Yazar: yildizlaraltinda

  • ..KENDİNE KARŞI SATRANÇ..

    “The queen has one more move..”

    Aklımın her hamlesini sabırla izledim. Her seferinde beni şaşırtacak kadar ön görülemez hamleler yaparak oyunu lehine çevirmeyi başardı. Son bir oyun dediğim an bu teklifi hiç düşünmeden kabul etmesinin sebebi buydu.. Fark edememesinin sebebiyse sürekli kazanmanın verdiği güç zehirlenmesiydi..

    Son bir oyun, mat olan diğerinin elini sıkar ve kontrolü tamamen ona bırakır. Anlaşma anlaşmadır.. Sürekli kaybetmenin tek iki büyük avantajı var; birincisi karşı taraf kazanacağına ikna olduğu için her bir sonraki oyunda kendini daha da serbest bırakır, ikincisi ise kaybeden taraf artık hangi yolları seçmemesi gerektiğini net bir şekilde öğrenmiştir..

    Aklım kendinden öyle emindi ki, zihin kıvrımlarımın her birinde onun gücünün elektriğini hissedebiliyordum. Bilincim ise sürekli mağlup olmanın verdiği yorgunluğu bir yandan anlamaya çalışıyor bir yanda da vazgeçmenin doğruluğuna kendini ikna etmeye gittikçe yaklaşıyordu.. Rakibi kendi olanın kaybetme ihtimali yoktur denir, bendeyse durum tam tersiydi. Kendimle oynadığım her oyun bir öncekinden daha tehlikeli, daha acımasız, daha gerçekliğe yakındı. Her seferinde zorluk seviyesini arttırmak aklımın seçimiydi, karşı koymadım ona izin verdim. Bilincimse bu sırada verileri toplamakla ve biraz daha geri planda kalmakla yetiniyordu.. Ta ki aklımın o ön görülemez hamlelerinden birinin bizi felakete sürüklediğini anlayana kadar.. Durdurulamayacak kadar güçlenmiş, her sistemi yıllar içinde ele geçirmiş, kontrolü tamamen ele almış bir aklın önüne öylece çıkmak ve ona yanlış yaptığını anlatmak faydasızdı, yine de denenmeye değerdi, denedim.. Anlatmak için enerji harcamak bilinci zayıf düşürürken, anlamak için en ufacık çaba harcamayan akıl ise daha da güçlendi.. Bu da oyunlarda üstünlük kurmasını kolaylaştırdı..

    Dürtüler aklı beslerken, gerçekler bilinci sürekli sersemletiyordu. Bir taraf terazide yükselirken, diğer taraf daha da aşağı doğru iniyordu. Peki bu yükseliş aklın yücelmesi miydi, yoksa hafiflemesinden mi kaynaklıydı? Bilincin ağırlık kazanması, yüklerin çoğalması mıydı yoksa öğrendikleriyle sabırla kendi zamanını beklemesinden dolayı mıydı? İşte bunun cevabını verecek olan o son oyundu..

    Kendi zamanına esir ihtimaller.. Aklın bilemeyeceği gerçekliklerden bir de buydu. Yaşarken öğrendikleri, duyularla edindiği bilgiler, doğduğu evdekilerden gördükleri derken sadece duyularla ve kalıtımla kazandığı şeyleri doğru sanarak inşa ettiği her şeye öyle güveniyordu ki küçük bir darbeyle bunların domino taşı gibi yıkılabileceğini tahmin edemiyordu. Sıkı sıkıya bağlı olduğu prensipler, gerçek sandığı yanılsamalar ve daha nice öğrenim sana ait değilse eğer bir yerde yıkılmaya mahkum olur ya da onları kendininmiş gibi benimser yolunu başkalarının çizmesini fark etmeden kabul ederek yaşamaya devam edersin.. Oysa bilinç bunları ayırt edecek kadar bağlıdır özüne, lakin gerçekliğiyle yaşamak istemeyen onunla temas edemeyecek kadar kördür..

    Bilincim aklımın bu zaafını gördüğünde beklemesi gerektiğini anladı, yıllar içinde öğrenmişti zamanı gelmeden yapılan hamle diğerleri gibi işe yaramayacak ve daha da sert bir şekilde geri tepecekti, bekledi.. Akıl tüm birikimi yerle bir edecek, zamanla ve emekle inşa edilen köprüyü bir gecede yıkacak bir hamle yaptığı gün bilinç işte fırsatı dediği o ışığı gördü. Şimdi sırada akıla yeni hamleler yaptırarak tüm öğrendiği yanılsamaları, yıllarca ona yaşatılanlar yüzünden oluşturduğu hikayeleri, kendini mahkum eden her düşünceyi tek tek değiştirebilecek o fırsat..

    Aklın yaşayacağı katarsisler, yön bulamadıkça gireceği çıkmazlar, bocaladıkça tanıdık hikayelere çekileceği anlar olacaktı. Bilinç bunları ince ince hesaplamıştı.. En son ki oyunlarında yine kazanan aklımdı, bilincim analizlerinde yanılmasa da kaybetmesinin sebebini bir türlü bulamıyordu. Oyunu kazanan akıl yeniden sesini yükseltmeye başladığında bilincim biraz dinlenmeye ihtiyacı olduğunu söyleyerek geri çekildi.. Elbette bu süre içerisinde aklımda beni hayatta tutacak seçimler yapmaya ve namağlup zaferinin tadını çıkarmaya devam ediyordu..

    Ve bu sabah bilincim aklıma bir oyun oynamak için teklifle geldi. Aklım bocaladı, beklemiyordu bunu, kaybetmeye alışmış bilincimin sessiz kaldığı sürede sıkıldığını düşünürek oyunu kabul etti. Doğanın ortasında satranç tahtası yeniden açıldı.. Aklım kendinden emin bir şekilde dedi ki; kendiyle savaşan kazanamaz. Bilincim sakince gülümsedi; kendiyle oynayan kaybetmez..

    Uzun soluklu hamleler, aklımın kazanmaya alıştığı her hamleyi baskı kurarak gerçekleştirmesi, bilincimin aklıma karşı yaptığı zayıf hamleler derken, oyun aklımın lehine bilincimin aleyhine doğru ilerledi.. Bilincim kaybetmeye yakın olduğunu kabullenmeye başlamıştı, son oyun, son mağlubiyet ve kontrolü tamamen bırakmak..

    Tabi ya, kontrol.. Aklın zaafı.. Öyle alışık ki kontrol sahibi olmaya, öyle alışık ki kazanmaya bunun kör noktası olduğunu fark edemeyecek kadar keskin.. Bilinç, derin bir nefes aldı oyun birkaç hamle sonra bitecekti. Akıl öyle hızlı ilerlemişti ki şah açık ve korunmasız kalmıştı. Bir piyonun şah’ı yenebileceği aklımın ucundan geçmezdi..

    Bir küçük hamlenin zihin kıvrımlarıma yarattığı darbeden sonra kendime gelmem zaman aldı. Mat eden bilincimse kendime gelmem için sabırla o zamanı tanıdı..

    Son oyun, son hamle.. Aklımın masada sessizce oturuşunu izledim, dakikalarca. Yıllarca o hiç susmayan, her seferinde daha da vites arttırarak üstüme gelen, uyurken bile beni rahat bırakmayan o bütüncül yapı öylece sessizce durdu masada.. Bilincin piyonu uzatmasıyla sarsılıp kendine geldi.. Başta anlayamadığı bu hamleyi bilincin de yardımıyla idrak etmeye başladı.. Zihin kıvrımlarım hiç bu kadar elektrik yüklü olmamıştı. sinapsislerinden gözyaşı geliyordu ve bir an da bıraktı kendini..

    Her şey boşa mı gidecek endişesi, onca yılın birikiminin heba ediliş kaygısı, farkına vardığı yanılsamaları gerçeklerle nasıl değiştireceğinin bilinmezliği ve kendini bulamama korkusu sardı etrafı.. Bilincim, aklımın bu yakarışlarına izin verdi ve sadece gözlemledi olanları.. Oyun bitmişti, bir mağlubiyet vardı ortada ve yıkılmış birçok şey akıl şimdi ne yapacaktı?

    Bize güveniyorum dedi bilinç. Ve inanıyorum da.. Bugüne kadar bizi hayatta tutmak için bildiğin, öğrendiğin şekilde seçimler yaptın. Lakin artık bunlar bize fayda sağlamıyor. Telaşın, kaygıların ve korkular anlamsız değil ben seni görüyorum ve dahası anlıyorum da. Şimdi izin ver, bu sefer birlikte bir mana inşa edelim..

    Akıl bilincin uzattığı piyonu eline alırken içinde kaydettiği tüm korkuların bir anda üstüne yıkılışından dolayı tereddüt etse de, bilincin haklı olduğunu kabul etti..

    Masayı öylece bıraktılar.. Aklım ve bilincim kendilerine ait sesleri olduğunu, o sesleri karşılıklı duyarak kendi gerçekliğime daha da yaklaşacağımı öğrendiler..

    Ve şimdi; aklın ışığında, bilincin gerçekliğinde kendi özüme adım atıyorum.. Görüyorum, duyuyorum, anlıyorum ve hissediyorum.. Ve bir gün yeniden o satranç masasına oturduğumda kazanan ya da kaybeden olmadan oynanacak yeni bir oyun için daha iyi bir oyuncu olmayı seçiyorum..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..25 MART/ 17 AĞUSTOS..

    “aynı bank, farklı zaman, başka bir duygu..”

    Bir dostum vardı, bir arkadaşım. Yıllarca aramızda 12 saatlik zaman farkına, binlerce kilometreye yenik düşmeyen bir dost.. Elbette bu benim dünyamda, benim lisanımda.. Senelerce kavuşmanın, yüz yüze kahve içmenin düşünü paylaştığımız ve saatlerce susmadan konuştuğumuz..

    Bu bank yıllara ve yollarla meydan okuyan o arkadaşlığı, yıllar sonra doğum günümde bir arada gören ilk bank.. Ne heyecanlıydım ama, ne neşeliydim. Ona göre hüzün vardı gözlerimde bana göreyse yılların yorduğu, kendiyle yeniden tanışmaya başlamış, 31 yaşında ilk kez dilek dilemeden hayatın sürprizlerine kendini bırakmış bir kadın..

    Öyle eskisi gibi içip eğlenmeli değildi, eski kalabalıklığım yoktu çevremde gün boyu bir o bir ben birde gece 12 olunca kutlayan birkaç arkadaşımla geçen sakin bir doğum günüydü.. Gün sakindi de ben tam aksine çok heyecanlıydım. Özlediğim insan yanındaydı, kendimi bulma yolunda evim diye inşa ettiğim her şeyi yıkmıştım. Hem yeni yaşımın, aslında yeni yaşantımın toyluğu vardı üstümde..

    Bunu o gün ona hiç söylemedim, hatta sonrasında da söylemedim, ama o gün bu bankta otururken içimden hep o an o dakikalar bitmesin dileği geçti durdu.. Hayat bu ya, meğer mum üflerken bu sefer dilek dilemeyeceğim desem de meğer hayat o içimden geçeni dilek kabul etmiş.. O günden sonrası biraz karışık, lakin şuan tam da şimdi aynı banktan tam da 4 ay 25 gün sonra neredeyse aynı saatlerde oturmuş kendimi dalgın dalgın gökyüzüne bakarken buldum..

    Biri yıllarca sırf siz en ufacık hüzün hissetmeyin diye dikkatlice imtina ederken nasıl olur da hüznün sebebi olmayı başarabilir.. Sadece düşündüm, bugün bu saate kadar her kelimeyi, her olayı tek tek düşündüm..

    Merhaba ben kaygılı bağlanma stiline sahip, buna sahip olmasına karşın durumun farkına varmış ve ihtiyaçlarını dile getirmeyi öğrenen, güvenli bir alan inşa etmeye özen gösteren, yeni yaşına hayatı akışına bırakarak girmesine karşın şuan tam da bu anı idrak eden..

    Bu bankta yeni yaşına giren, bu bankta bir kediyle ve aşkla yeniden oturan, şuan yine bu bankta bir başına kalmış..

    Arayan giren saat ve kilometre farkının 25 marttan önce heyecan yarattığı, 17 Ağustos itibariyle ise özlem yarattığı yerde en çokta neyi özlediğimi düşünür buldum kendimi..

    Heyecanımı, sevildiğimi, merak edilmenin ve önemli hissetmenin çocuklaştıran neşesini, değerli hissedince o kollarını açıp sarılmak için koşuşlarımı, beklemenin sabırsızlığına rağmen kavuşacak olmanın güvenini, bir tatlı söze ikna oluşlarımı, ufacık bir sürpriz karşısında tek başına dev kadro oluşturan ruhumun çocuksuluğunu, zaman zaman problem olan kaygılanmalarıma rağmen hep bir çözüm bulunur deyişlerimi, stresle baş edemeyince ürkekleşen kalbimi, ve yine de her gün yeniden sevebilmeyi seçen kendimi..

    İnsanım elbet bazen işin içinden çıkamıyorum, kimi zaman kaygılarıma yenik düşüyorum, göremediğimde oluyor anlayamadığım da, stresin aklımı ele geçirmesine izin vermişliğim de oluyor, kendi içimde küsüp küsüp barıştığmda..

    Yine de şu bankta kimseye sitem etmeden öyle usulca gökyüzüne bakıyorum da, kendime olsun diyorum, olsun. Sen her gün yeniden seçebilecek cesarete sahipsin, sen her gün inşa edebilecek bilince sahipsin. Çok anlattım, anlaşılmayı beklerken. Tamam dedim ya bu kusur benden olsun, bir samimi özür beklerken. İnsan bu ya kırar ama kıyamaz kırgın uyutmaya dedim, defalarca kırgın uyumama rağmen..

    Biraz buruk, biraz yorgun, yine de vazgeçmeyen benim hoyrat kalbim.. Bence başardık.. Çünkü kendi dertlerine rağmen derman olmaya, onca kaygına rağmen güvenmeye, yaralarına rağmen şifa olmaya, anlaşılmamışlığın yorgunluğuna rağmen çabalamaya, kimseyi kırgın uyutmamaya, belirsizliklerle boğmamaya özen gösterdin, hep devam ettin. Bekledin, sanki zaman sadece onlar için kıymetli de senin için işlevsizmiş gibi bekledin..

    Kim ne derse desin. Ben seni umursuyorum, sana değer veriyorum ve kırgın uyumana izin vermiyorum.. Bu bankta neşeyle girdiğin yeni yaşında, bugün elinde bir mumla yeniden üfle pastanı.. Senin de hata yapmaya, senin de yüklerini paylaşmaya, senin de sırtının sıvazlanmasına ihtiyacın var..

    Bir dost, bir aşk, bir bank ve bir kedi.. Sen olduğun halinle parla güzel kızım.. O gün hayatın sürprizlerle dolu olduğuna inanman için bir mum ve bir dileğe ihtiyacın olmadan hayat ruhuna bir ışıltı bıraktı.. Şimdi, inandığın şeyi korkmadan yaşaman için bir muma bir dileğe ihtiyacın yok.. Korkma, kaygılanma, stres yapma demeyeceğim. Sen de insan evladısın korkacaksın elbet lakin karanlığına ışık olacak olan, kaygılarına güvenle yaklaşacak olan (hatta tatlı bir gülümsemeyle o kaygılarını çocuksu bir samimiyetle sarıp sarmalayan), stresin kontrolden çıktığında nefes almanı sağlayana sahipsin.. Şimdi, bugün bir seçim yap.. Sahip olduğunun sana ev olmasına izin ver.. Seç, o evde huzurlu ve neşeli olacak olan halini seç..

    Zihninle değil, bu sefer bilincinle seç.. Aynı hikayeleri değil, tam da bu bankta yeni yaşına giren o toy, lakin geçen zamanda o toyluğunu üzerinden tetiklene tetiklene atan o kadın olmayı seç..

    Sahip olduğun aşkı, ait olduğun dostu seç.. Çünkü senin hikayen anlaşılmaya ve yaşamaya değer..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..PEKİ BENDEN NE OLUR?..

    “Bir hayalim var, bir gerçeğim var..”

    Çabaladım.. Kendime minnettar kalacak kadar çabaladım.. Şimdi durup kahvemi yudumlarken, şu durabilmek işi ne zormuş, diye düşünüyorum..

    Defalarca anlatmayı, gerçeği göstermeyi, çabanın kıymetini, denemenin önemini.. Ne değişti?

    Anlaşıldığını sandığın an gelen huzurun anlaşılamadığını gördüğün an yarattığı hayal kırıklığını bir insan kaç defa yaşar ve kaçıncıda idrak eder? Sözlerine güvendiğin birinin davranışlarının gerçekliğini daha fazla yok saymamam gerektiğini kabullenmem için daha kaç hayal kırıklığı ve güven yıkımı yaşamam gerek?

    Saatlerce yapılan konuşmaların heyecanına bırakıyorsunuz kendinizi, diyorsunuz ki bu sefer oldu tamam sonunda görüldü ve anlaşıldı her şey, sırtımı dayıyabilir güven için gözlerimi kapatabilirim. Ani bir hisle gözlerinizi açıyorsunuz sırtınız boşlukta, yere doğru düşmektesiniz aklınızda tek bir düşünce var “güvenimi kırmaya değer miydi?” Sırtınız yerle temas ettiğinde acının etkisi aklınızı uyuşturuyor bir süreliğine. Öylece yatıyorsunuz, bu serbest düşüş beni hangi uykudan uyandırdı?

    Gözünüzü açıyorsunuz gökyüzü, bulutlar kendi zamanına direnmeden akıp gidiyor, seçim sizin o an biliyorsunuz, ya yere serilmenin acısıyla kıvranarak devam edeceksiniz ya da sözlerin yarattığı uykudan uyanacaksınız..

    Acı her türlü olacak, peki ben neyi seçeceğim?

    Bekledim, gözledim, dinledim.. Benden sabreden derviş olmaz, benden kaçan kovalanır oynayan sıradan biri olmaz, benden bencil biri de olmaz.. Benden ne olmaz biliyor musun; sürekli kendini düşünen, bahanelerin arkasına saklanan, koşullar öyle geliştilerle oyalayan, söz verdiğinde tutmayan, zaten zor kazanılan güveni kolayca yerle bir eden, sürekli ben ben ben diyen biri olmaz.. Keşke olsa, ama olmaz..

    Benden ne olur biliyor musun; inandığı şeylerin arkasında dimdik duran, koşullar ne getirirse getirsin sımsıkı elini tutan, çürümüş ilişkilere rağmen sevgiyi bir emanet gibi koruyup kollayan, güveni lafla değil şeffaflıkla veren (davranışlarıyla), söz verdiğinde tutan, incitmemek için parmak uçlarında vals eden..

    Olmak ve olmamak halini bilmek güzel, güzel olmasına güzel de bu sürekli düşme halinden nasıl çıkacağız biraz da oraya bakalım..

    Kendini bil, kendini bul, kendini doğur.. Üç aşamayı da en sancılı şekilde tamamladık.. Şimdi yeni doğanı sağlıklı bir şekilde inşa etmek zamanı..

    Ben sadece dürüstlük değil şeffaflık istiyorum, ben sadece dinlenmek değil anlaşılmak ve duyulmak istiyorum, ben sadece bakılan değil görülen olmak istiyorum, NOKTA.. Lami cimi yok, lagaluga yok, biri istek ve ihtiyaçlarını net bir şekilde dile getirecek kadar cesursa, ki bunları keşfetmek bile bir süreç meselesi, burada size değer veren, sağlıklı iletişim kuran biri var demektir.. Unutmak önceliğim değilsin demek, işim var meşgulüm demek önceliğim değilsin demek, ya bu aralar yoğunum başka sorunlar var demek yine önceliğim değilsin demek.. İşte serbest düşüş esnasında sorguladığın şey tam olarak burası..

    Ben merkezine mihenk taşı olarak en kıymetli seçtiğimi koydum, peki o mihenk taşı orada olmayı istiyor mu, davranışlarına bak ve gerçeği gör kızım.. Ben önceliğime en kıymet verdiğimi koydum, peki o orada olmayı hak ediyor mu, davranışlarına bak gerçeği gör kızım.. Ben bir yarın inşa ediyorken en zor günümde bile sencil olabilmeye gayret ettim, peki oncul olmayı o istiyor mu, davranışlarına bak gerçeği gör kızım.. Ben inanmayı, güvenmeyi, enerjimi ve zamanı feda etmeyi seçtim peki o bunu istiyor mu, davranışlarına bak gerçeği gör kızım..

    Peki, benden ne olur diye soran birinin bu yazdıkları soruya cevap mı? Aslında evet. Her düşüşte kalkabilmeyi başarmış, yaşadığı hayal kırıklıklarına rağmen yeniden güvenmeyi seçmiş, kırgınlıklara ve bağlanma şekline teslim olmaksızın sevgiye emek vermiş birinin tam olarak kim olduğunu gösterir..

    Çabalayan, seven, bunca çirkinliğin içinde güveni dipdiri tutan, sadece sözlerle değil davranışlarla da ben buradayım dimdik ve her şeye rağmen diyen biri..

    Aşka inanan, kariyerinde işler yolunda gitmese de çalışmayı hep seven, problemleri vals edercesine çözebilen, karanlıktan korksa dahi ışığını kaybetmeyen bir ben..

    Ve ben benden ne olur sorgusunun içinde bir başına kahvesini yudumlarken hayattan kendini gizlemeden talepte bulunan..

    Kalbimi heyecanla attıran, güvenimi canlı tutan, önceliği olmaktan dolayı huzurlu olacağım, değerli hissettirmek için kendini ortaya koymaktan çekinmeyen ve gözümü kapatıp kendimi bırakma cesaretini gösterdiğimde ve o gölde boğulma korkusuna rağmen girmeye cesaret ettiğimde yara almama izin vermeyen, düşmeyeyim diye fizik kanunlarına meydan okuyan bir aşkın evim olmasını istiyorum bugün.. Çünkü biliyorum, benden çok güzel bir ev sahibi olur..

    Ve sevgili evren, bugün düştüğüm bu yerden gökyüzüne bakarken bir mucizeyle uzatacağın eli bekliyorum.. Ben yine, yeni, yeniden inanmayı seçiyorum. Peki sen inanmam için bir sebep olmayı seçiyor musun?..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..YÜZMEYİ ÖĞRENMEK İÇİN ÖNCE GÖLE GİRMELİSİN..

    “Olmak ya da olmamak, bütün mesele bu..”

    Ve prens prensesi öper, prenses uykudan uyanır.. Ne büyülü bir aşk hikayesi.. Halbuki prenses neden uyuyordur, uyanmak için neden bir prens gereklidir ya da uyanınca neler olmuştur işin bu kısımları pekte ilgi çekmez.. İşte buna kızan ben bir öpücükle yaşadığım sancılı uyanma sonucu buna neden kızdığımı anladım. Ve sanırım sıra olduğu haliyle hikayeyi kabul edebilmek ve kendi zamanımı canlı yaşayabilmekte..

    “Her nasip vaktine esirmiş” cümlesini okuduğum, okuduktan sonra gerçekten de sarsıldığım bir kitabın bendeki yansımasıdır bu yazı.. Yaşadığımı ve anladığımı yazmak yetmez, yazdıklarımı yaşamayı da isterim diyeceğim türden.

    Şu uyanma hali, kendini gerçekleştirme işi bir anda oluverir sanıyorsun. Okuyorsun, izliyorsun, dinliyorsun, kendinde yıkımlar yapıyor yerine yeni inşa edeceklerini seçmeye gayret ediyorsun. Sen ediyorsun etmesine de zaman sana dönüp bakmadan tik taklarını ardın sıra devam ettiriyor.. Vardım diyorsun, oldum sanıyorsun hayatta karşılığında tak diye bir tokat savuruyor. Başlarda sersemliyorsun e diyorsun onca çırpınma içinde buraya kadar geldim neydi şimdi bu! Tokatın ve yarattığı sersemlik hali etkisini yitirmeye başlayınca ha gayret diye yeniden başlıyorsun. Sen başlıyorsun başlamasına da hayat sen çırpınıyorsun diye durup sana yol vermeye pekte niyetli değil, görüyorsun.. Dünün enkazını temizleyip bugünü inşa edeyim derken farkına varmadan yine yeniden bir döngüye kapılıyorsun aslında..

    İşte 2 nisan, baharı getiren o öpücük aslında uyku katmanımda bir yeni uyanış içinmiş meğer. Ben her uyandım sandığımda, meğer sadece yeni bir rüyaya gözlerimi açmış, bir önceki rüyayı geride bırakmışım.. Meğer çaba sandığım sadece çırpınmaktan ibaretmiş, hele korkularım öyle maskelenmiş ki savunma duvarlarının arkasına ben bile erişemez hale gelmişim. Dün gece o duvara toplayınca anladım, önce canımın yanması ardından gelen idrak ile..

    Kalbimde evi olanın heyecanını görüp onun adına gururlanırken bir yandan, yanında değilim ve mutluluğuna ortak olamıyorum diyerek çaresiz hissetmek diğer yandan. Başardığı şeyi sevinçle kucaklarken bir yandan, ona tebriklerle sarılamamanın hüznü yandan. Her anına şahit olma hevesi ve arzusu bir yandan, ondan bihaber kalmanın burukluğu diğer yandan.. Bir bankta, bir başıma beklerken saatlerce, bu iki zıt duyguları barındırırken içimde, bir köpeğin sev beni diye usulca sokuluşuyla anladım ki birincisi iki zıtlık aynı anda aynı yerde var olamaz, ikincisi çaresizliğin ve burukluğun sebebiyse daha derindi diye. Yüzleşmem gereken kendi gerçekliğim tam önümde sevgiyle başının okşaması, güvenle yanında durulması ve şeffaflıkla ona ulaşılması için bekliyordu. Neydi beni böyle karanlığa ensemden bastıran gerçek; yetersizlik, çaresizlik, kaybetme korkusu? Peki neydi bu duyguları besleyen düşünce? Beni, kafamı suyun üstüne her çıkardığımda dibe çeken şey neydi? Hatırladım, en derinde yatan o boğulma hikayemi; o gölde boğulmak üzere olan küçük kızın, gözleri açık dibe doğru çökerken hissettiği o yaşamın bitişi anında bir el yardımıyla kurtarılışını ve bir daha suya giremeyecek kadar korkuşunu, sadece bunu değil meğer içten içe bir elin onu boğulurken gelip çekip çıkarmasını bekleyişini. Hatırladım..

    Zihnim kendi hikayesine yani dününe ait kimliğine sıkı sıkıya tutunmak için beni bugümde sürekli tetikte tutuyor. Tutmak zorunda, çünkü o iyi ya da kötü demiyor, benim bildiğim hikaye bu bunun başını ve sonunu biliyorum o yüzden bu hikayeyi canlı tutmalıyız ki güvende olalım diyor. Oysa bilinç, bir yandan kendi varlık sebebini sana fısıldayarak anlatmaya çalışıyor, zihnin gürültüsü arasında kalan cılız sesi duyulmuyor elbette..

    İşte o öpücük ve sonrasında o öpücükten mahrum kalan ben zihnim ve bilincim arasındaki köprüde ayaklarımı sarkıtmış kahvemi yudumluyorum. Hayatın trafiği ayaklarımın altından akıp giderken..

    Dün zihnimi saran telaşı işte bu uyanma hali sarıyor. Ben meğer o aşkı kaybetmekten, o öpücüğün yarattığı canlılık hissini kaybetmekten, kilometrelerin yaratacağı şeffaflık ve iletişimde olmama hissinden, kısaca gölden çıkıp evimdeyim deme halini kaybetmekten korkuyorum. Ya yeniden o göle düşersem, ya yeniden dibe doğru çekilirsem ve bu sefer o el gelmezse ne yaparım! İşte hikayenin tekrar eden, her seferinde kendimi baltalamama neden olan kök bu. Yüzmeyi öğrenirim, suyla haşır neşir olurum, hatta kim bilir belki çok iyi bir yüzücü olurum demek değil de sürekli boğulurum demek, yeni bir deneyim elde etmek değil de hep tanıdık bildik olanı deneyimlemek.. İşte o filmi izledim, o hikayeyi okudum, tanıyorum,sonunu biliyorum. Zihin tanıdık olana güven duyar, en azından o an hayatta kaldın der, nasıl kaldın ya da bu hayatta kalma şekli sana hizmet ediyor mu demez, diyemez, çünkü bilmez..

    İyi bir yüzücü olma ihtimalin olduğu için o göle çekildin demez, suyu seviyorsun su sana iyi geliyor demez, sen keşfedeceksin ufkun geniş demez, diyemez..

    “Diyelim ki bir lider olarak geldin dünyaya, özünde tüm lider vasıfları var, yaşam seni lider yapacak ortamlara götürür ve olman gereken insana temas edeceklerle buluşturur, peki nasıl bir lider olacaksın? Ghandi de bi lider Hitler de bir lider, fark ne, ikisinin bilincindekilerle yaptığı seçim, yani sorumluluk senin.. ne yapacağım, nasıl yapacağım değil kim olacağım meselesi..” İşte tam da şu anda ‘seyir’ kitabının imdadıma yetiştiği o örnek..

    Mevlana’nın misal aleminde her şey yaratıldı deyişi geldi aklıma. Aslında sistem senin neyi yaratacağına değil, neyi deneyimlemek istediğine bakıyor. O gölde tam boğulurken bir elin beni kurtarmasını mı deneyimlemek istiyorum yoksa iyi bir yüzücü olmayı mı deneyimlemek istiyorum. İşte tam bu anda nefesim hücrelerime doluyor; boğulma hissini yaşamış bir kız çocuğu olarak o anı orada bırakmak yerine her gün yeniden boğulma deneyimini yani geçmişin hikayesini yaşatmayı seçiyorum, kendimi her gün yeniden yeniden o gölün dibine çekiyorum.. Dünün kaderi yaşandı ve bitti, o an kurtuldum ve yaşamdayım. Oysa ne çok severim suyu, ne çok isterim balık gibi dalıp çıkmayı, bugün suyla barışmak suyla dost olmak aslında yüzmeyi seven biri olmayı seçmek aynı zamanda geçmişi de iyileştirmek değil mi.. Uzatılan yardım elini beklemekten, boğulma hissini sürekli yaşamaktan özgürleşmek, geçmişi özgürleştirmeyi seçen olmak değil mi aynı zamanda..

    Zaman, zihnin ördüğü hikayenin bir akış aracı aslında. Bir geçmişin olmalı, ki gelecekteki sen yaşadıklarına bir dayanak bulabilesin. Yani aklında geçirdiğin zaman, gerçek zamanın akışından uzaklaştırıyor seni, zamanla da aklının yazdığı hikayeye uygun roller belirleyip oynuyorsun. bu benim diyerek sahipleniyorsun o kimliği sıkı sıkıya..

    Dönüştürmenin tek yoluysa, burası önemli, sorumluluk almak. koşullara teslim olmamak, dünün filmini izlemeyi bırakarak, yarının telaşından sıyrılarak bugününü seçmek. Şimdi dön bir bak seçimlerine sevgiyi mi seçiyorsun nefretimi, sorumluluk almayı mı seçiyorsun yoksa kaçmayı mı, dönüştürmeyi mi seçiyorsun aynı kalmayı mı?

    O gölde boğulmayı mı seçiyorsun, yoksa yüzmeyi öğrenmeyi mi?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..İPİN ÜSTÜNDE; BİR AŞIK, BİR ZAMAN VE BİR UÇAK BİLETİ..

    “Önce doğru nefes, sonra yeniden doğuş..”

    Yaşam, seçimler ve seçimlerin sonuçlarını deneyimlemektir. Peki bu seçimleri ne pahasına yaparız?

    Bu sabah gözümü beklediğimden erken açtım mesela. Telefonu uçak modundan çıkarıp çıkarmama konusunda kendimle küçük bir savaş verdim. Peki neden? Olur ya kötü bir şey okursam güne kötü başlamamak için. Önümde iki seçenek; aç ve yüzleş ya da kapat rutinlerini gerçekleştir ve daha sonra bak. İşte bu bana bir şeyi hatırlattı, bazen öyle kaçmak istiyorum ki kötü hissetmekten direniyorum. Direnmekse zaten yaşanacak olan şeyleri daha da kırıcı ve maalesef kalıcı bir hale getiriyor..

    Direnmeyi bıraktım. Telefonu açtım, yatağımı düzelttim ve limonlu suyumu hazırladım. Yüzümü sabunladım, kremimi sürdüm ve odaya hazırlanmaya geldiğimde bildirimleri gördüm. Yine iki seçenek, lakin bir farkla, bu sefer direnmek yok.. Hiç beklediğim bir mesajın yüzümü gülümsetmesi.. İşte aslında hayat beni eforsuz ve kolaylıkla gülümsetebiliyor..

    Hayatı sadece kendi seçimlerimiz değil, hayatımızda olan insanların seçimleriyle de deneyimliyoruz, Hele de benim gibi derinden sevip, sevdiğini merkeze alan biriyseniz, onun seçimlerinin sorumluluğunu bile sırtlamaya kalkışırsınız. Kendi seçimlerimin sonuçlarıyla ben bir başıma hallederim, aman sana yük olmayayım der, söz konusu sevdiğiniz biriyse onun da stresini, seçimlerini, kaosunu sırtlarsınız. Bunu sevgimin bir göstergesi olarak sıkı sıkıya kabul etmiştim. O yüzden hayatıma, hele de merkezime birini alacaksam ya beni ben yapan şeyleri bırakacaktım (ki uzun vadede kendini kandırmak bu), ya da kendimi olduğum gibi kabul edip bununla daha sağlıklı nasıl yaşanırı öğrenecektim..

    Aslında her iki yolu da denedim, kendimi kabul etmenin doğru oluşuna emin olmamı sağlayan bu oldu. Buydum çünkü; sevince her haliyle seven, onun sorunlarını ya da stresini kendimin gibi benimseyen, güvenince vardır bir bildiği diyerek onun seçimlerinin sonucuna katlanmaya çalışan, onun problemi benim de problemim diyerek göğüsleyen. Ve sonra hayat sarsıp kendine gel sen de insansın, uyan der, masal biter..

    Elbette birinin yol arkadaşı, hayat ortağı olmak konusunda cüretkar bir yapıya sahip olmak karşımdaki için oldukça özel hissedeceği bir konu, tabi kıymetini bilirse. Ve fakat yükler ağır geldiğinde, hisler karıştığında, işler çıkmaza girdiğinde eğer suçlu ilan edilen, eleştirilen, yaptıkları göz ardı edilen oluyorsanız işte bir direnç noktasını daha kırma zamanı gelmiş demektir.. Ufacık şeylerle mutlu olabiliyor olmanız duyguları hemen değişen birisin ya diye etiketleniyorsa, kırgınlıklara rağmen fazladan bir dakikayı daha kırgın geçirmek istememeniz anlayışsızlık olarak lanse ediliyorsa alın size bir seçim anı daha..

    Sizi etiketlerle görene, yaptıklarınızı sürekli yanlış anlamaya meyil etmiş olana ne söylerseniz söyleyin baktığı gibi görecektir. Halbuki sizde yorulabilir, yanlış anlayabilir, seçimlerin sonuçlarına tek başınıza katlanmak istemeyebilirsiniz..

    Yazar olmanın en güzel yanı hikayeyi istediğiniz açıdan anlatma fırsatınızın olması bence.. Kendini kandıran, olmadığı biri gibi davranan, sürekli mağduru oynayan biri olsaydım sanırım daha çok iş görürdü.. İşte bu da benim seçimim, gerçeği yaşamak ve anlatmak..

    Benim için hayli zor bir süreç. Açıkçası belirsizlikler de cabası. Hayatımdaki insanların da bana bu konuda pek ılımlı diyelim, ılımlı yaklaştığı söylemez. Hiç görmediğim bir, gitme şansımın olmadığı bir ülkeden (Seattle, WA) bana kadar gelmiş termostan kahvemi yudumluyorum. Özellikle konum belirttim çünkü haritadan baktım ve bana geldiği dükkandan bir gün kahve doldurup içmeyi isterim diye geçirdim içimden. Ve belki evren bugün bu kelimeleri ciddiye alarak bir yol açar..

    Neyse dönelim konumuza, seçimler ve deneyimler.. Seçtim ve denedim. Severek, isteyerek, çabalayarak, hatta zaman zaman direnerek. Dün bitti ve yarın bir muamma. Kimi zaman bu insanı bugünün gerçekliğinde yaşatmak için var, kimi zamansa kaçmak isteyen insanların silahı olarak var.. Önemli olan benim neyi seçtiğim, gerçekliği seçiyorum bugün..

    Kim olduğunu soracak hayat sana, eğer susarsan senin yerine cevap verecek. İşte bugün, önce kahvemden bir yudum ardından burnumdan derin bir nefes alarak seçiyorum kim olduğumu..

    Dün olduğum kişiden daha bilgeyim, yarın olacağım kişidense daha toy.. Bir bağımlılığı bırakmak gibi aslında. Ben sigarayı bırakan kişi olmayı seçiyorum demek güzel, bırakabilmek daha da güzel, lakin bırakan olma çabası direnç getiriyor beraberinde. Ben sigara içmeyen insan olmayı seçiyorum demek, işte gerçeklik buymuş meğer, çünkü hiç içmeyen olmak su gibi akabilmek aslında..

    Düne ait ne varsa o dünün kaderiydi ve yaşandı diyen olmayı seçiyorum, sadakatimden ödün vermemeyi seçiyorum, şeffaflığın bağları sağlamlaştırdığına inanmayı seçiyorum, aşkımda da savaşımda da tüm etiketlere ve dayatılan tüm maskelere rağmen çıplak bir halde kendim olmayı seçiyorum..

    Bugün kendimi seçiyorum.. Düne kadar ne aşkta ne savaşta ihanet etmemiş olmanın haklı gururuyla, her ne kadar anlayışlı biri olduğumu bilsem de zaman zaman anlayamadığım şeylerin oluşuyla, bazen elinizden tutmanın elimden gelen tek destek olduğunu belki de anlatamamış olmayı, yine de olduğum halimle saf sevgiyi ve çabayı hak ediyor oluşumu bilerek..

    Kimseye etiket koymadan, yolundan etmeden, sevgisine sırt dönmeden, kalbinde bir yara açmadan. Üstüme yapıştırılan etiketlere, yolda yarım bırakılışlara, sevgime ve kalbime vurulan darbelere.. Ne yaptıklarımı, ne de yapmadıklarımı, ne bana yapılanları, ne de benden çalınanları hesaba katmadan artık..

    Aynaya bakıp kendime anlattığım hikayeleri, midem kusana kadar tekrar ettim. Dünyaya fısıldadığım ne varsa, aynada gözlerimin içine bakıp defalarca anlattım kendime.. Ta ki gerçekten anlayana kadar.. Kim olduğumu, kim olmak istediğimi ve kim olmadığımı gerçekten anlayana kadar..

    Süreç zor, duygular yoğun, e ben de pek kolayı seçen bir tip değilim malum.. Yine de omzuma bir öpücük, aşka bir göz kırpış ve yarına bir söz bırakıyorum..

    Çabalarıma, emeğime, sevgime, enerjime ve neşeme layık olanı seçiyorum.. Aşkta da, savaşta da..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BİR KADININ DÜNYASINDAN 24 SAAT..

    ”Tutarsızlıklar huzursuzluk yaratır, oysa huzur isteyen önce kendinden emin olmalıdır..”

    Vallahi astrolojik tüm etkileri koç kadınları tek başına yaşamadıysa bende bir şey bilmiyorum. Daha 6 saat kadar önce gözümü açtığımda ”vay be dedim sarsıldık lakin devrilmedik, gerçekten başarabiliriz.” Aslında sıkışmışlık içinde, kırgınlıklarla ve hayal kırıklıklarıyla öfke kusmak için oturdum klavye başına. Sonra derin bir nefes aldım, bundan 3-4 saat önce bir yazı yazdım ve paylaştım. Tabi o esnada güneş vardı, kahvemi yudumluyordum ve bana bugüne özel bir sürpriz yapılacağına inandığım için içim biraz heyecan doluydu. Sağlam bir sürpriz yaşadım burası doğru, da yaşadığım şey beklemeyi ummadığım yerden geldi. İşte tam da bu nedenle bir yazıyı daha hak ediyor bugün bence.. Bugün bir şeyi zor da olsa kabullenmem gereken bir gün; çabalamak her şeyin en önemli adımı lakin zorlamak işte o umutsuzca tutunmaya çalışan birinin kendini boşa çırpındırması..

    Yahu kadın sen dört dörtlüksün de sorun bizde mi yani, demeyin. Ben sorunlu aramayı bırakalı çok oldu çünkü. Önemli olan çözmeye gönüllü müsünüz değil misiniz. Şimdi gelelim bugünden benim payıma düşen, kaybederek öğrendiğim asıl derse..

    Birini düşünün tam yıllarca bir saniye bile kırgınlıklar yaşamadığınız, birbirinizle konuşurken sürekli güldüğünüz, ilginç gelebilir ama düşünce zıtlıklarız bile olsa anlaşmanın hemencecik bir yolunu bulduğunuz biri. Size hadi be oradan dedirtebilir, bense bunu yaşadım. Sonra aşkmış ilişkiymiş kendinizi kapattığınız bir dönemi düşünün. İnancınız yok, kendi kendinize yettikçe görüyorsunuz ki zaten ilişki denilen şey ihtiyaçtan doğuyorsa ihtiyacı karşılanan taraf gider. O yüzden kendinizce diyorsunuz ki tamam kardeşim ben bu sırrı kavradım; istediğim için olan başımla bir, diğerleriyse sadece olup bitecek. Ben ne istiyorum, ben neler verebilirim, kırmızı çizgiler neler diye diye kanunlar koyuyorsunuz. Buraya kadar çok güzel, hazırsanız kendimle sanki hiç yapmıyormuşum gibi yüzleşip, sizi de biraz kendinizle yüzleşmeye itecek o kısma geldik..

    Hani bir şarkıda diyor ya ”bir kadın gelir değiştirir seni, alıştığın o sert kararlı şeklini” diye. Hah işte merhaba ben o kadın. Tabi bir de benim hayatıma bir öpücükle dahil olup, ruhumu istila ederek beni bana gösteren bir adam.. Ben tabuları sert bir kadın, bana gelen sınırları keskin bir adam. Ben kaygılı bağlanmamla barışmış ve bununla yaşamayı öğrenmeye çalışan bir kadın, kaçıngan bağlanmayla farkına bile varmadan beni kendime en güvendiğim yerden sarsan bir adam. Ben her şeyin konuşularak çözülebileceğine inanan bir kadın, bazen sessizliğin içinde de iyileşme olabilir diye beni sessizce kendimle baş başa bırakan bir adam. Ben meydan okumaya alışmış habire cesaret diye ortaya kendini koyan bir kadın,.. Bu liste var ya roman olmaya kadar gider. . Benim kitabım çıkana kadar hikayeler biraz kısa kesmeli olacak, sabredin ve bekleyin..

    Bak biliyor musun ben o kadar da kötü bir öğrenci değilim aslında. Geç öğrenirim kimi zaman, zor öğrenirim bazen lakin kafaya koyarsam inan ki öğrenirim. Bana da kimse bu doğru bu yanlış demedi ki. Bir şeyimden çok eminim seviyorsam her yolu denerim. Çünkü pişmanlığın faturası pahalıdır. Doğru kadına yanlış yapan bir adamın mutlu olmadığını gören, ona destek olup güvenini yerine getiren kişiyi kırdıktan sonra kendi dünyası yerle bir olanı gören biri nasıl olur durup düşünmez.. Benim de hata yaptığım yerler buralar aslında.. Kaygılandığım an (ki bu yıllar sonra ilk kez biri için ortaya çıktı) hemen diyorum bunu bir çözüme kavuşturalım. Karşımdaki bir dur, bir nefes al diyor duyuyorum aslında ama tutarsızlık huzursuzluğumu tetikledikçe istiyorum ki bitsin o tutarsızlık, yeniden huzur gelsin hayatımıza. Ya da bir kırgınlık olduğunda, bir insan severken kırın uyutur mu ben yapamam en azından, öyle naza niyaza da çekmeden diyorum ki gel çözelim.. Bunları defalarca yazsam da göz ardı ettiğim şeyleri konuşalım..

    Ben de insanım. Göremez, anlayamaz, duyamaz bir halde olabilirim. İşte sır burada. Eğer isterse senin gözün olur görmeni sağlar, kulağın olur duymanı sağlar.. Benim aşkta sabırsızlığım pek olmamıştı; araya girecek mesafe, halledilememiş kırgınlıklar, birbirini yanlış anlamaya meyilli bakış açıları da olunca alın size gordion düğümü.. Çözmekle uğraşmak emek, enerji, zaman, sabır ister. Ya da yaşanılanlar yeterli diyerek gitmeyi seçebilirsiniz..

    Kendi hatalarına kör biri değilseniz, yaralarınızdan ve yanlış öğrendiğiniz şeylerden kaçmak yerine yüzleşmeyi seçerseniz, işin içine biraz emek biraz aşk biraz zaman eklerseniz, ortada yanlış yapılmadıysa aşılamayacak hiçbir sorun yok demektir.. İşte kızım seni yoran bu aslında.. Halbuki bazen de çözmemek gerekir, bazen o gordion düğümüne İskender gibi kılıcı vurup kesip atmak gerekir, bazen sadece yürüyebilmek gerekir. Anlatarak yormak değil, anlaşılmak için çırpınmak değil, aşka sahip çıkmak için cesaretli olunmalı demek değil.. İşte bunlar ve muhtemelen henüz görmekte zorlandığın birkaç şey yakında aydınlığa kavuşacak..

    Sen istiyorsun ki hemen herkes travmalarla yüzleşsin, yaralarından kaçmasın, yaşadığı stresi ve kırgınlıkları görüp idrak edip bütün borcu sana yıkmasın. Peki sen! Senin kaygıların belki de görmeni zorlaştırdı, yaşadığın stresi paylaşmak yerine anlaşılmasını beklerken karşıda yaşanılan stresi göremedin, sen ”ulan ben bu aşkla tek başıma nasıl baş edicem” kaygısı yaşarken belki de karşı tarafın böyle derin bir ilişki yaşamakta zorlandığını onunda aynı şeyleri sorguladığını anlayamadın.. Biliyorum anlamak, hissetmek, çözmek, sahip çıkmak için tüm telaşın da artık tek başına olmadığını göz ardı etmemeliydin belki de.. Korkuların, kaygıların, eski yaraların bir anda meydana saçılınca bocaladın. Sen bir nefes alsan halledersin de peki ya karşındaki? Sen derin bir ilişki kuruyorum derken belki de geçmişte hiç bunları yaşamamış birinin seninle ilk kez bunu deneyimlediğini, hayatında hep yalnız bırakılmış birinin bak elinden tutuyorum derken bazı konularda yalnız bıraktığını, sana ”bencil, sessizce gider” gibi kalıpları anlatırken sana kaygılı hissettirmek yerine ”bak benim öğrendiğim şeyler bunlar ama seninle bunların dışında bir lisan geliştirelim” deme ihtimalini, istesem yapardım dediğinde ”evet isteseydi yapardı” demek yerine aslında yapar hatta belki de hala yapmak istiyor ama benim anlamamı da istiyor demelerini görmek ve anlamak kolay olmadı.. Gördün de o da göstereyim derken birlikte gördüğünüz güzellikleri onun yok saymasını, anladın da o da anlasın derken zaten senin anlayışlı ve destekleyen biri olduğunu bildiği için bazı konularda anlayış gösterememene kırıldığını fark etmek zordu..

    Bazen duvarlarımızı ne kadar sağlam örersek örelim biri için yıkmaya can atarız. Yeter ki deriz değsin.. Bazen ne kadar keskin sınırlarımız olursa olsun birini o sınırlardan içeri almayı gönülden isteriz yeter ki deriz tahrip etmek yerine daha da sağlam korusun, güvenebileyim ona.. Bazen birine kalbimizi açacak cesareti gösterdiğimizde dünya zorlukları iptal edip düğün bayram havasına çevirsin isteriz hayatı..

    Sabah kahvemi yudumlarken bugünü özel kılacak bir bekleyişim vardı, parka geçtiğimde bir anda bir çocuğun ”abla bileklik ister misin” sorusuna içimden ”ayy zorlamadan, kasılmadan özel bir hediyeyi hayat ayağıma getirdi” dediğim bir an yaşadım.. Aklımla ve kalbimle bugüne özel (hayatında tatlı sunumlarıyla) küçük küçük planlar yapmıştım. Gerçekleştiremediğim için içimde kaldı bari yazayım; tatlı bir kahve, her şeyi geride bırakacağımıza dair mektuplar, ha bir de siz bilmezsiniz benim özel pembe defterimden bir günü okumak ve aynı ritmi yeniden yakaladığımıza inanacağımız tatlı bir dans.. Basit ve kendiliğinden yapılan şeyleri seviyorum..

    Oysa bugün kutlamanın ve aşkın günü değil, ders alma günüymüş.. Hayatın planlarımı bozmasına aşinayım, o yüzden hep neşemle ve enerjimle ayakta kalacak ve dans edecek bir yol bulurum. Lakin hayal kırıklığı hiç beklemediğim bir yerden geldi, bununla öğrenmem gerekeni öğrenip sanırım planları artık hayata bırakmalıyım..

    Belki bu sefer bir bardak kahve ve gerçek aşk benim parkıma gelir, belki de bu sefer hayat bozduğu planları daha sağlam ve daha kalıcı bir yerden inşa ederek benimkilerden daha iyi bir yol bulur. Çünkü ben bu defa fena çuvalladım..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..DÖRDÜNCÜ AY DOĞUMU, TÜM RETROLARA RAĞMEN..

    “İki şey organik gelişir; gerçek aşk, gerçek dostluk. Lakin ikisini de sağlam tutabilmek iki kişinin çabasına bağlıdır..”

    Annemizin bizi sevme şekli kendimizi nasıl sevdiğimizi, babamızın bizi sevme şekli karşımızdaki insanı sevme şeklimizi belirleyici bir etmen. Panik yapmayın, kaşlarınızı da çatmayın (ki bu iki durumdan birini hissettiyseniz daha çok dikkat kesilin, tabi iyileşmek isterseniz). Ebeveynler dünyayla kurduğumuz ilişkinin, dünyayı görme şeklimizin ve kendimizle olan ilişkimizin yapı taşlarını oluşturan en önemli faktörler. Elbette iş onlarla bitmiyor, sadece başlıyor. Bağ kurma stillerimiz, duygularımızda alma verme şeklimiz, dünyaya bakış açımız, hatta alışkanlıklarımıza kadar etki eden önemli bir faktör.. Savunmasız olduğumuz çocukluğumuzdan hayata adım atmaya başladığımız yaşlarda ise işin için başka değişkenler de giriyor eğitim verenlerimiz, maruz kaldığımız çevre, arkadaşlıklarımız, hatta yeme içme alışkanlıklarımız bile derken bizi biz yapan her hücremiz kalıcı bir biçimde şekillenmeye başlıyor..

    Şimdilerde 30’unda olan bir kadın olarak bakıyorum da 20’lerime o deli dolu haller, o sevmeler, harcamaktan korkulmayan o enerji, sanki hiç bitmeyecek gibi insanlara yatırım yapılan o zaman derken birçok konuda bir hayli dürtüsel ve deneme yanılma yollarıyla yaşanmış bir toyluk..

    Tabi 27’mde yaşadığım ağır depresyon her şeyi içine yutan bir kara delik misali çöreklendi hayatıma. Başlarda ne yaşadığımı bile anlamamıştım; bana ne oluyor, niye hayata odaklanamıyorum, niye adım atmaya mecalim yok, insanlar kalbimi kırmak konusunda nasıl bu kadar cüretkar, hayat beni alaşağı etmekten keyif mi alıyor, ulan bana ne oluyor! Anneciğim canım benim; gözümüzün önünde eriyorsun diyor bende tık yok, sen her şeyin üstesinden gelirsin lütfen ayağa kalk diyor inanır mısınız her şeyle niye mücadele etmeliyim ki bile diyesim yok, o çok sevdiğim müziği dansı yazmayı çalışmayı bir anda bıraktım vallahi hevesim de yok, derken annemin bana gönderdiği bir fotoğraf aslında benim o uyuşmazlı koma halime bir kalp masajı darbesi oldu. O ilk darbe sonucunda geçtim ayna karşısına bir fotoğrafa bakıyorum bir de aynaya aradaki fark beni öyle öfkelendirdi ki “sen kendine ne yaptın” diye kendimi sarsarken buldum.. Hastaneleri pek sevmem, kim sever ki zaten, yine de ertesi sabah doktora gidip ya dedim beni hastaneye yatır ya da beni bu kabustan uyandır. Kendime rest çekmişim bi defa geri döner miyim hiç. Böyle sayfalarca anlatırım o zamanları inanın ama bir şeyi çok iyi öğrendim bazı şeyleri yaşamayan bilmez o şeyin insana ne yaptığını. Bana verilen tavsiyelerin saçmalığı mesela; doğa yürüyüşü yap, kendine öncelik ver, kendine yatırım yap, bir şeylerle meşgul ol gibi bomboş cümleler silsilesi. Lan zaten olay bunları yapamamak ya, beyin gerekli hormonları salgılayamıyor vücut hayatta kalmak için kendini kapatıp tasarruf durumuna sokmuş sen hala ne diyorsun ne bilader, diyemiyorsun neden çünkü halin yok, işte salaklık sadece salak olana kolay derler ya gerçekten de öyle.. Neyse eskilere gidince biraz dertleşmek istedim gelin o karanlığın içinden aydınlığa geçelim geri..

    İlk yıl en zoruydu ama pes etmedim, bir kere meydan okuduysam o savaşı kazanana kadar pes etmek huyum değildir zaten. Ve hayatımda ilk kez kendime, hem de hiç mecalim yokken meydan okumuştum, bu savaşı bırakırsam hiçbir savaşı kazanamazdım, bırakmadım.. Sen iyi değilsin çok yorgunsun diye hayat sana yol vermiyor, hayatta öğrendiğim en kırıcı felsefelerden birisi oldu bu, ama öğrendim. Asıl film ikinci senesinde başladı; kendimle konuşmayı öğrenmeye başladım meğer ne zormuş insanın kendini dinlemesi, içimdekiler anlatmaya başladıkça yeni bir karanlık belirdi, korktum. Yine de temas etmeye çalıştım o karanlıkla, meğer bir kız çocuğu saklanmış gardrop içine, yıllarca orada öylece beklemiş kendi kendine.. Tedirgin bir halde, susmuş bir biçimde baktı gözlerime. karanlığa alışana kadar fark edememiştim gözlerindeki hüznü, hayatımda hiç bu kadar derinden acımamıştı canım kendim yüzünden.. Ve ilk temas..

    Hep aklımın benden hızlı olduğunu bilirdim de beynim düşünüyorsa vardır bir bildiği der köşeye çekilir pek umursamazdım. Hep kalbim hissederdi de, ben pek önemsemezdim.. Ta ki o güne kadar. O ilk temasta idrak ettiğim gerçek beni oldukça sarstı.. İnsanın kendi olması için vereceği savaşın ayak sesleri ürkütücü olurmuş o zamanlarda bundan dolayı olduğunu anlamamıştım. Her şeyi yıkmam gerekiyordu; evimi, bahçemi, sokağımı, benim diye benimsediklerimi, bana ait sandığım şeyleri, öğrendiğim onca hayat tecrübesini. Benliğimde var olan, beni 29 yaşıma kadar taşıyan o gemiyi yakmam gerekiyordu, yüzme bilmiyor olmanın korkusu (alışkanlıklar, emekler, çabalar aslında) beni arafta bıraksa da yıktım.. Ya o güne kadar beni taşımış olan her şeyle devam edecek yarım yamalak, kendinden bihaber biri olarak devam edecektim ya da bu kızı yeniden büyütecektim..

    Vay be şimdi kelimelere dökünce görüyorum ki iyi ki o suya dalmışım, yüzme bilmiyor olmaktan değil meğer boğulmaktan korkmuşum.. Hayli zaman aldı cebelleşerek karaya varmak, ne bir can simidim oldu ne o sulardan geçen bir başka gemi.. Yine zamanın tik taklarına rağmen varabildim karaya.. Savaşmaya alışmış bir komutan anca ölünce çıkarır üniformasını, elindeki kılıcı derler. Doğru.. Onca yara bereyle, onca harabeyle, yok efendim ailem böyle, aman efendim hayat adil değil, yok ben bu yaşıma kadar bunları benimsedim artık ben buyum demelerin hepsini yutmuş su..

    Yavaş yavaş kendimi büyütmeye başladım; önce ilk kelime çıktı ağzımdan, sonra o gardıroptan dışarıya o ilk adımı attım, çocuğunun ilk adımını gören ebeveyn neşesi kapladı içimi. Ardından da hayata yeniden adım atmak, kavramları ve anlamları yeniden yapılandırmak kalmıştı.. Yavaş yavaş yaptım, hala da yapıyorum aslında..

    Bunca uzun anlatmamı maruz görün.. Bugün biraz fazla duygusallık var üzerimde.. Hem aşktan hem de sürekli savaşmanın yorulmuşluğundan..

    25 Mart, benim sevgili doğum günüm.. Bana bu yaşımda meğer ne güzel bir hediye hazırlamış.. Bugün o hediyenin dördüncü ayı aslında..

    Kendime yeni ve kalıcı sınırlar çizdiğim, ben artık kendi yolundayım dediğim, ilişkiler konusunda ne istediğimi bildiğim, istemediklerim konusunda net bir çizgiyle yürümeye devam ettiğim bir yaşa girmiştim..

    Sonra bir şey oldu, hiç beklemediğim hatta asla, imkanı yok diyeceğim türden bir şey..

    ..Aşk..

    Durun hemen yelkenler suya inmesin, ortalık sadece romantizm korkmuyor çünkü. Elini tuttuğunuz insanında ebeveynlerinden öğrendiği bir sevme şekli var, sorunlarla baş etmek ya da sorunları hasır etmek gibi huyları var, yaraları var mesela, onu da kırıp döken bir hayat var, onu da seçeneksiz bırakan konular var.. İşte asıl masal bunlara rağmen iki kişinin kim olduğunu seçmesiyle başlıyor..

    Bu zamana kadar öğrendiklerimizle birbirimizi kanatacak mıyız, yoksa önce öğrendiklerimizi geri de bırakıp yeni bir lisan oluşturacak mıyız? Birbirimizin yaralarına şifa olacak mıyız, yoksa yeni yaralar mı açacağız? Telaşlandığımızda kaçacak mıyız yoksa sevgiye sımsıkı sarılıp birlikte halledebiliriz diyebilecek miyiz? Sabırla ve zamanla her şeyi göğüsleyecek miyiz yoksa kaderin ve zamanın darmadağın etmesine izin mi vereceğiz?

    Ben kendimi büyütürken bulduğum bu aşkta kendimce hatalarla doğrularla yeni yollar bulmaya hevesli ve heyecanlı bir mevsimin eşiğindeyim.. Peki ya bu aşk benim elimden tutacak cesarete sahip mi?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..TAVUKLU PİLAVIN FELSEFESİ..

    “Bana dürüst ol, balkonumun manzarası ve tavuklu pilavın hep hazır olur..”

    Bugün buruk bir hisle uyanmanın halsizliğiyle başladı gün aslında. Ben ne istiyorum, neler yapabilirim, yönsüz yolsuz bir başıma hissetmekten nasıl kurtulabilirim?

    Hayatın gerçek amacı sahip olduğun diplomalar, geliştirdiğin kariyer, habire biri olma çabası mı gerçekten? Bize bunun böyle olduğunu kim söyledi? Takdir edilmek için sürekli bir şeyler başarma hırsı bizi gerçek biri yapar mı? Peki ya bu yolda vazgeçtiklerimiz? Öyle ya hayat seçimler sunar, bizler tercihler yaparız ve tercih bir başka şeyden vazgeçmektir aslında. Peki ya doğruyu seçtiğimizi, bu seçimleri kendi irademizle yaptığımızı nasıl anlarız? Aslında güne gözümü yorgun açma sebebimin beynimin telaşı olduğunu anladığım an yataktan doğruldum ve dedim ki tamam sakin ol konuşarak halledebiliriz bunu, yalnız değilsin şuan..

    Yaklaşık 4-5 saat önce başlamıştım bu yazıya, araya biraz dram ve iç dökmelerle dolu bir sohbet girdi o yüzden şimdiye kaldı. Aslına bakarsanız iyi ki de kaldı. Bazen böyle oluyor, sabah yazmaya başlıyorum araya hayat giriyor ve yazma niyetiyle başına oturduğum cümleleri evriltecek hisler yaşıyorum ve konunun girişi başka sonucu başka oluyor. Bugün de onlardan biri. Aşkla ve sıcak duygularla yazmak için bankta başına geçtiğim bu yazıyı, bambaşka duygularla yazıyorum.. Her neyse gelin biraz dertleşelim..

    Benim hayatı anlamlandırdığım dil yazıklarımın toplamından fazla aslında. Her birimizin yaşarken yaptığı da bu değil mi, anlam arayışı? Kimimiz bunu manevi yönlü arıyor kimimiz maddi yönlü. İki yönlü arayan da var, yönünü hala bulamayan da.. Tek bir doğrusu yok bu işin, tek bir yöntemi de yok. O yüzden şaşmak ve hata yapmak beşere has bir özellik bence..

    Bu yolu bize kim çiziyor, seçimlerimizin kararını kim veriyor. Sizi bilmem ama ben bu konuya uzun bir zaman dilimi ayırdım, kendimi bir denek gibi irledim durdum. Bugünkü beni bundan önceki ben’ler oluşturdu aslında.. Biri kalbimi kırdığında üzülmekle kalmaz sorgulardım da, önce onu tabi, niye bunu yaşattı ki diye diye zamanında devreye girmesiyle üzüntüm azalır ve yoluma devam etmenin verdiği neşeyle bir sonraki kalp kırıklığına kadar hayatıma devam ederdim. Tabi insan ilişkilere verdiğim öncelik ve harcadığım enerji beni kolay kırılabilir bir hale getirmiş. Hatta öyle ki bazen kaç cephe de savaştığımı ben bile fark edemezdim. Tabi 27 yaş döngüsü diye bir gerçek var, en azından bana vurgunu ağır olmuştu.. Buradan bakınca anlatması, hatta çoğu yaşanılanı gülerek ve güldürmek için anlatması oldukça kolay. Zaten yaşıyorsanız üzerinden zaman geçmiş dramların çoğu ileride komediye dönüşecektir, en hüzünlü anlar bile..

    Bugünümde bir şeyleri daha net anlamamı, sınırlarım konusunda daha net olmam gerektiğini, olduğum kadını ortaya koyduğum an bazılarının hoşuna gitmeyeceğini anlamamı sağlayan şeyler geçmişin eseri aslında. O yüzden üzerinden zaman geçen birçok hayal kırıklığına teşekkür de etmem gerek. Elbette farklı seçimler yapabilirmişim dediğin anlar da çok. İnsanım çünkü ve kendim olabilmek için verdiğim savaşta öğrendiğim en net gerçek şu oldu ki bir insanın kendi kimliğini oluşturmasının yolu kendiyle derdi olmasından geçiyor. Elbette benim gibi dünyaya sert durup içinde hassas olan biriyseniz lütfen bu savaşa yalnız girmemeye dikkat edin.. Çünkü insanın kendini olduğu gibi görmesi öyle kolay değil hatta bence en kör noktalarımızdan birisi bu.. Ben çok güçlüyüm dersin kendince halbuki güç sandığın şey en büyük zayıflığındır. Ben çok iyi bir dinleyiciyim dersin halbuki konuşacak şeylerin kalmamıştır ya da yoktur.. Ben çok diye başlarsın ve çoğu zaman sandığından da azdır.. İşte bunu görmenin ilk yolu kendini hesaba çekmek aslında. Belki de çokta kusursuz değilsindir, çokta karmaşık ya da anlaşılamaz da değilsindir. Kimi zaman bize yapıştırılan etiketleri kanıksarız bir zaman sonrada başkalarının yapıştırdığı o etiketlere öyle bir sahip çıkarız ki kimliğimiz olur. Mesela ben; ani tepkilerimden dolayı bana hep çok fecrisin denirdi 20’li yaşlarımın başında beni tanıyan arkadaşlarım iyi bilir o zamanları, başta buna kızardım hemencecik karşı çıkardım (harbiden azıcık öyleymişim), sonraları koç kadınıyım ben diye savuştururdum, ne saçma, sonra fark etmeden bunu dilime dolayım kimliğim yapmıştım. Ben de biraz fevriyim ama, diyerek anlattığım anılarım var. Oysa kendimi parçalayınca gördüm ki, benimkisi tez canlılıkmış, hemencecik olsun isteği, bu doğru ya da yanlış demiyorum, aksine kendimle ilgili en gurur duyduğum şey de bu aslında. Dün savunduğum şeyin bugün karşısında dimdik durabilirim ya da dün sevmediğim şeyi bugün sevmeye de başlayabilirim (31 yaşıma kadar kabak yememiş ve sevmediğinden eminken, aslında o kadar emin olmamam gerektiğini görmem gibi). Yani demem o ki insanım elbette değişecek ve dönüşeceğim. İşte bu bir zafer benim için. Kuralları kimin koyduğunu, doğruyu ve yanlışı kimin belirlendiğini hiç bilmediğimiz bir hayatta kendinden emin bir keskinlikle yürümenin bir faydası yok. Birilerine var, lakin insanca yaşayana yok..

    Önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan zordur demiş ünlü düşünür. Vallahi çok doğru. Fizik bilgim neredeyse sıfıra yakın lakin zamanla atomu parçalamayı öğrenebilirim, oysa insana ve yaşama dair onca tecrübem ya da araştırmalarım var yine de yargılar ve etiketler konusunda birine durumun çokta onun gördüğü ve anladığı gibi olmadığını anlatmanın 40 yolunu da bulsam boş. Çünkü atomun yapısı bellidir ve ben istemiyorum parçalanmayacağım demez. Oysa insan öyle midir, ancak isterse mümkün kılar anlamayı, kendi varsayımlarının dışına çıkmayı ve gerçeği görebilmeyi..

    Yolum tavuk pilavla yıllar önce kesiştiğinde işte ben bu yolculuğa çıkmaya karar vermiştim. Elbette her evde pişen bir yemeği ilk kez o gün yemedim. Ama o yemeği ilk kez bu anlamla bütün kılmaya karar verdim ve o günden sonra tavuk pilavcıma götüreceğim kişiyi özenle seçmenin anlamlı olacağını düşündüm.. Kabak yemeği mesela onu hiç yememiştim bana bir kaybı da yoktu, yememeye ve sevmemeye devam edebilirdim. Ama dedim ki dene, sevmemeye devam edeceksen bile denedim ve sevmedim de. Aslına bakarsanız sevmemek içinde gerçekçi sebeplerim değil sadece varsayımlarım varmış, ellerine sağlık yapanın bana varsayımla yaşamamam gerektiği kuralımı aslında farkına varmadan hatırlatmış oldu. Bir daha kabak yer miyim tartışılır, ama sevmiyorum demeyeceğim kesin, hele de kendimce varsayımlarda bulunarak sevmemeyi seçmeyeceğim daha da kesin bir kanı..

    Eğer gerçek manada kaostan ve dramalardan beslenen, mağdura yatıp sizi manipüle eden biri olmuş olsaydım inanın bunu yapmak için gerçekçi sebeplerim olduğu kadar hayat tecrübelerimin de arkasına saklanır size cidden nefes aldırmazdım. Oysa ben acımı ve hayal kırıklıklarımı boşa harcamayı seçmedim. Onlara tutunup mağduru oynamayı da seçmedim. Onları yaşarken yas sürecime saygı duydum çünkü bana ama benimle ilgili ama hayatla ya da insanlarla ilgili bir anlatacağı vardı. Zaman yas sürecini geçirmeye başladıkça onları da doğru değerlendirmeye, almam gerekeni almaya ve yoluma devam etmeye gayret etim. Alim değilim, hatalarım var. Lakin zalim hiç değilim, onca kötülüğe rağmen sevmekten vazgeçmeyen bir kalbim var.. İnsanım hepsi bu.. Varsaydığınız kişi değilim, çünkü kendimi sandığınızdan daha iyi tanıyorum. Önyargılarınızın oluşturduğu kişi değilim, çünkü kendim olabilmek için bir bedel ödemeyi göze aldım, ödedim de. Yanlış ya da doğru da değilim, çünkü kendi tabağımın dışındakine hiç göz dikmedim.. Nasıl gördüyseniz oyum, çünkü insan insanın aynasıdır. Nasıl sevdiyseniz öyleyim, çünkü kimse kalbinden olandan fazlasıyla sevemez kimseyi. Nasıl anlatıyorsanız beni hikayenizde o karakterim, çünkü kişi neye inanırsa onu görür..

    Ve ben; hatalarımla, bazen anladığımı sanıp yanılmalarımla, bazense en emin olduğum yerden yediğim tokatlarla, bazen yanlış anlamalarımın yarattığı (bence tatlı ama karşımdaki için yorucu, biliyorum) karmaşayla, kimi zaman bocalamalarımla, kimi zaman dimdik meydan okumalarımla.. Ben benim aslında.. Bir hikayem var, birde kahramanı olduğum hikayeler. Bir zamanım var, birde yitip gidenler. Biz sözüm var, bir de zamanı geldiğinde söz edeceklerim. Bir hayalim var, bir de hayaline ortak olduklarım. Bir geçmişim var, bir de geçmişin yıkıntılarından arındırıp inşa ettiğim geleceğim. Bir aşkım var, bir de bir dolu hayal kırıklıklarım. Bir anlama şeklim var, bir de anlaşılmayı bekleyişlerim. Benim bir özüm var, bir de o özüm kimseden emanet almadan yeniden yapışlarım..

    Bazen ben olmak beni bile yoruyor aslında, hayatımdaki insanlara teşekkürüm bu.. Benim bir yolum var, bir de o yolumun hikayesi..

    Peki ya senin hikayen? Peki ya senin hikayenin kalemi kimin elinde? Gerçekten sen mi yazıyorsun, yoksa yazdığını mı sanıyorsun?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..CONTROL AND LUCID DREAM..

    “Cehennemin güvenli bir yer olduğuna inanan birine cennetin güzelliklerini anlatamazsın..’

    Bir söz duymuştum, “sen istediğin kadar melek ol, sevmeyen kanat çırpışından bile rahatsız olur” diyordu..

    Sevdiğim insanlara kendimi ve duygularımı anlatmak konusundaki ısrarımın nedeni hep “bak ben hala elinden tutmaya çabalıyorum bunu gör, gör ki dağılıp kaybetmeyelim bu bağı” demek olduğunu bilsem de gösteremediğim çok oldu. Nitekim kaybolup giden bağlar da çok oldu.. Halbuki benim de onların bana gösterdiğini görmem gerekirdi, “bağın güçlenmesi için, güçlü kalabilmesi için karşılıklı bir çaba gereklidir.” Sevginin kolayca çarçur edilişini aklım bir türlü idrak edemiyor, inanın 31 yaşındayım hala zorlanıyorum.. Aslında bir yanım referans konusunda davranışlara bakması gerektiğini defalarca tecrübe etse bile bir yanım çocuksu bir telaşla bu gerçekten hep kaçtı.. Mız mız ve trip atan bir yapım hiç olmadı, aksine hevesli ısrarımın tek nedeni ruhumun belirsizlikten korkmasıydı. Tabi insanları da anlıyorum istiyorlar ki hep anlaşılan taraf olsunlar, anladım da. Ama bir yanım sessizce hep, peki ya ben demiş durmuş, peki ya beni kim anlasın.. Demekle de kalmamış aslında anlaşıldığı, güvende hissettiği, korkmadan sırtını dayadığı bir liman da aramış.. Ararken de hep okyanusun derinliklerinde, yoluna çıkan fırtınalarda savrulup durmuş.. Bilgi hazır olmayana tehdit gibi gelir, bu yüzden siz ne kadar çok çırpınırsanız çırpının günün sonunda göreceğiniz şey gerçekler olacaktır..

    Aklımın telaşını maruz görün ya da görmeyin artık canımı acıtsa da görülmesini beklemekten yorulduğum bazı şeyler var. Aslında biraz da mesele bu sanırım, bırakabilmek.. Hayatın akışına ve anın getirdiklerine karşı teslimiyet gösterebilmek.. Halbuki beni anlamak isteyen çokta güzel anlıyor, telaşımı fark edebilen etmek isteyen ediyor. Bu benim içinde geçerli; kendi yorgunluğuma rağmen kalkıp elinden tutmak birinin, kaygılarıma rağmen desteklemek ya da, ben yönümü bulamamışken başarılarıyla gururlanmak sevdiklerimin işte tüm bunları istediğim için yapıyorum.. Yapıyorum yapmasına da bazen kırgınlıklar içindeyken yine de anlatmak çabası içine girince görülen şey çabam değil de kırıklarım oluyor, yorgunluğuma rağmen destekliyor oluşum değil de yoruşum oluyor, cevap aramalarım değil de soru sormalarım batabiliyor.. Aslında bu duruma şöyle bakınca ortada ne mağdur var ne de mağdur eden, sadece iki insanın beni gör fısıltıları çarpışıyor.. Biri kendi hayatının telaşında stres yaşarken sadece huzurlu hissettir istiyor, diğeri belirsizlikler içinde çırpınırken bir çıkış yolu arıyor.. Bunların dışında sadece ben diyenler de var, onlardan olmayın ve dilerim onlardan olanlarla yolunuz kesişmez. Konumuz sevgiye değer veren ve o değeri güçlendirmek için çabalayan insanlar bugün, o yüzden sevenlerden devam edelim..

    Kendi yolunda giderken gelirsen gel gelmezsen kal diyenler de olacak, ben bir yol yürüyorum ve bunu seninle yürümek istiyorum diyenler de. Peki ya sizi hikayesine dahil edeni nasıl tanıyacaksınız, elbette davranış ve çabasından.. Hayat kendi bildiğini okuyacak kimseye de beni anla demeyecek. Önümüze fırtınalar çıkacak, kaybolacağız da bazen koşulları öne sürüp hayat beni buraya itti diyenler hayatta sadece ben diyenlerdir. Oysa onca koşullara rağmen denedim demek, çabaladım diyebilmek biz demektir, işte ben bize aşığım bana değil..

    Zaten hayatta ben demeyi pek beceremedim. Bu hep canımı yakandı diye düşündüm durdum. Ne ben demeyi öğrendim ne de zaman bu konuda bana ders vermekten vazgeçti. Savaşıp durdum bu gerçekle, kaçtım sonunda bu gerçekten. Şimdi yeniden tosladım bu gerçeğe, demiştim ya alıştığın dil neyse iyi kötü demez onla konuşursun diye, şimdi benim alıştığım dil savaşmak ya da kaçmak bunları mı deneyeyim yeniden.. HAYIR.. Aynı şeyleri yapıp farklı sonuç beklemek sadece aptalların işidir derler.. Kılıcımı yere bırakıyorum, savaşmayacağım. Köprüyü yakıyorum, kaçmayacağım.. Bu gerçeğin neyi fısıldadığını duyacağım önce, yıllarca biz diyerek yaşadın artık özneyi değiştir dediğini duyacağım.. Sonra bunun yaşattığı duyguyu kabul edeceğim, drama yaratarak mağdur olmak değil acının içinden yalın ayak yürüyerek büyümek.. Ve nihayetinde kanatlarımı yeniden bulacağım, sesinden rahatsız olan karada kalsın ben gökyüzünde süzülüp “yıldızlar altında” sahip olduğum sevgiyle, sevgime layık olanla dans edeceğim..

    Senin için ben dilinden biz diline geçmek, benim içinse biz dilinden ben diline geçmek.. Zor.. Zaten kolay olsaydı, ruhumuz değil sadece dilimiz konuşurdu.. Kendin yorulurken başkasına el uzatmak zor. Zaten kolay olsaydı hayatımız yüzeysel ilişkilerle dolu olur, gerçek aşkı bulamazdık.. Kaygılı bağlanan biriyle yaşamak zor, zaten kolay olanı seçseydin ihanetler ve kalıcı olmayanlarla gününü geçirirdin.. Kaçıngan bağlanan biriyle olmak daha zor, zaten kolay olsaydı sürekli ben çabalıyorum biraz da o adım atsın diye bekler, onun sessizliğe bürünmesine kızıp beklemekten sıkılıp vazgeçerdin..

    Yani demem o ki gerçekçi, sağlam ve kalıcı ilişkiler kurmak zor. Sıfırdan bir şeyler inşa etmekte zor. Ama hayatta kolay şeylerde var; yüzeysel ilişkiler kurmak gibi, günübirlik yaşamak gibi, ben iyi olayım gerisi önemsiz demek gibi.. İşte burada seçim senin; geçmişin, travmaların, ailenden gördüklerin, hayattan öğrendiklerin seçimine etki etse de üzgünüm ki seçim senin.. Kolayı da seçsen, zoru da seçsen kimseyi suçlayamazsın ya sorumluluk alır seçimin sonucuna katlanırsın ya da kalıcı ve sağlam bir hayat kurmaktan sürekli kaçar koşulları ve insanları suçlar durursun..

    Karar ver, adım at, hata yaparsan sorumluluğu al kaçma, doğruyu bulursan gülümse, ve devam et..

    Sen bu değilsin, seni bu yapmışlar.. Yavuz Çetin’in dediği gibi “benden sizden biri yaratmayı nasıl başardınız?” Bu gerçekle yüzleşmek zor. Söylemiştim, kolay olsaydı herkes gibi olurdun. Acıtmamış olsaydı gerçek olduğunu anlamazdın. Eyleme geçmeyen bilgi yüktür, unutma. Beyin yapabilmekle ilgilenir, sadece bilmekle değil.. Hem bilip hem yapmazsan sıkışırsın..

    Son dört yılı araştırarak, yöntemler geliştirerek ve gözlemleyerek geçirdin.. Maestronun dediği gibi “kontrol”..

    Parmak şıkladı, aradığın cevabı buldun, uyan..

    .. SEVGİLERİMLE..

  • ..PEKİ AMA BEN NE ÖĞRENDİM ?..

    “Ey aşk; güne başlarken elinde kahveyle kapıya gelenleri ve elinde çiçekle kapıda bekleyenleri kutsa..”

    Ben pişmanlığın, insanın bugününe yatırım yaptıran bir duygu olduğunu düşünenlerdenim.. Çoğu duygu; kaygı, korku, karamsarlık gibi insanı kalıplara sokan duygular diyelim, ya geçmiş yaşanmışlıklardan bugüne insanın duvarı olur ya da gelecekteki olasılıklarla yıpratır. Halbuki dünün korkusu ve stresi, yarının kaygısı ve belirsizliği insanın hep bugünden çalar.. Bugün arkadaşınızla yapacağınız sohbetten, sevgilinizle içeceğiniz kahveden, ailenizle yapacağınız piknikten, iş yerinizde katkı sağlayacağınız projelerden ve daha fazlasından.. Ama asıl önemli olan kendinizden, kendinizle bugünkü ilişkinizden çalar..

    Yazmak benim için anlaşılmanın bir yolu, ruhumun sızısının fısıltısı, gördüklerimin şahit olduğum karanlıkların bir portresiydi aslında.. Sanıyorum ilerideki çocuklarıma iki mirasım olacak; defterlerimdeki ve blog sayfamdaki hikayelerim, altını çizerek aşındırdığım kitaplarım, ha bir de deli dolu yüreğimin sahip olduğu o masum aşk, miras sayısı 3 etti..

    Ben çoğunlukla kendini didikleyen, her şeyi analiz eden, olayları birbiriyle bağlayan ya da bağladığını sanan, yaşadığı olayların karmaşasında kim olduğunu nelerle baş ettiğini unutmaya meyilli bir yapıya sahiptim..  Tabi bazı fırtınalar fıtratımı alt üst edene kadar. Alt üst olmaktan korkma, cümlesini daha fazla duymak istemiyorum, tamam bilemem hangi taraf daha iyi, bu doğru, doğru olmasına doğru da o işin sonucu gerçeği gösteriyor bense süreçte yıpranıyorum..

    Hem öğrenerek büyüme şeklin, hem miras aldığın ebeveyn sesleri ve davranışları, hem de yıllar içinde yaşadıklarından geriye kalan etiketlerle kendine bir yol bulur, bir kimlik sahiplenir hayatın içinde yuvarlanır gidersin. Bazen bu bileşenler seni arzu ettiğin bir hayata götürür, bazense inşa ettiğin şeyleri bir yanılgıya dönüştürür, bazense elinde sadece bazenler kalır..

    Kendini tanımlamaya başlarsın, kimi zaman sana yapıştırılan her etiketi söker atar kimi zamansa sanki öyleymişsin gibi kanıksar yoluna devam edersin.. Öyle birisindir belki, öyle olmak istersin ya da. Ben iyi biriyim, ben saygılı biriyim, ben sadık biriyim, çok çalışkanım, güçlüyüm, sakinim, tembelim, pesimist biriyim, neşeliyim ve daha bir sürü etiket..

    Peki bana kim olduğunu anlatır mısın diye sorsam sana, aklına ilk neler gelirdi? Mesleğin, eğitimin, statün, belki soyadın, hobilerin geliyor dimi aklına, peki bunları devredışı bırak ve bana kendini anlat desem neler söylerdin? Olduğumuz kişi, olmak istediğimiz kişi, bir de olmaktan kaçtığımız kişi aralarında gide gele inşa ederiz kimliğimizi. Sadece aile, kalıtım ve büyüdüğün yerle değil yaptığın her seçimle, sergilediğin her davranışla, vazgeçtiğin her adımla, hayatına aldıklarınla, hayatından çıkardıklarınla, okuduklarınla, hatta yiyip içtiklerinle bile kimliğine yeni bir sen eklersin..

    Bugün olduğum kadına; temas etmiş her insana, içinde bulunduğum her olaya, yaşadığım her duyguya ve ortaya koyduğum her davranışa etken olan ne varsa öncelikle teşekkür ediyorum.. Her gün kendime dair yeni şeyler keşfetmek, kendimle öğrenmek, aslında her gün kendimi yeniden öğrenmek burada yazıldığı kadar kolay olmuyor elbette.. Yaşadığım stresi yönetemediğim an yaşadığım ataklar ve aslında kendimden emin olmama rağmen sanki ortada bir yanlış varmış gibi kendimi kapana kısılmış ve hata yapıyormuşum gibi kaygılanmalarım, onca iş yapmış olmama rağmen düzenli bir yükseliş yaşayamadığım ve cam tavan sendromu yaşattığım kariyer hayatım, iletişim kurmayı bilmediği için anlaşılamadığımı ve şeffaf olmadığı için güven kırgınlıkları yaşadığım kendimi yalnız hissettiğim ilişkiler, ihanet etmeye hazır arkadaşlıklar derken işler biraz karışmıştı.. Hiç yara almayan, çırpınmaktan nasırı olmayan, hayal kırıklığına rağmen inanmak için ha gayret canım benimlerle kendini ayakta tutmayan bunları ne bilsin tabi. Aslında bilebilir, bilmeyi istemesi lazım, sizin dünyanızda kolay kolay kimseye veda olmadığını bilen biri aslında bunu anlayacak kadar tanımayı istemeli, işte o zaman bilir, en azından bilmek için çabalar.. Aslında bu işler biraz ben demekten çıkma işleri; ben buyum böyleyim diyenin hayatındaki yeriniz kısa mesafe yolcuğu kadardır. Biz olabilmekse çaba ister; karşındakini merak ediyor musun, kaygılarını anlıyor musun, onu varsayım ve belirsizlikle bırakmak yerine iletişim kurmayı deniyor musun, seviyorum değer veriyorum demekle yetinmeyip davranışlarla gösteriyor musun diye diye gider bu liste. Dostlukta ve aşkta hep yaşadıklarımı yazdım. Yıllar evvel tanıştığım bir maestro bana “yaşadıklarını yazmaya ara verip birazda yaşamak istediklerini yaz, belki yazdıklarını yaşarsın” demişti, dinledim.. Tam anlamıyla olmasa bile en azından denedim, hala deniyorum.. Çünkü bazen istemek yetmez, denedim olmasa bile denemeye cesaret ettim demek gerek..

    Alınan yaralar, yaşatılan travmalar hakkında epey bi yazdım. Açık açık değil elbette çünkü beni herkesin anlamasını istemek olmadı niyetim; bakmasını değil görmesini bilen, duymasını değil anlamasını bilen, sevilmek yetmez sevmek gerek çok sevmek hem de diyebilen, yalnız olmadığını hissedip bu dünyada bana da bir inanan var diyenler için yazdım..

    Benim sevgim dilim biraz derinden, biraz siyah beyaz aşk filmleri tadında, dualite barındıran bir yapıya sahip aslında.. Mesela; birisine değer veriyorsam seviyorsam kırgınlığım olsa bile en ufacık güzelliği gördüğüm an hemen neşem yerine gelir, ya da ne kadar kızıp öfkelensem de sevgim öne geçer karşımdanda küçük ve naif bir yaklaşım görmeye kalayım hemen yumuşarım, öyle ağdalı edebiyat raconuma bakmayın kelimelerin efendisi olsam da aşkta savunmasızımdır, haaa kuyruğu dik tutarım savaşta o ayrı lakin bir minik inancım olsun hemen sulh ilan ederim savaş meydanında, dramalardan pek hoşlanmam ruhumu sıkar bakış açısı daracık olanlar, bir tatlı söz kalpten yapılan bir küçük jest beni dünyanın en mutlu insanı yapıverir, öyle trip falan uğraşamam da bir şey canımı sıktığı an efeler gibi yaparım kavgamı, kendimi naza niyaza çekmeyi de pek bilmem bir sorun varsa kendim hallederim halledemiyorsam o sorunun kökünü kuruturum, sevdiğim her insan için elimden kalbimden geleni yaparım, yolculukları pek bi severim kısa ya da uzun fark etmez hele bir de sevdiklerim varsa işin içinde müziklerle kahkahalarla bir potpori dizelerim yollara, bazı yerler bazı takı ve kıyafetler bazı objeler derin manalar taşır benim için kimsecikler bilmez hikayesini anlatarak büyüsünü bozmak istemem aslında korkarım büyüsünü bozacaklarından ve değerini bilemeyeceklerinden, kahveyi pek bir severim hatta aramızda kalsın onun da anlamını kaybetmesinden aşırı korkarım..

    Böyle neşeli, eğlenceli, ışık saçan, sizi dinleyen, her koşulda yanınızda duran birini sevmek kolay. Şimdi gelin madalyonun diğer yüzüne..

    Güven benim temel taşlarımdan; onu yıkmayı bırakın en ufacık sarsıntıya bile maruz bıraksanız zihnim anında sorgulamaya başlar olanları, hele bir de siz özensiz davranışlarla o sarsıntıya yüklenmeye devam ederseniz olaylar yavaş yavaş karışmaya başlar ve günün sonunda “iyi de bak sana güvendim bununla huzurlu olmak varken neden bunu yıkmayı seçtin ki” demeler başlarım. Sadakat diğer bir mihenk taşım; kurduğumuz iletişim ve paylaştıklarımız konusunda dürüst olmak elbette önemli oysa sadakati şeffaflık besler, bilmek benim için size dünyamda teslim olmak aslında, şeffaflık yerini iletişimsizliğe bıraktığı an dünyamda bir çalkantı başlar, hele de bunu fark edemeyen biriyseniz beni yavaş yavaş yaralarsınız. Anlamak ve anlaşılmak konusu bir diğer yapı taşı; uykum, yemeğim ve kahvem yani zamanım ve enerjim konusunda size bol keseden veriyorsam ruhunuzla iletişim kurduğum içindir, anlarım elbette hatta benim gibi insanları bu hayatta en çokta iki şey yorar anlama ve merhamet yorgunluğu,  lakin anlaşıldığımı gördüğüm an içimi bir çocuk heyecanı kaplar gözlerim ışıldar hemen, lakin anlaşılamamak beni hüzünlendirir hele de kırgınlığıma öfkeme rağmen size kendimi anlatma çabasındayken anlaşılamadığımı hissetmek ne de derin yaralar beni.. Kaygılarım, kırgınlıklarım, ben de insanım elbette geçmişten bugünüme taşıdığım korkularım var. Yine de kolay kolay kimsenin yanlışının faturasını bir başkasına kesmem. İşte en çokta karışımdakine yapmadığım şeylere maruz kalmış almak yaralar beni, uzaklaştırır her şeyden, sessizliğe büründürür. Yalanlar, sessizlikler, çabasızlıklar ruhumu çok yorar benim. O yorgunlukla bir başıma kaldığımdaysa bilemem ne yapacağımı..

    İşte canımı acıtan her insan en temelde bana bunları görmem için bir yol açtı aslında. Hep yara almaya hazır olduğumu, karşımdakine kendimden verdikçe aslında benden azaldığını, dünyanın pekte adil bir yanı ve kimseye bir borcu olmadığını, insanları olduğu gibi kabullenmeyi, kişi bilgiye hazır değilse ona öğretmeye göstermeye çalışmanın hata olduğunu, kendimi öncelik yapmadığım her konuda zırhsız ve savunmasız kalacağımı, çabaladığım konu her ne olursa olsun tek başına emek veriyorsam bunun sadece beni yoran bir çırpınış olduğunu, kaygılanmalarımı endişelerimi ve korkularımı anlayana kalbimi açmam gerektiğini yeni yeni anlıyorum..

    Kendimi bulmak bir serüven; düştüğüm, koştuğum, kimi zaman geç kalıp kimi zaman erken vardığım, kimi zaman yalnız kalıp kimi zaman kalabalıklaştığım.. Yine de hep bulmak için yolda olduğum bir serüven..

    Anlatmayı, öğretmeyi, yol göstermeyi pek bir severim. Lakin öğrenmek işte asıl zor olan, zorlandığım nokta. Asıl harita, öğrendikçe belirginleşiyor..

    Yaralayana hakkımı helal etmişliğim de var, bazı şeylerde affedilmez o kadar da değil diye allaha havale etmişliğim de.. Lakin bir de teşekkürüm var.. Telaşlandığımda nefes olana, yolumu yönümü kaybettiğimde bana beni hatırlatmaktan ve bana inanmaktan vazgeçmeyene, stres yaşadığımda masada beni bana bırakan değil de dur bir soluklan diyerek elimden tutana, kaygılandığımda sessizlikle kaygılarımı arttıran değil de bir bankta yavaşça yanıma oturup seni anlıyorum diyene, sorgulamalar belirsizlikler yaşarken güvenle sarıp sarmalayana, tek başıma hallederim dediğimde “biliyorum halledebilirsin ama izin verirsen ben senin için yapmak istiyorum” diyerek aslında yorgunluğumu anlayıp güvenli bir omuz olana, yalanların alkışlanıp ihanetin her türlüsünün kol gezdiği bu günlerde koşullara ve fırsatlara rağmen sadakatle yuva olana bir teşekkür..

    Karanlığa bakan sadece karanlığı görür. Ben hala öğrenme yolundayım elbette..

    Bana güven verin size yol açayım, bana sadakat verin size huzur sunayım, bana samimi bir gülüş verin size neşe vereyim, bana bir aşk verin size bir yuva vereyim..

    Benim bahçeme ektiğiniz tohumu neyle beslerseniz benim toprağımda onunla büyürsünüz aslında.. Biliyorum ben de zorluyorum bazen, biliyorum ben de yoruyorum bazen, arada bir hatırlayın bu kadında içinde yaralı bir kız çocuğunu büyütüyor aslında.. Ve arada bir hatırlayın, yaralı bir çocukla yaşıyorsunuz aslında..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BİR KOÇ KADINI VE ANKA KUŞU..

    “Yanlış yapanları affedenler, doğru yaşayanları sorgular ve hep suçlu bulurlar..”

    Hayatın akışı lineer ilerlemez, zaten öyleyse maalesef ex durumuna geçmiş bulunmaktasınız demektir.. Bu bir yolculuk, bir hikaye, bir süreçtir aslında.. Kimimizin fark ettiği, durup düşünüp anlamaya çalıştığı, kendinde olanları yıkıp inşa edip güzel bir dünya inşa etmek için çabaladığı kimimizinse öyle koşullara, eğitime, işe, insanlara teslim olup hiçbir değişim dönüşüm ya da farkındalık yaşamadan bir şekilde içinden geçip gittiği bir yerdir hayat..

    Siz hangisi olmayı seçtiniz?

    Yazar olarak hikayemi ve elbette gözlemlediğim hikayeleri anlatarak kim olduğunuzu fark etme ya da kim olduğunuzdan bir haber olma yolculuğunuza eşlik etmekse benim seçimim..

    Her şeyden önce bir şeyi iyice öğrenin; kim olduğunuzu söylemeniz o kişi olduğunuz anlamına gelmeyebilir seçimleriniz, üslubunuz ve davranışlarınız gerçek kimliğinizdir. Her gün yaptığınız seçimler gerçek önceliklerinizdir.. Eğer bu konuda bir bocalama yaşıyor ve bu bilgiyi okurken beyniniz savunmaya geçiyorsa hali hazırda kendiyle yüzleşmeye cesaret edemeyecek kadar kendinizden uzaksınız demektir. Eğer öyleyse okumayı burada bırakın, çünkü geriye kalan cümleler gerçeklik içerek ve muhtemelen sizi rahatsız edecektir..

    Bu yazıyı okurken tüm korkularınızı ve güvensizliklerinizi bir kenara bırakmanızı istiyorum. Derin bir nefes alın ve başlayalım..

    Üniversite yıllarımın ilk zamanlarını anımsadım bugün; neşesi ışık saçan, oradan oraya koşuşturup uykusuzluğa kafa tutan, uslanmayan, başına gelenlere rağmen dimdik gülümseyen o tatlı kızı.. Merak etmeyin şuan çok daha tatlı bir kadına dönüştü; kırgın, kimi zaman kızgın, en çokta uykuya ve akıl sağlığına önem veren bir kadın..

    Elbette o kızla şuan ki kadın arasında 10 yıl ve bir sürü harabe dolu savaş günlükleri var. Önce dünyayı sorumlu tutan, sonra ailesini suçlayan (elbette bunu bilerek yapmayan) en sonunda da aslında sorumluluk alması gerekenin kendisi olduğu aydınlanmasını yaşayan.. Aslında 29 yaş öncesi ve sonrası desek daha net bir sınır çizgimiz olur..

    Geçen seneye kadar ki bu 30’uma az kala demek, partner seçimlerim de, aile bağlarım da, arkadaşlık ve dostluk kavramlarım da ve hayattan istediklerim konularında müthiş bir yıkım yarattım kendi dünyamda.. Ben sevgiyi, güveni, neşeyi, saygıyı hep koşulsuz verip “al bak bu dünyada sana inanan birisi var, gerisini inşa etmekte yıkamak sana kalmış” diyenlerdendim.. Bunun bir lütuf olduğunu anladığımda bir şey daha gün yüzüne çıktı aslında, kibir.. Herkese bol keseden vermek sevap, kendini aç bırakacak kadar gözü kör vermekse günah.. Tabi işin bir de kıymet bilmeyenlere karşı yaşanılan hayal kırıklığı boyutu var.. Düşünüyorum da ah benim küçük ve tatlı kızım o işler hiç öyle düz mantıkla ilerler mi, sen çiçek ektim toprağı havalandırdım diye o çiçeğin açacağına dair büyük hevesler beslersen ansızın vuran ayazın seni sarsması kaçınılmaz olabilir..

    Öncelikle zamanımı ve enerjimi herkese har vurup harman savurmamaya karar verdim ve elbette buna karar vermekle kalmadım seçimlerimi buna göre yaptım, ardından mesleki olarak baktım emeğim karşılık bulmuyor sevmek yetmiyor kızım dedim bastım istifayı, tabi hayat sen dikenleri temizliyorsun bu temizlik sırasında ne yaralar ne bereler alıyorsun diye bakmıyor kendi mizahıyla akmaya devam ediyor, ben buraya emek emek bir hayat inşa ettim her sokağında bir hikaye biriktirdim demeleri bir köprüde ateşe verdim ve köpeğimi de alıp çıktım yola belki dedim hayat hayallerimi İzmir İzbanıyla getirir ayağıma ve kendimi bıraktım nadasa..

    Hep ben demek yetmez bu süreçte çünkü beni bana hatırlatan, sevgisini hissettiren, değer veren, zamanını bana özel ayıran, hadi kızım yaparsan sen yaparsın diye gözümün içine inançla bakan aileme, dostlarıma ve köpeklerime sahip olduğum için kendimi en azından şimdi şanslı görüyorum.. Çünkü benim hayat lisanım, sevgi dilim biraz köklü bir dil. Sadakat, şeffaflık, şakalar yani ortak mizah, konular fark etmeksizin konuşabilmek, saymak, sevmek, görebilmek temelli.. Kendimi arenadan çektiğimde amacım kim bana değer veriyor kim vermiyor görmek değildi aslında, benim bi gitmem gerek diyerek yola çıkmıştım insanlar hayatında nerede olduğumu kendiliğinden gösterdi ve bu durumun kendiliğinden oluşması benim için artıydı hepsi bu..

    Gel zaman git zaman arasında yeni bir yıla yaklaşmanın eskisi gibi heyecanı olmadığını fark ettim kendimde.. Sıkılmışım çünkü beni belirsizlikte bırakan durumlardan, şüphe hissi duyduğum ilişkilerden, konuşurken kendimi sansürlemek zorunda kalmaktan, ha bir de habire güçlü olmaktan ve her şeyi kendi başıma halletmek zorunda hissetmekten.. Dedim ya önce yıkılması gerekiyordu her şeyin; bildiklerimin, emeklerimin, öğrendiklerimin de yıkılması gerekirdi. Öyle sadece halının üstünü süpürüp bahar temizliği rahatlığına erişmeyi beklemek olmazdı sonuçta, şöyle dip temel girişip her şeyi iyice bir temizlemek gerekirdi, yaptım..

    Gözlem yapmak sabır ister e bende de en noksan konu sabır, ortalık karıştı kendi dünyamda tabi. İşte hayatın bana verdiği en değerli şeyin aslında kıymetlim olan insanlar olduğunu en çok o zaman anladım.. Lakin bir yanımın boşluk olduğunu da o zamanda fark ettim.. Tamam dedim, buraya kadar olan kısım en zoruydu bundan sonrası sabır, zaman ve anlayış zamanı çünkü kaos yıktı, yeni düzen için şimdi doğru bir şekilde bazı şeyleri yerine koymak bazı şeyleri atmalı..

    Ailemi öğrendiğim toplumsal etiketlerin dışında gördüm, değerlendirdim ve doğru yere koydum. Arkadaşlık konusunda zaten hayatında yerim olanlar buradayım diyenlerdi geri kalanlar kendisini elemişti benim yapmam gereken tek şey dost olanı dünyama dahil edip, arkadaş olanı çemberin köşesine koymak oldu.. Ve aşk; ilişkilerimden ders alarak, ben ne istiyorum ben ne verebilirim diye sorulara cevaplar bularak, sadece sevilmek için sıradan ve yüzeysel ilişkilerden uzak durarak, ihtiyaçtan değil gerçekten istediğim ve aşık olduğum için seçeceğim destansı bir hikaye yaşayacağım dediğim bir aşk yaşamak istediğime karar verdim (karar versem de tabi aşka inanmamı sağlayacak birinin var olduğuna pek bir inancım yoktu, çünkü sevgi şeffaflıkla, merakla, ilgiyle, sadakatle her gün yapılan bir seçimdir aslında ama kimseden böyle bir beklentim kalmamıştı).Ve elbette kariyer; ben ne yaparsam mutlu olurum, geleceğimi nasıl oluşturmalıyım derken neler seviyorum, neler bekliyorum diye diye düzen kurabileceğim ve üretebileceğim bir iş bulmalıyım düşüncesinde karar kıldım..

    Ve hayat sen plan yaparken başına gelenlerdir, sözü yarına bakışımı ve seçimlerimi 180 derece döndürmeme sebep oldu. Kendin için seçimler yapmak, bir anda gitmek, vazgeçmek, planlar yapmak, kısacası yaşamak oldukça kolay. Kimseyi kırmadan, sorumluluk almadan, yıkmışsın yapmışsın düşünmeden hareket etmek, kısaca toton yemediğinde kaçabilme halinde olmak kolay. Oysa İki kişi yaşamak, iki kişi düşünmek, her gün aşkla ve sadakatle seçimler yapmak, sürekli bir şeyi el ele yürütmek derken kendimi tanımak için ayırdığım onca zaman için ön gördüğüm bir seçenek olmamıştı bu durum.. Tabi kaygılı bağlanan, travmalarıyla baş başa bırakılan, her şeyi tek başına halletmek zorunda kalan bir koç kadını için istediğinde yapamayacağı hiçbir şey yok, yokta, o kadının da artık her şeyi tek başına sırtlama arzusu yok, yoktu.. Zaten hayatın anlamı aşk diyen bir kadını defalarca kırsalar dahi aşkın kendine inanmayı, en azından bir parçasıyla dahi olsa, belki de bu yüzden bırakmadı.. Voila, hayat sanki benimle yeniden fısıldaşmaya başladı; kaygılarını anlıyorum, sana yaşatılanları değiştiremem ama daima elinden tutarım, sen güçlü bir ekip arkadaşısın sana tam da ruhuna göre birisi geliyor dedi hayat..

    Bir sorun olduğunda sakin ol güzelim hallederiz diyen, yaralarını korkuyla açarken korkma diyen, kendi hayatında ya da ailesiyle ilgili sorunlar olmasına rağmen seni önceliği yapıp ihmal etmeyen, güven konusunda en ufacık şüphe bırakmadığı gibi üzerine şeffaflıkla her anını sizinle paylaşan (aslında sizi her anına dahil etmek bu), sizin açık iletişiminize karşılık olarak fırsat yaratıp anında yanınıza gelen ya da kahve sürprizi yapan, onunla ilgili bir durum ya da bir davranışı sizi kırdığı an ona anlattığınızda sizi dinleyen, destek olduğunuz konuları gören, sadakatinizi ve güveninizi baş tacı gibi taşıyıp karşılık verecek kadar güven veren, stres yaşadığınızda nasıl yaklaştığını bilmiyor olsa dahi anlamak için çabalayan biriyle olmak varken.. Bir problem olduğunda anında ortadan kaybolan, sana değer veriyorum diyip gözünüzün içine baka baka size saygısızlık yapıp başkalarının onunla flört etmesine izin veren, ya benim aile problemlerim var diyerek zaman konusunda hep ona ayak uydurmanızı bekleyen, sizin olmadığınız masada sizin saygınlığınıza zarar veren, konu ne olursa olsun iletişim kurmak ve sizi merak etmek yerine sizi yaşadığınız kırgınlıkla ve stresle yalnız bırakıp tatiline eğlencesine bakan, başkalarının ona ulaşmasına izin vererek sizi yok sayan, en ufacık yalanın sizde ki güveni sarsabileceğini biliyor olmasına rağmen sırf sizinle tartışmaktan kaçtığı için yalana sığınan ya da sessizliğe sığınan, siz iletişim kurmaya çalıştıkça başka şeylerle ilgilenen biriyle olmak.. İki yapı arasındaki farkı sağlayan birkaç önemli şey var; kişinin kendisiyle yüzleşmeye cesaret etmesi, ilişki de sorumluluk alabilmesi, eğer bir hata yaptıysa telafi etmek için sizin neye ihtiyacınız olduğunu anlaması.. Aslında işin özü şu; gerçekten aşık olanın, değer verenin neler yapabildiğini görünce ikinci kısmın net bir cevap olduğunu anlıyorsunuz.. İsteyen yapar, yapmayan istemiyordur.. İş karşı tarafla da bitmez elbette kendinize de dersler çıkarmanız gerek..

    Mesela bn her zaman doğru seçimi yapamam illa ki hatalarım olur lakin hiçbir zaman görmezlikten gelmem sorunları, her zaman sağlıklı düşünemeyebilirim hele de kırgınken yine de kimseye göz göre göre saygısızlık yapmam, her an anlayış gösteremeyebilirim insanım ya bende yine de çabalamaktan vazgeçmem, sadece fırsatım yokken değil önüme çıkan fırsatlara rağmen aldatmam kandırmam, ha bir de şu şeffaflık ve sadakat konusu var ya aslında en kıymet verdiğim şey bu çünkü ne yaşanırsa yaşansın hayatımdaki kimseyi buradan vurmam. Kızarım, küserim, gerekirse tartışırım da lakin kimseye zehirli bir yara açacak kadar kötü olmam, burada karışımdakinden çok en başta kendime ve sevgime saygım vardır çünkü..

    İşte hayat bana hiç beklemediğim yerden seçimler yaptırırken en çokta bu yönlerimle yüzleşmeme neden oldu.. Tamam sen nadasa bıraktın kendini, yeniden arenaya çıkacaksın da kendini inşa edeceksin de bunlar tamam da benim de senin için belirlediğim koşullar var. Bakalım ne kadar dürüstsün kendine, nelerle ne kadar yüzleştin, kendine verdiğin sözlere ne kadar sağdıksın, kaygılarına teslim mi olacaksın yoksa gerçekleri görebilecek misin, sana seni tamamlayanı vereceğim elbette lakin alabilecek misin sorumluluk, geçmişte sana travma yaratan ilişki kalıplarından ne kadar sıyrıldın bakalım, her şeye derin anlamlar yüklüyorsun da oraya elini uzatanı alacak cesaretin var mı, başkaları için kurban olmaktan kurtulup kendi hikayenin kahramanı olabilecek misin bu sefer?

    Dağınıklığın kusura bakmayın. Aşkta; yeniden inanmayı, dürüstlük kadar şeffaflığın da ne denli önemli olduğunu, iletişim kurmanın ve öncelikli hareket edilmesinin değerini, incelikli davranışların ruhumu beslemesini, neşemi kaybetmeden de sevilebileceğimi gördüm. Dostlukta; nasıl destek olunduğunu, sizi herkese karşı savunabilenin önemli oluşunu, sizin değer yargılarınıza önem verilmesinin, sınırlarınıza saygı duyulmasının ve orijinal haliniz kadar eski zamanlarınızdan tanıyanların sizin değerli biri oluşunuza ne denli özen gösterdiğini hatırladım. Kariyer de ise durumlar parçalı bulutlu hala yönümü bulamadım, lakin bulacağım..

    Ben cümlelerimle ayna oldum aslında; çirkinlik gören taşla parçaladı, kendisiyle yüzleşemeyen aynadan kaçtı, kendini bulan ışığıma ışık kattı, güzellikler bulan gülümsememe sebep oldu.. Her zaman, her seçimde doğruyu yaptım diyemem ya da her kelimemle iyi geldim de diyemem.. Ama kimseye yanlış yapmadım, yaralarına hançer saplamadım diyebilirim. Kimseyi belirsizlikle sınamadım, güvenine ve sevgisine ihanet etmedim, çabasına burun kıvırmadım diyebilirim. Ben aşkla sarılıp sarmalandıkça; kaygılar yerini huzura, endişeler yerini güvene teslim etmeye başladı. Elbette bu hikayenin daha başındayım, düşe kalka öğreniyorum, ve inanır mısınız güvenle, sadakatle, ilgiyle, şefkatle her temas edişimde hayat deniz kenarında park yeri bulmamı, yeşil ışıkla yola devam etmemi, kalbimden geçen yerde masa kurup denize karşı yemek yememi sağlıyor..

    Hata yapmaktan değil yanlış yapmaktan korkan, kaçınganlıkla büyümüş bu yüzden yüzeysel bağlar kurmayı öğrenmiş olsa dahi güvenli ve derin bağlar kurmaya cesaret eden, kaybedince değil yanındayken kıymetini anlayan, sizi zamana ve kadere bırakan değil bizzat kaderi sizinle yazarak zamana meydan okuyan, hem kırgın olup hem de anla beni demek zorunda kalmadığınız, gün berbat olsa bile kahve içebildiğiniz, ihtiyacım var demeyi öğrenememiş size bunu söylemenize bile gerek kalmadan kollarıyla sarıp sarmalayan, yüzmeyi bilmiyor hatta sudan korkuyor olsanız dahi güvenle suda taklalar atmanızı sağlayan, ve hiçbir şey senin mutsuz olmana değmez diyen demekle kalmayıp davranışlarıyla da bunu gösteren herkese..

    Bu satırlarsa teşekkür için.. “Kalbinin ekmeğini yesin herkes” sözünü pek bir severim. Hele de kalbimi bir çocuk masumiyetiyle sakınırken dünyadan, bunca kötülük ve çirkinlik içinde her gün iyiyi, güzeli seçmek zor olsa dahi her gün aşkla seçim yapmak gerektiğinin bilincindeyken. Çünkü bir kere doğru yapmak yetmez; hayat her gün bir zorluk çıkarır, bir koşulla sınar ya da bir fırsat sunar bakalım bugün de aşkla mı seçim yapacaksın yoksa ihanetle mi diye sizse her seçiminizle bir önceki gün yapmaya başladığınızı ya inşa etmeye devam edersiniz ya da yıkıverirsiniz.. Dilerim hayat yeniden güzellikleriyle fısıldadığında yol yeniden yeşil ışığa döner, denize sıfır park eder ve huzurla kahvenizi yudumlarsınız..

    .. SEVGİLERİMLE..

  • ..ÖNCE SANDIM, ŞİMDİ EMİNİM..

    “Yaralı yönlerini onurlandırmadan gerçek şifaya varamazsın.”

    Yeterince savaştın; geçmişle, yüzleşmelerle, olanların açtığı yaralarla, olmayanların kırgınlıklarıyla ve en çokta kendinle. Şimdi kılıcını yere bırakıp, kalbini açmak zamanı, direnme..

    Aslında alelade gelmedin buralara.. Bir telaşla yürümeyi bırakıp, kaygılarına nah çekip kapattın evini, aldın kemanını köpeğini öylece çıktın yola.. Olacak olan beni bulsun sakinliğinde.. Yıktın, yaptın, baktın, izledin, bekledin derken gündüzler gecelere kavuşmayı hiç bırakmadı..

    Bir köprü yıktın giderken, bir parkın salıncağında veda ettin savaş alanına. Yine de bırakmadın, bırakamadın savaşmayı. Merak etme kızmıyorum sana, üstten bakarak söylenmiyorum da, hatta sana tuhaf gelecek biliyorum ama anlıyorum seni..

    Kaygılarını, korkularını, ulan o kadar çırpındım yine de yüzmeyi öğrenemedim diye kendine kızışlarını.. Halbuki bir sevdiğin sana ne demişti hatırla “suyla savaşma, direnme suya, kendini teslim edersen edebilirsen su sana dostluğunu sunar.” Nefesini tutup bir hamleyle suya nasıl daldığını hatırla; düşünmeden, kaygılara geçit vermeden, plan yapmadan dalıverişini hatırla..

    Hayat artık fısıldamakla kalmıyor konuşuyor benimle dediğin an bulduğun park yerlerini, trafiğin yeşil ışıkla akışını, rüyanda gördüğün koridordan gerçekte nasıl yürüdüğünü hatırla..

    Sana hiç yara almayacaksın diyemem, yeniden hayal kırıklığı yaşamayacaksın diyemem, heveslerin kursağında kalmayacak diyemem, hep anlaşılacaksın ya da hiç yarı yolda kalmayacaksın da diyemem.. Hatırla, hayat neyi fısıldıyor, lütfen yeniden hatırla..

    Kendine verdiğin sözleri, vazgeçtiğin emeklerini, neye niye veda edişlerini hatırla. Eğer yine yaşanacaksa aynı çıkmazlar, yine boşa gidecekse onca emek, yine çarçur olacaksa zaman onca savaşı vermenin, katdetmenin, kazanmanın bir önemi var mı?

    Sen ışık olansın, şifa verensin, anlayan duyansın rotanı bulmak için yola çıkansın, kimi zaman gezgin, kimi zaman turist olansın. Tüm bunları sen görmezden gelirsen, sen karanlığa teslim olursan, sen değersizleştirirsen ruhunun güzelliğini kim seni nasıl görebilsin..

    Tamam işte denedin, anlattın, kırıldım desen de çabaladın ama bir şeyi inatla anlamamaya devam ediyorsun; aşkta ve savaşta her şey mübah diyenlerden olmadığını.. Bazen önemli olanın durabilmek olduğunu gör, her kırgınlığın konuşularak şifa bulamayacağını anla, her anlattığının karşıda değer göreceğini sanma, kendini öyle ulaşılmaz yerlere koyarak meydan okuma hayata.. Kılıcı kınına sok demiyorum bak sana, savaşmaktan vazgeç kılıcı yere bırak diyorum..

    Hatırla, insanı insanoğlunu hatırla.. Ben diyerek ördüğün duvarları, dikenli tellerle korumaya aldığın hayatını, kaybettiğin inancını, yaşadığın mana kaybını ve o yollara nasıl girdiğini, nelerin seni o yollara ittiğini hatırla.. Ve biz deme cesaretini gösterdiğin o ilk öpücüğü, seni saklandığın o küçük dünyandan sobeleyen aşkı, emek emek ördüğün duvarları ilmek ilmek yıkanın çabasını hatırla..

    İçindeki küçük kız çocuğuna dokunulmasın diye verdiğin her savaşla gurur duyuyorum, sevdiklerin için hayatın sunduğu koşullarda kendini anında feda edişlerinle gurur duyuyorum, ihaneti değil sadakati seçecek kadar cesur oluşunla gurur duyuyorum ve seninle bu yolda yürümüş olmaktan onur duyuyorum..

    Sen o savunmasız küçük kız çocuğunun yaşadığı acıyı gördün, ihtiyacı olan korumayı vermek için çabaladın, onu usul usul büyüttün.. Bundan onca telaşın, korkun, kaygın aslında. Yeniden kırılmasın, hevesleri tıkanıp kalmasın kursağında, yeniden boğulurum korkusuyla sudan kaçmasın, ya yol tıkanırsa endişesi duymasın diye tüm bu çırpınışların..

    Ama şimdi onun eana bir diyeceği var kulak ver ve bu sefer onu duyup anla; direnme artık yaşadıklarına sen kalbinle seçtiğine güven verensin, savaşma artık ne hayatla ne de kendinle sen sevgiyle inşa etmek için fedakarlıklarla çabalayansın, çırpınma artık ruhunun anlaşılması için sen o ruhu ışıkla besleyebilmek için her gün yeniden doğru seçimler yapmanın önemi bilensin.. Sevmek, anlamak, görmek, saygı duymak, sadakatle ve şeffaflıkla davranmak bir gün yapılan bir iş değil, her gün imtina ederek inceliklerle yapılan seçimlerdir.. Ve sen her gün güne başlarken, her gün günü bitirirken yüreğinle seçimler yaptığını ve hayata karşı sapasağlam durduğunu bilensin..

    Artık savaşı bırak, sevişin tadını çıkar.. Sen neşeyle yol açansın, bırak evren senin neşene bir müzikle eşlik etsin.. Ve seni göreni, senin kalbinden anlayanı ve elbette seni dansa kaldıracak cesareti göstereni evren hayatına kendiliğinden getirsin..

    ..SEVGİLERİMLE..