olmayacak. Beklemek yarının işi, anlamak bugünün. Oluşturmak yarının işi, olmayı seçmek bugünün. İkililikle tek başına yaşayamaz, kendine yetecek oksijeni sağlayamazsın. Gün daha batmadı, aşk, zaman ve neşe senin ruhunun kapıları. Kahveyse anlamını hala yitirmemiş sana günün her anında, yaşadığın en olayda eşlik eden bir tür yakıtın..

    Biraz daha soluklan, bugün iyi bir iş çıkardın. Omzuna dokunup iyi iş çıkardın demeyecekler, elinden tutup yalnız değilsin demeyecekler, karanlığına başını uzatıp korkma ben varım demeyecekler.. Çünkü ne kadar yazarsan yaz, ne kadar anlatırsan anlat bilmeyecekler.. Zaten bilseler de çoğu zaman anlamak istemeyecekler..

    Tanıdık sesler, bildik yüzler beklesen de beklediğin ve ihtiyacın olan zamanda orada olamayacaklar.. Bazen de olmak istemeyecekler.. Bazen de olmalarına engel olacak kadar meşgul olacaklar.. Çünkü hayat sana doğru değil, senden akar..

    Bir keyifli kahveyi, bir neşeli sohbeti ve bir samimi sarılmayı hak ettiğini biliyorsun.. Bekleme, artık kalkabilecek kadar nefes alabiliyorsun..

    ..SEVGİLERİMLE..