Yazar: yildizlaraltinda

  • ..RUTİNLER, İNANÇ VE YENİDEN..

    Önce şu soruya cevap ver kızım; vicdanın rahat mı? Herkese karşı evet, kendime karşı hayır.. Ailem için, arkadaşlarım için, sevgilim için yaptıklarımın yarısını kendime yapmamanın verdiği huzursuzlukla baş başayım bugün..

    Peki neden?

    Hayatımdaki kimseyi salak yerine koymadım bugüne kadar, kendimi koydum. Kimseyi aldatmadım ne aklımla ne kalbimle, kendimi aldattım. Kimsenin mutsuzluğuyla mutlu olmadım hatta mutlu olsunlar diye çok çabaladım, kendimi mutlu etmek içinse bir çaba harcamadım. Kimsenin güvenini ezip geçmedim hatta fazla fazla dikkat ettim kendime stres yaşatmak uğruna, kendimi güvende hissettiğim çok nadir oldu. Kimsenin sevgisini alaya almadım ciddi iştir dedim sevgi oradan yaralanan hep bir sızıyla yaşar kızım o yüzden aman dikkat et, oysa hep sevgimle sınandım yaralandım. Kimsenin hayatında gözüm olmadı sevdiklerimin zorluğuna göğüs gerdiğim kadar başarılarına da içtenlikle alkış tuttum, kendimi ise hep seyirci koltuğunda oturttum tek kişilik koltukta.. E kızım ilah mısın sen maşallah hiç mi hatan kusurun yok, var olmaz mı, hatta çoğu hatamda kendimi yerin dibine ilk sokan ben oldum bunu sen nasıl yaparsın diye. Ama bunların hiçbiri birine kötülüğü dokunacak hatalar olmadı, hep kendimi yaralayacak sonunda da kendime hesap sorduğum hatalar oldu..

    Tabi zamanın tik takları hiç durmadı, derler ya hayat sen üzgünsün diye durup yol vermez sana diye, tam olarak böyle.. Zaman kimi zaman çağlayan nehir gibi, kimi zaman kayayı aşındırmak için yavaşlarcasına aktı gitti.. Tecrübe oldu, ders oldu dediğim şeyler de var, ulan bu yarayı almama ne gerek vardı diye hayata karşı kırıldığım şeylerde.. Günün sonunda iş bugüne kadar geldi.. Bu uzun girizgahın sebebiyse şu son zamanlar oldu..

    Çünkü düne kadar olanlar ben de hep anlatılması gereken hikayeler olduğunu düşündüren bir kalem tutucu olduğum inancına neden olmuştu.. Oysa bugün anlaşılmasına inandığım bir hikayem var.. Elbette birkaç sebebi var; iki gündür güne limon suyumu içmeden başlıyorum, iki gecedir uyuyamıyorum, bugün yazımı Haggard dinleyerek yazıyorum ve en önemlisi bugün öğlen bir gibi uyandım.. Kimyamı bozan bir durumu kendi içimde ince ince anladıktan sonra fark ettim ki anlamak beni eskisi kadar tatmin etmiyor.. Peki neden? Biraz dağınık başlayacağım onu da siz toparlayın çünkü ben artık toparlayama çalışmaktan yoruldum.. Bana ne ya diyorsanız da bırakın dağınık kalsın.. Son 4 yıl benim kişisel tarihimin yıkılışının ve kendimi bulmanın yolculuğuyla geçti. Yavaş yavaş ruhum, bedenim, aklım inandığı tutunduğu her şeyin gazabına uğradı. O yolculuğun anlaşılması uzun sürer o yüzden kestirme yolla bugünlere gelelim. Kendime rutinler oluşturmaya çalıştım, bozdum yeniden yaptım, kendime söz verdim baktım tutamıyorum alışkanlık tabi önce kendime çok kızdım (söz vermek ben de bozulmayacak yemin demekti) sonra aslında herkese cömertçe gösterdiğim şefkati kendimden sakındığımı anladım. Kendimi sever sayarım lakin herkese gösterdiğimden daha azını kendime sunduğumu gördüm. Derken zaman oturduğum koltuktan kendimle yaşadığım içsel muhasebelerin zorluğuna aldırış etmeden aktı gitti. Kendime söz vermeye ara vermiş olduğum o süreçten yavaş yavaş kendime inanmaya başladığım sürece kadar.. Önce kendi değerime uzak olanları eledim; dedim ki eyvallah insandır hukukumuz var elbette lakin iyi niyetli olması bana saygısızlık yapabileceği anlamına gelmez, dur bak izle niyeti iyi olduğu için hukukumuz var lakin sana karşı davranışları seni nasıl gördüğüyle ilgili, senin aranızdaki bağa gösterdiğin değeri sana göstermiyor mu sağlık olsun, gösteriyor mu o zaman soframda yeri olsun.. Sonra kendi sevgi anlaşıma uzak olanları hayatımın çemberinden uzak tuttum; öyle haz uğruna anlık takılmalar, duygusuz ve sıradan iletişim kurmalar sırf yalnızlığını geçiştirmeye değmez dedim, tek başınalık bir seçimdir kızım değersizleştirilmiş anlardansa kıymetli bir zaman geçirme ve anı biriktirmeyi seç.. Geldik ilişkilerin temelinde olması gereken güvene; insanlar dürüst olmayı güvenilirlik olarak düşünür nitekim kısmen doğrudur da lakin eksiktir, ara sıra görüştüğün arkadaşlarınla dürüst ve açık iletişim güven verir doğru lakin aşkta güven şeffaflıkla olur, hayatım boyunca kavramları böyle ardın sıra düşünmek ve ayırmak yerine herkese kendim oldum, kendimde olanı sundum. Sonra anladım ki bu da pek doğru değil bunun birkaç sebebi var; arkadaşlık başka dostluk başka, aile olmak başka ailenden olmak başka, aşk başka biriyle partner olmak başka.. Kısaca kavramları böldüm, parçaladım ve yeniden yapılandırdım hayatımda. Dedim ki sen herkese dürüst ol bu senin özün lakin herkese şeffaf olma çünkü birincisi herkes hayatına vakıf olmamalı, ikincisi hayatında şeffaf olmaya layık olanları diğerleriyle aynı yere koyarak onlara haksızlık etme. Güven konusunda; sen aldatma, kandırma, salak yerine koyma bu senin özün lakin güven öylece verildiği gibi sıkıca temel oluşması için inşa edilir, senin için kıymetli olanlara özenle davran incelikler sun sun ki senin hayatındaki, yerlerinden emin olsunlar, Çünkü şu dönemde en zoru birinin hayatında kim olduğunu idrak etmek aslında, insanlar yüzeysel ilişkileri kalıcı ilişkilere tercih eder durumda. Ve aşk, asıl mesele burası güzel kızım. Senin iki imparatorluğun var; kalbinin ve aklının imparatorluğu onları özenle koru. Çünkü herkese bol keseden vererek, anlamaya çalışarak, onlar için fedakarlıklar yaparak her iki imparatorluğu da yeterince tahrip etmelerine izin verdin, bak herkes yoluna devam etti sense göğsünde koca bir mağlubiyet ordusuyla kaldın bir başına.. Önce imparatorlukları dış işlerinde birbirlerine bağlı iç işlerinde bağımsız olarak ikiye ayırdım, duyguları kalbe düşünceleri akla emanet ettim, yasalarını belirledim, alanlarını derinlemesine temizledim, layık olanları yerlerine yerleştirdim, derken zaman tabi daha kendi aleminde akışta geldi mi doğum günümün zamanı yeni yaşım, canım benim.. İlk kez doğum günümde hep dilediğim dileğimi (ki her yeni yaşımda ve her yılbaşında rutinimdir aynı şeyi dilemek yılbaşına girerken de yapmamıştım bunu bilen bilir, hatta sadece o bilir, lakin bu durumun ne denli kıymetli olduğunu bilir mi işte onu bilmiyorum) dilemeden mum üfledim.. Evimi kapatıp gittiği, köprüsünde veda ettiğim yerde olmak hem de yeni yaşımda biraz misafir gibi hissettirse de sorun yapmadım.. İyi ki yapmamışım çünkü 2 nisan bana ”dünyaya kafa tutacağım bir aşk istiyorum” diyen yanımı hatırlatacak bir mucize sundu.. Yeni yıl, yeni yaş dileksiz geçse de hayat benim için dilek tutmuş, mum üflemiş gibi hissettirdi.. Plansız, akışta ve en önemlisi emek emek edindiği prensiplerle kendi yolunda olan ben usulca yeni rota oluşturmaya başladım.. Yani bir aynıma ”vay be yaşadıklarım yaşayacaklarımın ön ödemesi, kaparosuymuş meğer” dese bile bir yanım yaralanmaktan, yeniden hayal kırıklıkları yaşamaktan korktu..

    Birinin ”korkma ben varım” demesi ve demekle kalmayıp davranışlarıyla bunu göstermesi insana kendini, hele vazgeçmişken inanmaktan, yeniden güvenebileceğini hissettiriyor.. Buraya kadar büyülü bir masal gibi gelse de bugün hissettiklerim, masalın gelişme kısmını oluşturuyor, sonucunuysa yakın zamanda birlikte öğreneceğiz..

    Bugün kendimi; görülmemiş (ki inan fiziksel olarak burnun dibindeyken görülmemenin açtığı bir yara bu), hissettiklerime rağmen kalmış olmanın geri dönüşü olarak değersiz hissetmiş, kendi yaşadığı ihanetlerin acısını bana sunarak hiçbir şey yapmamış olmama karşın güven sorunları yaşatmışım gibi dışta tutulmuş, anlatsam da duyulmayan, anlasam da anlaşılmadığım, kırıldığım yerlerin öpülerek değil de oyularak dokunulduğu, geçiştirilen, dikkatin bana değil dışarıya verildiği bir yerde bir başıma oturmuş kahve içiyorum.. Beni anlayan, beni gören, bana güvenen, beni seven bir yerden bir hiçliğin ortasına bırakılmış gibi hissediyorum.. Aşkta, işte, arkadaşlıkta ve aynaya baktığımda gördüğüm bu hiçlik bana bir şey fısıldıyor.. Duyamazsam kalbimin imparatorluğu yeniden yıkılacak, anlaşılamazsam aklım hükmü ele geçirecek, değersiz ve görülmemiş hissedersem köksüz medeniyetim kök salamayacak..

    Şimdi soruyorum; gerçekten anlayan, gören, değer veren, fedakarlık yapabilen, kendinden önce seven, önceliği yapabilen, cesaretle göğüs geren var mıdır bu dünyada benden başka?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..AKLIN ÇIĞLIĞI MI, KALBİN FISILTISI MI?..

    Tam alınamamış bir uyku, günlerdir geçmeyen iştahsızlık, gün içinde stresin yarattığı mide ağrısı ve anlaşılmadığım yerde anlatma çabasının yorgunluğu..

    Yazdığım her yazıyı kelime kelime hatırlamıyorum evet, lakin bazı cümlelerini unutmuyorum da.. Mesela ne istediklerimle ilgili olanlar, neyi istemediğimle ilgili olanlar, kendimi sorguladıklarımla ilgili olanlar, kendimi sorgulamaya ittikleriyle ilgili olanlar, ha bir de kendi yaptıklarım..

    Evet bugün diğer günlerin dışında, çünkü bugün insanları anlayarak yazmanın, empati kurarak sürekli ama sürekli çabalamanın dışına çıkıyorum.. Bugünün tek bir teması var, o da sevgili kendim.. Aslında hep olması gerekeni ben yeni idrak ediyorum diyelim.. Hayatıma her gelenin bana öğrettiği şeyler var, bir de benim inatla öğrenemediğim şeyler var.. Mesela hikayenin sonunda kendimi seçmek gibi.. Bunu bir türlü başaramamış olmanın verdiği halsizlik ve huzursuzluk hali iştahımı kapatıp, uykularımı bölüyor.. Kendimi feda etmeye öyle alışmışım ki, bunu her yapmayacağım dediğim de hayat sanki ”sen öyle san prenses bak bakalım o işler senin düşündüğün gibi mi oluyor” dercesine koşullar oluşturuyor..

    Yani bir yazar olarak yanlı anlatıyormuşum gibi gelebilir, inanın ki öyle değil. Al işte yine bir açıklama arzusu. Varsın yanlı olsun be kardeşim, varsın drama yaratan, mağdurun oynayan ol insanların şılaks diye etiket yapıştırıp geçmesi yeni bir şey mi sanki.. Sen ki aklının ve kalbinin imparatorluğunu her şeye ve herkese rağmen kurdun, göğüs kafesinde yenilgilerden yorulmuş mağlubiyet ordularını var gücünle yeniden ayağa kaldırdın, bedenine ve ruhuna tahribat veren her yarayı emek emek açtın temizledin yeniden sardın.. Ben biliyorum güzel kızım, senin bir sanat eseri gibi yıllara meydan okuyan ve o meydan okuma halinde neler yaşadığını ben biliyorum.. Bırak ya, bırak artık, bırakabil yani.. Anlaşılmak için paragraflarca konuşmayı, görülebilmek için dimdik durmayı, duyulabilmek için ses tellerini yormayı..

    Kişi kendinden bilmez mi bazen de işi, kendinden bilsene yahu. Baksana hayatına bir dur, bir düşün mesela; bir konu hakkında anlaşılabilmek için kim kelimelerden bir dünya yarattı sana karşı, tam dönüp giderken mesela kim kolundan tutup yolda önüne geçip öylece gidilmez deyip durdurdu, kim suskunluğunun perde arkasını sen aralamadan keşfedebildi, kim senin hikayeni sesinden duymadan anlayabildi.. Kendini yeterince anlamışsın gibi inatla karşındakini derinlemesine anlama çaban niye, kendini yeterince iyileştirebilmişsin gibi karşındakine şifa olma çaban niye, sanki yarasız beresiz büyümüşsün gibi başka yaralara derman olma çaban niye! Neyse son birkaç cümle biraz kendime de haksızlık oldu, bu kadar kırgınlık kusmak yeterli..

    Aslında sen öylece durduğunda ışığınla, enerjinle kendine yaralı olanı, anlaşılmak isteyeni, yalnız kalanı usul usul çekiyorsun. Bu senin yolculuğunun parçası bunları kendimizi deşe deşe öğrendiğimiz günleri unutma lütfen. Senin için yapılanları da.. Bir muhasebe defteri tutmadan yaşadın hayatını, şimdi bu artı eksi durumunu bir kenara koy lütfen.. Bugün açık açık karşılıklı dertleşeceğiz dedik, kim mağdur kim kahraman bunun hesabını yapalım demedik. Konudan sapmalar, laf kesip konunun akışını değiştirmeler olursa sonucu dağılıp kalmaktan öteye gitmez bunu yapma. Benim güzel kızım bak ben inan anlıyorum senin huyunu suyunu, görüyorum telaşını, duyuyorum yüreğinin fısıltısını. Senin de beni anlaman gerek biraz; geçmişte seni çaresiz bıraktıkları anların stresini bugünündekiler tetikliyor olabilir ve bu da seni anında kaygıya boğuyor olabilir (ki çoğu zaman insanlar senin yaralarının üstünde vals yapar ve bunu fark edemezler), lakin bunu karşındaki tam olarak anlayamayabilir ve sen kaygılarla boğuşurken şans bu ya karşındakinin hayatında da geçmişin getirdiği savunma halleri ortaya çıkabilir o an. Al bakalım girdik mi çıkmaz sokağa, kaygılılar ve kaçınganların sınanma anıdır bu savaşan ve üstünlük kurmaya çalışan kaybeder kaybettirir, bu durumu fark eden kazanır kazandırır.. Beni anlaman gereken bir önemli konu daha var prenses; her şeyin çözümü derinlemesine konuşarak çözmene gerek olmadığı aslında, çünkü her problem o kadar da derine inmez ve derinden vurmaz, sen okyanusun derinlerinde yaşamaya alışık olduğun için her inciyi saklı yerlerde arıyorken belki de karşındaki o inciyi elleriyle sana sunuyordur, bunu görmeye izin vermezsen kendine hem derinlere dalarak boğulursun hem de sana sunulan inciden olursun, görüp yüzeye çıkabilirsen nefes alır ve inciye sahip olursun.. Ve beni anlayacağından hiç şüphem olmadığını, senin anlama yorgunluğu yaşıyor oluşunu bildiğimi, hayatta kalmak için her an savaşmak zorunda kalmış olmanı gördüğümü, zihnin dehlizlerine dalacak cesareti aslında senden öğrendiğimi bilmelisin güzel kızım.. Senin ışığın kendinden, ruhunun savaşçılığı da öyle.. Ne istediğini ve ne istemediğini zaten öğrendin, öğrenmeye devam da etmekten vazgeçmiyorsun. Lakin hayat sana bir aşk verdiyse onu korkulara, kaygılara, sana yaşatılanlara bırakma. Cesurca yaşa ve bırak sana ev olsun, buna izin vermenin zamanıdır belki de.. Elbette korkular ve kaygılar olacak; kaybetmekten kork, zaten korku eşlik ediyorsa değerlidir, tıpkı hayat gibi, korku seni hayatta tutmak için var olması gereken bir duygu, ama aşırı doz öldürür güzellikleri, ben korkma demiyorum o kaybetme korkusuna tutunma diyorum. Huzur veren bir enerjin ve doğal mutluluk sağlayan bir ışığın var, sen bunu göremediğin sürece tükenmeye körelmeye başlayacak kadar köklü ve güçlü..

    Kendiliğinden, plansızca gerçekleşen küçük şeylerin seni ne denli mutlu ettiğini biliyorum. Öyle pahalı ve gösterişli şeylere ihtiyaç duymadan kapına getirilen bir kahveyle, köklerine yoldaş olacak küçük bir çiçekle, kalpten söylenenlerle, alelade yerlere iliştirilen notların yarattığı tebessümle, sevdiğin bir şarkıya eşlik etmekle keyif alan, hemencecik gönlü olan birisin. Biliyorum.. Bir kırgınlığa sevgisini feda etmeyen, sorunlar ya da problemler olduğunda kaçmayan, ne kadar bocalarsa bocalasın bir çözüm yolu var ve ben onu bulacağım diyesin.. Lakin ben bunları görsem de senin bu durumlar karşısında görmeni istediğim bir şeyler var; bazen kırgınlığın kendini kapatmana sebep olabiliyor, çözüm odaklı olmak istesen de anlamakta zorlandığın durumlar olabiliyor, kriz yönetiminde iyisin eyvallah lakin iş stres yönetimine geldiğinde küçücük şeyler büyük sorunlarmış gibi hissettirebiliyor ve sen kendince hatasız ilerleyeyim derken parmak ucunda yürümeye çalışıyorsun, dengeni kaybedip düşüncede yaralanıyorsun. Kendi kendine yara açmak değil mi bu?

    Zaman zaman emin olmak istiyorsun sevgiden, güvenin boşa çıkmasın istiyorsun, tabiri caizse kapatıp gözünü kendine boşluğa bırakmak ve düşmemek istiyorsun.. Sebebini bence ikimiz de biliyoruz, düşmekten korkuyorsun.. Yükseklik korkusu sandığın şey düşmek korkusu.. Yüksekten korkan tırmanamaz, sen çabalamaktan ve tırmanmaktan vazgeçmedin. Sen bunca zaman, bunca emek, bunca kayıp boşa gitmesin diye kendini bırakmaktan korkuyorsun..

    Zamanı geldi güzel kızım, bırak kendini korkmadan. Gözlerini kapat, derin bir nefes al, düne kadar yaşanan her şey yaşanmalıydı ve o zamanların kaderini yaşadım de, yavaşça kendini bırak. Bırak ki öğrenebilesin; aşkla, sadakatle, güvenle tutulacak mısın, kanatlarınla uçacak mısın?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KORKMADAN, KORKULARA RAĞMEN..

    Astrolojik haritama göre Satürn, şuan olduğum şehrin üzerinde olduğu için bu şehrin bana sınavlar, kısıtlamalar, büyüyememe hali, sıkışmışlığın getireceğini söylüyor.. Daha doğrusu ben bu aydınlanmayı (aydınlanma deyince havalı duruyor, aslında rastgele bir okuma esnasında karşılaştım) birkaç gün önce yaşadım.. On yılımı geçirdiğim şehrin hayatıma etkisini geçmişte yazılan yazılara bakarak anlamanız daha kolay olacaktır.. Elbette tek başına bir şehir ne yapabilir, hayat seçenekler sunarak ben de bu konuda şehre yardımcı olacak seçimler yaparak işini kolaylaştırdık..

    Şimdi durup şöyle bir bakınca eğer bugüne kadar yapılan seçimler sınanmayı kolaylaştıran seçimlerse ve hayatıma giren insanlar hayatımın altını üstüne getirdiyse yine yeniden bugün hayatımda bu şehirden kalma insanların ve yaptığım yeni seçimlerin de acaba yeni sınanmalar olma ihtimali nedir? Aşkta, arkadaşlıkta, işte beni köşeye sıkıştıracak seçimlerle mi yola devam ediyorum yoksa beni destekleyecek seçimler miydi kalanlar ve atılan yeni adımlar?

    Tamam tamam derin nefes aldım, bir dakika verdim kendime sakinim. Derinlere boğulmak üzere dalmadan sorgulamaları bir kenara bırakabilirim. Sorgulamalarımdan, derine dalmalarımdan benim o bataklıkta çırpınışlarımı görenler tedirgin oluyor farkındayım. Girdiğim zaman çıkamadığım, nefessiz kaldığım, yüzeyi bulamadığım çok zaman oldu.. Ne yapalım bu kafanın da dizaynı bu şekilde. Bu dizaynın arkasına sığınarak, saklanarak kendimi karanlığa hapsetmeyecek kadar delirdim, içiniz rahat olsun..

    Hayat pamuk ipliğine bağlı benzetmesini rahatlıkla yaparız. Yaşamla ölüm arasında yapılan her konuşma az, öz, anlaşılabilen, nettir. Peki arada kalan zaman, o zaman içerisinde geçen yolculuğun hikayesi, o hikayeni anlatmak ve anlamak arasında yitirilip gidenleri neden net bir şekilde ifade edemiyoruz? Sadece anlatmakta değil, anlamak konusunda da zayıf olduğumuz yer burası. Halbuki asırlardır akıp giden bir hayat var, o hikayeyi yaşayanlar ve yaşadıklarını çeşitli yollarla anlatanlar var.. Bu anlayamama halini biraz; matematik sınavında araç gereçlere sahipken, formüllerini ezberlemişken, elinde kitapla girdiğin sınavda kalem oynatamamaya benzetiyorum.. Kimi zaman hangi sorudan başlayacağını bilememek zaman kaybettiriyor, kimi zaman doğru formülü yanlış soruya uydurmaya çalışarak (ki soru da doğru formülde, sadece birbirine uygun eşleşme değil) enerjini kaybediyorsun, kimi zamansa her şeyi biliyor olmanın verdiği eminlik yüzünden hatalar yapıyorsun ve ilk ilmek yanlış atılınca geri kalanların doğruluktan uzaklaşma hızı hevesini kaçırıyor..

    Giriş, gelişme ve karmaşa sonrası gelelim sonuca.. Ne kadar okursak okuyalım hayat çalışmadığımız yerden karşımıza çıkabilir, avcının bildiği hilelerle ayının bildiği yollar her zaman işe yaramayabilir, ihtiyacımız olan her şey (formüller, kitaplar, tecrübeler, bilgiler) elimizin altında olmasına rağmen saplanıp kalabilir ve işin içinden çıkamayabiliriz.. Hayat sadece öğrenmekten, anlamaktan, kazanımlardan ibaret değil. Olmamalı da.. Deneyimler iyidir sizi denemekten alıkoymuyorsa, okumak kesinlikle iyidir sizi aklınızdaki dünyaya hapsetmiyorsa, gözlemlemek iyidir sizi etiketler koyarak önyargılı biri yapmıyorsa.. Yani kısaca bilmek iyidir elbette üretmenizi, anlamanızı, keşfetmenizi, harekete geçebilmenizi, canlılığı korumanızı sağlıyorsa..

    ”Mazbut bir hayat, sağlam bir ahlak ve bol bol sevgi” diyen Yılmaz gibi.. Öğrendiklerimiz, farkına varmadan bizlere öğretilenler, deneyimlerimiz, denemeden edindiklerimiz ve denkleme gideren diğer tüm konularla birlikte yaşamak ve yaşatmak.. Duygulardan, düşüncelerde azade.. Köşeye sıkıştırılmalardan, kaybederim diye korkmalardan, azıcık güldüm ya umarım ağlamam demelerden, tam heveslendim yine olmadı diye hissetmelerden, aman zaten olacağı yok diye sürekli vazgeçmek zorunda kalmalardan azade..

    Kahkaha atarken oh iyi güldüm ve artık daha çok güleceğimlere, hevesim heyecanımla birleşti ne de güzel anlar biriktiriyorumlara, bir hayal kurdum daha da güzelini yaşıyorumlara, bir aşkla rast geldim meğer yaşatılanların en değerli armağanıymış hissinin çoğalmalarına.. Korkulara rağmen sımsıkı sevebilmelere, telaşlara rağmen elini sımsıkı tutabilmelere, kaygılara rağmen içtenlikle konuşabilmelere, yaşanmışlıklara rağmen tedirginliği bırakıp inatla şeffaf olabilmelere.. Ve üzerine yapıştırılan onca etikete rağmen, her gün samimiyetle kendin kalabilmelere..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BİR ÖNCELİKLER SİLSİLESİ..

    Bir sabah uyandınız, ya da sabaha kadar uyuyamadan günü başlattınız ilk ne için adım atardınız? Sevdiğiniz birini aramak ya da mesaj atmak, telefonda alelade gezinerek zaman öldürmek, tavanla bakışmak, tuvalete gitmek, yüzünü yıkamak, duşa girmek vesaire?

    Aklınıza hücum eden ilk düşünce ne olur; sevdiğiniz biri, geçmişten birileri, ülkenin durumu, rüyanızın ne olduğunu anımsama çabası, dünden kalanların kendini bugününüze taşıma çabası vesaire?

    Milyonerlerin güne başlama rutinlerine dair birçok videoya, başarılı insanların başardıktan sonraki rutinlerine dair birçok anlatıya veya yazılı kaynağa ulaşmak bir hayli kolay.. Nereden başladılar, süreçte neler yaşadılar, ne tür yenilgiler ve başarısızlıklarla karşılaştılar, karşılaşılan durumlarla nasıl baş ettiler gibi spesifik konuların derinlemesine veya sözlü anlatımınaysa rast gelmek hayli zor.. Bu sadece kariyer, eğitim veya iş hayatı gibi konularda değil aslında insanlarla olan ilişkilerimizde, duygusal anlamda kendimizle olan ilişkimizde, sosyal hayatlarımızdaki konularda da böyle.. Alkışlanan her şeyin hikayeleri sayfa sayfa anlatılırken tek başına bırakılan, stresle geçirilen günlerin hikayeleri cılız bir tonlamaya sahip..

    Oysa o küçük ve basit detaylar resmin kendisini oluşturan en önemli renk tonlamaları ve yapbozun bütünleştiren parçaları.. Hep söylediğim şeylerden biri de şu; bir psikolojik çöküntünün tam ortasındayken savunmasız kalanı bu konuyla ilgili en iyi okullarda en önemli kişilerden eğitim alanlardan çok o savunmasızlığı yaşayanlar anlar.. Başarı da bundan farksız bir yol izler.. Zaten zirveye çıkmış olan ya da hali hazırda oraya doğanla, o yolu yürüyenin yaşamı da, maruz kaldığı koşullar da, sahip olduğu fırsatlar da birbirinden hayli farklı olacaktır.. Ormanın kralından hikayeyi dinlemek elbette önemli, lakin güne onun rutinleriyle başlayan bir geyiğin gün sonunda etçil olamayışından dolayı yaşayacağı tek şey açlık ve yetersizlik hissi olacaktır.. Önce kim olduğunuzu bulun, sonra acele etmeden elinizde olanlara gerçekçilikle bakın ve farkına varın, sonra fıtratınızı benimseyin. Kanatları olan bir kartalla, pençeleri sağlam bir aslanın dağın yamacına varış şekli de yolu da tamamen bağımsızdır. Sonuç yamaca varmak, zirveye tırmanmak mı evet, peki ya süreç?

    Şuan sahip olduklarınız kim olduğunuzu belirlemeyebilir, eyleme geçmeye karar verdiğiniz ve her gün sorumluluk alarak yaptığınız seçimlerse kimliğinizi oluşturur.. Sabaha limonlu su içerek başlamak görünürde pekte sıradan olabilir, lakin onu bir misyonla ve hikayeyle yapmaya karar vermek ve her gün motivasyon durumunun beklentisine girmeden o hikayeyi canlı tutmak için disiplinli olmak görünecek olan bir farklılık yaratabilir..

    Güne sevdiğiniz biriyle başlamakla telefonda gezinerek ya da duvarları izleyerek başlamak arasında fark yokmuş gibi görünse de aslında hem duygusal hem düşünsel olarak bir hayli fark vardır ve bu fark gösterdiğiniz devamlılıkla kendini görünür kılacaktır.. Alışkanlıklarımız seçimlerimize, seçimlerimizse kaderimize yön vererek bizim kimliğimizi oluşturur..

    Peki ya alışkanlıklarımızı öylece rastgele mi seçiyoruz, siz öyle sanadurun ben olanı söyleyeyim belki aydınlanmak için doğru zamana ulaşmış olanlar vardır.. Genetik aktarım, büyüdüğümüz ev, eğitim aldığımız insanlar, sosyal çevremiz, örnek aldığımız ya da içten içe özendiğimiz kişiler derken birçok faktörün formülleşmiş hayliyle seçimler yaparız. Bu yazıldığı kadar kolayca fark edilebilecek bir durum da değildir.. Mesela güne kahvaltı değil de sade bir kahveyle başlıyorsunuz, çünkü siz seçiyorsunuz (günün sonunda sebebi ne olursa olsun seçimlerimizden elbette sorumluyuz kabul edin ya da kaçın fark etmez) belki de seçtiğinizi sanıyorsunuz, hiç düşündünüz mü? Genel olarak bir alışkanlık zararsızsa sorgulanmaya değer mi tartışılır, kendini anlamak içinse başlanabilecek en iyi yol basit ve kolay olanla başlamaktır.. Kahveyi sorgulamak ve cevaplar bulmak kolay bir başlangıç, işi zorlaştırıp sorgulamalarımıza ve kaçtıklarımıza bakalım biraz da..

    Diyelim ki eskilere dair bir karşılaşma ya da anımsatıcı bir durumla burun buruna geldik; gerçekten ne olduğunuz anlamak için kendimizce neleri sorguladığımıza bakmak bize o durumla ilgili kendi gerçekliğimizi sunacaktır.. Yakın zamanda kendince sorular sormanın veya olan duruma karşı verdiği tepkilerin normal olduğunu söyleyen bir arkadaşımın aslında içten içe sıkışmışlığı görmüş olmak beni özellikle bu konuda düşünmeye itti.. Fark ettim ki bu konudaki gerçekler cümlelerinde değil, sorduğu sorularda saklı.. Dilerim bir gün o da bunu anlar. Ve kalbini yaşadığı aşka güvenle teslim edebilmenin yolunun ona geçmişte yaşatılan aldatılmanın verdiği haksızlığa uğramış bir kurban olma hissinden ve sıkışmışlığından değil de, güvenle elini tutanın varlığına kendini bırakabilmek olduğunu fark edebilir..

    Önceliğimiz geçmiş ve geçmiştekilerse bugünümüze düne kurban edebiliriz. Önceliğimiz bize yaşatılan haksızlıklar, söylenen yalanlarla ördüğümüz duvarlarsa güven vereni yaralayanlara kurban edebiliriz. Önceliğimiz aldığımız yaralara rağmen bize iyi gelen şeyleri seçmekse güzel hikayeler yazabiliriz. Önceliğimiz ihanetlere rağmen doyasıya bir aşk yaşamaksa destansı bir aşk kahramanı olabiliriz.. Yani önceliğimiz her neyse, seçimlerimizi belirler ve günümüzü, dolayısıyla aylarımızı ve nihayetinde yıllarımızı yaşayacak hikayemizin temelini atarız..

    Dilerim heyecanla anlatacağımız, başarısız olunsa bile denemeye değerdi diyebileceğimiz, zirveye ulaştığımızda ruhumuzu besleyen ve başkalarına ışık olan hikayelerimiz olur..

    Aşkla, şeffaflıkla ve huzurla dolu bir gün temennisiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..GÖLGEDE KALAN DUYGULAR..

    ”Seni affediyorum, beni görmesen de seni affediyorum, ben bir arabayla yanından sessizce geçerken bende yarattığın sindirilememiş ne varsa hepsiyle birlikte seni sana bırakıp en çokta kendimle yeni bir bahar yaşayabilmek için ve benden seni azat edebilmek için seni affediyorum. Kalbimi senden, geçmişten, ben bunları hak etmedim sıkışmışlığından, bende bıraktığın acabalardan, yaraları unutarak tedavi edebileceğimi sanmaktan, kendimi ispatlama çabamdan özgürleştirmeyi layık görüyorum kendime ve en çokta kendim için affediyorum aldatılmanın cehenneminden geçmiş beni..”

    Belki bir yerlerde bu cümleleri okuyan birinin affetmeye ihtiyacı vardır, en çokta kendi yoluna taş koymadan devam edebilmesi için.. Kızım sen geçmişi affettin de mi kolayca bunları tavsiye edebiliyorsun diyen olursa, gönül rahatlığıyla diyebilirim ki benim nezdimde; bir herkes ve her şey affedilmeye layık değil bunun ayrımını yapmak epey güç bir dersle oldu, iki yürüdüğüm ya da arabayla geçtiğim yollarda geçmişten kime rastlarsam rastlayayım gülümseyip geçebilecek kadar net bir veda ettim içimde insanlara.. Yani demem o ki evet, geçmiş benim için mezun olduğum okuldan ibaret; aldığım dersler, kaldığım dersler, tekrar ettiğim dersler oldu, ders verdiğim zamanlar da oldu, şimdiyse eğitimini aldığım konularda referans almak için açıp göz gezdirdiğim bir kitaptan ibaret benim için.. Yani bırakın da racon kesebileyim, cehenneminden yalın ayak geçtiğim yollar konusunda..

    Kimimiz güne midesinde kramplarla başladı, kimimizin doğum günü, kimimiz bir hastane yolunda eski sevgilisinin yanından geçerken acaba beni gördü mü ya da şuan medeni durumu ne durumda diye düşünerek, kimimiz işe gitmek için hazırlanırken başladı, kimilerimiz de daha başlamadı bile.. Yıllarca erken uyanabilen biri olmayı isteyen ben bugün uykusunun tadını çıkaranlara özendim desem yalan olmazdı.. Yine de şikayetçi değilim, olması gerekenler olacak olanlara yol açıyor..

    Son zamanlarda en çok bahsettiğimiz şey duygular aslında.. Anlaşılmayan duygular vücuda baskı uygular, tamamlanmamış görülmemiş duygular eninde sonunda ben buradayım demenin bir yolunu bulur, unutulduğunu sanıp kaçtığınız duygular bir otobüs durağından size el sallar.. Elimden geldiğince hep yaralara şifalar, duygulara akabilmesi için yollar, travmalara iyileşebilmesi için yönler aradım durdum.. Yazmak yaşamaktan daha kolaymış, son yazdığım cümleyle dakikalarca bakıştım. Defalarca yaşanılan tetiklenmeler, yapayalnız ağlayarak geçirilen geceler, günlerce geçmeyen iç sıkıntıları vesaire vesaire.. Yani zirveden manzara güzel görünüyor da tırmanılan yol pekte keyifliydi diyemem..

    Frodo’nun Gandalf’a mağarada doğru yolu bulmak için beklerken söylediği bir şey vardı; keşke bu yüzük bana hiç gelmeseydi, keşke bunlar hiç yaşanmasaydı demişti.. Gandalf’ta ”böyle şeyler yaşayan herkes bunu söyler ama karar onlara bırakılmamıştır, bize düşen şey bize verilen zamanda ne yapacağımıza karar vermek..” Yaşanılanların, yaşatılanların özümüzdekileri ortaya çıkarmak ve içteki ışığı yayabilmek için çatlaklar oluşturduğunu görebilmek hayli zorlu bir yolculuk.. Kimi zaman yaralayanlar olacak neye inandıysak yakıp yıkacak, kimi zamansa yara vermekten korkup sizi gözünden sakınan biri olacak siz geçmişin ateşiyle onun inancını yakıp yıkacaksınız.. Umarım geçmişte sizi yaralayanların sindirilememişliğini bugününüzdeki insanla olan bağınıza yansıtmadan önce yanınızdaki insanın şifa, dışarıda kalanlarınsa vedalaşılması gerekenler olduğunu görebilirsiniz.. Çünkü size yapılan yanlışlarla, söylenen yalanlarla kendinizce oluşturduğunuz inançlar ve iletişim şekli bir gün ve ansızın doğru insana yanlış yapmanıza sebep olabilir, sizse hem ona hem kendinize iyileşmenin zorluğuna göğüs germek yerine kanatılan ve kanatılacak yaralara tutunmak istediğinizi göstermiş ve günün sonunda sizi ama yalanla ama ihanetle kandırmış olanları bilinçsizce seçmiş olarak bir başınıza kalabilirsiniz..

    Çünkü akıl iyiyi kötüyü değil alıştığı şeyi kendine layık görür ve onu seçer, bildiği ve kolayına geldiği için.. Yaralanmaya alışıksa yaralayanı, yalanı affetmişse yalancıyı, çocukken yalnız bırakılıp ebeveynleri tarafından görülmemişse terk edip gidecek olanı seçer.. Oysa kalbin fısıltısı gerçeği bilir; yaralayanı, yalancıyı, gerçekten sevgiyle sarıp sarmalayanı, yara vermekten imtina edeni, gözünden sakınarak aşık olanı.. Eğer miden sindiremiyorsa duygularınla yüzleş, kalbin kabul edebiliyorsa birlikte yürüyebilecek bir yol bul, aşkı midenle değil kalbinle yaşa..

    Seçim senin, benim, bizim.. Ya gölgede kalan duyguların hezimetine uğramaya izin verip göğsümüzdeki mağlubiyet ordusuyla yaşayalım hayatımızı, ya da aşkın ışığını kapatacak duvarları yıkıp gönlün sahibini ağırlayalım evinde.. Geçmişi değiştirmek mi istiyorsun al sana basit ve bir o kadar imkansız olan formül; bugün yarının geçmişi olacak, bugününü değerli ve anlamlı kıl, yarınının geçmişini değiştirmek için zamanı tersten bükmenin bir fısıltısı, duyabilene sesli bir fısıltı olması dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..PRENSES KENDİNİ KURTARIRSA..

    Kendi kendinin kurbanı olmak diye bir gerçeklik var.. Koşullar olumsuz olabilir, geçmiş yaralarla da dolu olabilir, fırsatlarla doğmamış da olabilirsiniz, ya da bunların tam zıttı da olabilir elbette..

    Düne kadar olanı derinlemesine düşünmek yerine, dünün kaderiydi yaşandı ve bitti diyeceğimiz bir gün bugün.. Beyin ambalesi olduğumuz anların çoğaldığı günler olacak, aklımızın berraklaştığı günler de.. Kalbimize ağır gelen şeyler olacak, damardan inşirah almışızcasına ferahladığımız günler de olacak.. Fizyolojik olarak yatağa gömüldüğümüz günler olacak, arpası fazla gelmiş at gibi durmadan koşacağımız günler de olacak..

    Günlerin, gün doğumlarının ya da batımlarının, elimizde olmayan sebeplerin hayatımıza etkisini en aza indirebilecek bir formül var mı bilmiyorum. Kendimizi bulmadan doğru formülü oluşturamayacağımızı biliyorum..

    Şu kendini tanıma işiyse fazlaca mesai, gerekli akıl kaybı, zaman ve enerji tüketimi gibi bir takım bedeller istiyor. Başlarda anlaması zor; neyden ne kadar harcamalısın, neyden ne kadar kısmalısın, ne kadar derine dalmalısın, boğulmamak için ne kadar yüzeyde kalmalısın bunlar tam bir muamma. Biri de çıkıp demiyor ki ”kardeşim al şu harita, al burada da yolda ihtiyacın olacakların tam listesi ve miktarı” diye.. Deneye yanıla, hata yapa yapa, kimi zaman hiç olmadık şeyleri kaybede kaybede kendi hayatının formülünü oluşturuyorsun. Başkaları için işe yarar mı bilmeden paylaşmaya başlıyorsun bunları; konuşarak, yazarak, çizerek ya da. Herkes ortaya atılandan üzerine yakışanı alıyor ya da görmezden gelip devam ediyor..

    Gelelim kendinin kurbanı ya da kahramanı olma işine.. Önceliğimiz duygular; her şeyin başı hislerin hücumuna karşın gösterdiğimiz tutumumla başlıyor. Eğer yenik düşersek aynı hisler doğru noktaya ulaşman için farklı yollarla, insanlarla, olaylarla seni yoklamaya devam ediyor. Kırılganlık mesela; içinden cesaret dolu bir hikaye yaratmadığın sürece ruhunun boğazına yapışıyor ve bırakmıyor. Pişmanlık ha keza; keşkelere dönüşüp durdukça geçmişini altın tepsiyle önüne sunup duruyor, ta ki sen geleceğine dair bir bakış açısına dönüştürmen gereken bir duygu olduğunu görene kadar. Hele bir de öfke giriyorsa işin içine ya dışındakilere kör ediyor seni ya da kendi içinde birikerek tüm vücudunu hasta ederek ele geçiriyor, ta ki sen o duygunun ikincil duygu olduğunu görüp temeline ışık tutana kadar. Ve başımızın tatlı belası, bir araya gelince gücü eline alan korku ve kaygı; tesirine kapılırsan kendini çıkmazında bulacağın bir Meksika Açmazı, ta ki aslında seni hayatta tutmaya çalışan bir mekanizma olduğunu anlayana kadar..

    Kontrolü ele almanın tam mümkün olmadığı yer duygular. Bunların ortaya çıktığı sahneyse davranışlarımız.. Asıl kontrol merkezimiz de burası aslında.. Akıl süzgecinden geçirip, karar verme yetkisini ele alabilirsek duygular kendi içinde bir dünya oluşturmuş olsa bilse o dünyanın yönetimindeki söz sahibi olabilmek bizim elimizde oluyor, ki sanıyorum elimizde olan tek hakta bu..

    Duyguları anlamak, davranışlarımıza karar vermekte ilk adım olabilir. Kırgınlık kendimizi kapatmak yerine iletişim kurarak anlaşılmamızı sağlarken, korku kendimizi dünyadan soyutlamak yerine dünyada nasıl hayatta kalacağımıza ışık tutar hale gelebilir, kaygılar gücümüzü sınırlayan stresin altında ezilmemize neden olmak yerine başka çözüm yolları bulmamızı sağlayabilir.. Ve o malum döngü devreye görünür olarak girer; duygular davranışlara, davranışlar sözlerimize, ve bunların hepsi kaderimize yön verir..

    Kendinizin kurbanı mısınız yoksa kahramanı mı, bunu bulmak süreci takip etmekten gelirken aynaya baktığınızda kestirme yolla cevap verebilirsiniz.. Bugünün cevabı dünkü seçimlerinize, yarının cevabıysa bugünkü seçimlerinize bağlı.. Dün kendi kurbanı olan, bugün kendinin kahramanı olabilir.. Tavrın değişirse kaderin de değişir..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..VENÜS RETROSUNDA AŞK..

    Öncelikle bir konuya açıklık getirelim dün sabaha karşı sanırım 4 gibi uyumaya çalıştım, sabah 7de de kedi miyavlamasıyla rüyamdan ya da kabustan, oraya geleceğiz, uyandım.. Ayrıca ilk defa güne limon suyumu içerek başlayamadım çünkü misafir olduğum evde limon bulamadım, ha bir de dünkü kıyafetlerimle ve duş alamadan güne başlamış oldum.. Üzerimdekiler dünü temsil edebilir, aklımla kalbim bugünde merak etmeyin.. Koşulları baştan konuşalım, bilin, bilin ki okurken ANLAYAN olabilin. Çünkü bugün yazarın en çok ihtiyacı olan şey anlaşılmak.. Anlama yorgunluğumu benim hikayeme yakından şahit olanlar bilir, hatta sadece yakından tanıyanlar bilir desem nokta atışı yapmış olurum.. Kaygılı bağlanma yapısına, anksiyeteye ve elbette diğer tanılara dayanarak bağıra bağıra söyleyebilirim ki anlamak beni strese sokmak dışında bir işe yaramıyor şuan.. İnsan uykusunda evreka diyerek uyandığında istiyor ki Tesla gibi bir mucitlikle güne devam edeyim, bizdeki evreka Jung’ın gölge yönler ve personalar konusundaki çalışmalarının..

    Buraya kadar olan cümleler, kelimeler şöylece dursun.. Aslında başka bitecek olan bir yazıyı beklenmedik bir rastlantının verdiği anlaşılmış olma hissi tamamıyla değiştirdi.. Yazıyı yazarken tek ihtiyacım anlaşılmış olmayı istemek, derinden anlaşılmış olmak için anlatma çabasıydı.. Hayat mizacıyla bir cevap verdi.. Bir; kendine verdiğin sözleri hatırla güzel kızım. İki; anlaşılmak için çabalamana gerek olan yerde değerin azalır ve anlaşılmadığınla kalırsın. Üç; yıkmak kolay yapmak ve yapılanı sağlam tutabilmek zordur. Dört; sen de insansın kırabilirsin, hatalar yapabilirsin bunlardan özgürleş çünkü kaybetmekten ve hata yapmaktan korkan hata yapar ve kaybeder. Beş; kaygıların tetiklenmeye hazır askerler gibi hep orada duracaklar işte önemli nokta şu; kaygılarını anlayanlar, anlamasa dahi ifade etmelerin önemli, çünkü bunlar yok sayılarak iyileşmez aksine yokuş aşağı gitmene neden olabilir. Altı; sen de insansın bocalayacaksın ilişkilerde, lütfen bir nefes al ve bekle unutma seni kaybetmek istemeyen bunu bilerek davranır (sevgilim kızım insanlara bunu söylemek kolay lakin bu senin için de geçerli, değer verdiklerine özen göster çünkü buna layık olmasalar onlara zamanını vermez, kalbini açmaz ve acıyla kazandığın neşeni hevesini sunmazsın, seni tanıyorum). Yedi; gün iyi başlar kötü biter kötü başlar iyi biter, özlemekle başlar kavuşmakla biter, ayrılıkla başlar sarılmayla biter, lakin günlerin tek ortak özelliğidir bitmeleri bunu unutma..

    Kırgınlıklarımız olur bazen hiç ummadığımız yerlerden hem de, sandıklarımız olur gerçekte olandan farklıdır ve biz gerçeklik yerine sanmalarımıza güvenerek hareket eder ve bazen onarılması güç yaralar açarız.. Birine olan kırgınlığımız arşa değer ve kırgınlığımızın üzerinde bir sınırda yaralarız bu yüzden sevdiğimiz insanları.. Kendimizle sınamak, kırıldığımız yeri iyileştirmek yerine daha da büyük kırgınlıklar yaratmak, bile isteye karşımızdakinin yaralarını değişmek gibi hatalar yaparken dikkatli olmakta fayda var..

    Bahar yeniden gelir, aşk ansızın kapıyı yeniden çalabilir, heyecanla neşeyle sarılacak doğru insanlar bulabiliriz.. Peki ya kendi savaşlarından yara bere çıkmış ve bunları bize kendi sevgi diliyle sunmuş birinin varlığı hayatımızda yok sayılacak kadar önemsiz midir?

    Sizi bilmiyorum, kendimleyse bildiğim şeylerin ortasında kahvemi yudumluyorum..

    Kısaca yazar burada ne anlatmak istiyor sorusuna ilk kez yazar olarak cevap vererek bitireyim isterim.. Sevgi dilimiz, bağlanma şekillerimiz, yaralarımız, heyecanlarımız, hayallerimiz, bakış açılarımız ne kadar farklı olursa olsun. Size kendini anlatmak için yorulsam da deniyorum diyen, öfkeme rağmen sevgimi önüme koyabiliyorum diyen, öyle ani çıkışlar yapsa dahi (ki o da insan belki dolmuştur) güveninize, sadakatinize ve aşkınıza her gün sahip çıkan, dürüstlük elbette önemli lakin kıymetli olan şeffaf olmak deyip sizi tetikleyecek güvensizlik yaratacak şeylerden uzak duran, koşullara rağmen buradayım diyebilen, seni seviyorum deme cesaretini gösterdiğinde bunun arkasında duran ve daha bir sürü şey aslında, bunları yapan kadınları kelime ve davranışlarınızla yaralarken dikkatli olun olur mu.. Aklınızda sandıklarınız yerine, yaşanılan şeylerde o nerede durmuş oraya bakın, yani dilerim bakabilecek kadar aşıksınızdır..

    Çünkü bazen gerçekler apaçık ortadadır, bizse gözümüzü kapattığımızın farkına geç varabiliriz..

    Ve sevgili aşk; kırgınlıklarla, emek emek iyileştirdiğim yaraları tetikledin ne yalan söyleyeyim lakin yinede iyi ki geldin bana, ve yine de sana teşekkür ederim sana.. Arkamı dönüp, kalbimi kapattığım ne varsa çabanla, sevginle beni varlığına yeniden inandırdın..

    Dilerim retro yıkmak yerine daha sağlam inşa etmek için bir fırsat sunar ve dilerim kalpte hissedilen aşk çabalamaya değecek kadar gerçekçidir..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..HER ŞEYİ ÜÇ BOYUTLU GÖREBİLMEK..

    Bazen olayları siyah ya da beyaz değerlendirmeyi tercih etmek işi kısa sürede çözmeye yarasa da, genel olarak işin özü çok boyutlu sebepleri de çok yönlü olabiliyor..

    Bağlanma şekillerimizin kaygılı veya kaçıngan olması, rutinlerimizin ve alışkanlıklarımızın bireysellikle bezenmiş olması, isteklerimizin önceliklerimizi şekillendirmesi, ihtiyaçlarımızın koşullara bağlı gelişmesi derken birçok değişken ve faktör bizi biz yapan yan ve yönlerimizi fazlasıyla şekillendiriyor..

    Bizlerse bu alışılmış otomatik pilot halinde farkına varmadan yaşayıp gidiyoruz.. Kimilerimiz farkına varıyor imkanlar dahilinde dönüştürüyor ya da çabalıyor, kimimiz farkına varsa dahi eli çenesinde zamanın öylece akmasını izliyor. Farkına varamayanlar içinse kelime tüketmeye gerek yok..

    Bir noktaya kadar kendimi getirebilmiş olmanın haklı gururunu yaşadım, omzumu okşadım, ilgilendim kendimle.. Kendimi sevebilmenin bir başka yoluydu kendime sarılabilmek, belki de en değerli yoluydu.. Fark etmek kadar o farkı ve bilgiyi eyleme dökmek, dökebilmekte mühim mesele..

    Yıkıla yıkıla temizlenecekler, yıllarca dokunulmadığı için onarılması gerekenler, hiç yapılmamış olanı inşa etmek derken koca bir alanı yeniden yapmak büyük bir çaba, harcanması gereken bir zaman, yeterli bir enerji gerekiyor.. Burada da kişisel hayatlarımızın içerisinde olanları iyice gözlemleyebilmek, neye sahip olduğumuzu bilmek, neleri ihtiyacımızın olduğunu kavrayabilmek önemli..

    Şimdi gelelim kendi hayatımızın boyutlandırılmasına.. Evet hayır, siyah beyaz, iyi kötü diye ayırt ediyoruz olayları. Net olmak güzel lakin keskin olmamaya özen göstermekte gerekli.. Gri alanların olduğunu bilmeli, gri alanların kendi arasında farklı renk tonları olduğunu anlamak, renk paletindeki diğer renkleri de kavrayabilmek önemli.. Bir şeyin tek bir sebebi olmayacağı gibi tek bir çözüm yolu, tek bir yönü de olmayabilir. Bunu bir bilmecedeki ilk ipucu olarak düşünelim.. Duygular olaylara bakışımızı etkisi altına alır, düşüncelerimizse tepkilerimizin kontrolünü ele geçirebilir.. Anlık verilecek kararlara bu formülle giriş yaparsak (ki bu oldukça insani bir durum) muhtemelen dersi alamadan sınıfta kalırız.. Bazen burundan derin bir nefes almak bedenin sıkışmışlığına biraz rahatlık sağlar, mümkünse olayın üstüne bir gece yatıp uyumakta diğer bir yöntem.. Her zaman mümkün olmasa da, mümkün kılabildiğimiz anları artırabilmek alışkanlıklarımıza da bir süre sonra yansıyacaktır..

    Kimi zaman ne yapacağını bilmez bir halde savrulurken, kimi zaman önemli bir kararın eşiğinde neyden vazgeçersem daha az mutsuz olurum diye düşünürken, kimi zamansa neyi istediğini bilmez bir halde öylece seçeneklere bakarken buluruz kendimizi.. Çoğu insanı bilmem, kendiminse bu durumlarda verdiği tepkiyi biliyorum.. Ayakları balkondan (genelde köprümden aslında) sarkıtarak etrafı izlemek geceleri, gündüzleriyse mümkün olan en yakın toprak alana gidip yalın ayak yere basarak gökyüzünü izlemek.. Kahve içmek fikri geliyor beni tanıyan daha doğrusu yakından tanıyanların aklına, bu da bir yöntem elbette müziği aç, kahveni iç, kalemi eline al, dünyayı da sessize..

    Kapüşonu çıkar, müziği kıs, ayaklarını sağlam bas yere, göğe bak.. Telaşın elbet sessizleşecek, kaos kendine düzen kurmak için dinecek, can yakan mesafeler bir bilet sonrası bitecek, verdiğin kararla seçtiklerin vazgeçtiklerine değecek, on yıl sonraki sen bugün neleri seçer ya da nelerden vazgeçmeni beklerdi bilmiyorum ki aslına bakarsan bunu on yıl sonra zaten göreceksin çünkü onu bugününde inşa edeceksin, lakin on yıl önceki sen bugünkü senden neyi beklerdi onu biliyorum.. Üç boyutlu görebilmenin zorluğunu, bağlanma şeklinin temelini oluşturan yıkıntıları onarmak için verdiğin savaşı, korkularının üstesinden nasılda gelmeye çalıştığını, kendini yeniden doğurduktan sonra sıfırdan bir sen bir hayat inşa etmenin ne denli zor oluşunu görüp sana kocaman sarılırdı.. Kim olduğunu görüp, olduğun kişi için verdiğin her mücadele için seninle bugün gurur duyardı.. Dünde her şey ya siyah beyaz olabilir, her karar bir keskinlikle verilmişte olabilir.. Kimi seçim mutluluklar yaratmış kimiyse mutsuzluğun dibine itmiş olabilir seni.. Kimi seçimi sen bile istememiş mecbur bile kalmış olabilirsin.. Düne kadar, hatta bugüne kadar olan sürecin kaderi yaşandı. Kaderini yaşadın ve bitti. Seni bugün, şuan olduğun ana taşıyan kaderi yaşadın.. Şimdi yeniden karar verme zamanı.. Yeni bir kader için, yeni seçimler zamanı..

    On yıl sonrasını bilemem, dünü biliyorum.. Yarın seni ne mutlu eder bilemem, ama dünde neler mutsuzluk yarattı biliyorum.. Bugün seni neyin mutlu ettiğini biliyorum.. Peşinden gitmeye cesaret edersen, çok boyutluluğun huzurunu yaşayacağını da biliyorum..

    Hatırla.. Unutma..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..YAZ MEVSİMİ VE DİĞERLERİ..

    Haziran, temmuz, ağustos kadar samimiyetsiz gelen başka aylar görmedim.. Herkese etkisi kişisel hayatının başarısını ya da başarısızlığını gösteren başka hangi ay var ki!

    Bahar alerjisi olanla güneşten etkilenmeyen bir olur mu mesela, rutinleri belli olanla yönsüz olan yolu aynı mı yürür mesela?

    Aslında olay biraz da mevsimsel depresyonun suçu.. Tamam, anlıyorum suçlu bularak ya da suç arayarak işi çözemeyiz. Bu konuda hem fikiriz.. Lakin sürekli farkındalık mı yaşamalı insan, sürekli anlayan mı olmalı?

    Yazımı yazmak için bile zamanımı güneşin balkona yaklaşma hızı belirliyor, klavye öyle kusurlu ki bir kelimeyi yazmak için sürekli hatalarını düzeltmem ve kelimeleri dikkatli yazmam için aynı zamanda sabır gerekiyor.. Hayatta bu sıralar biraz böyle aslında; benim elimde olmayan koşullar mutlu olacağım anlara müdahale ediyor, başkalarının beni görmezden gelerek yaptığı planlar benim sevgi dolu zamanımdan çalıyor.. Bu durumlar açıkçası pek sevdiğim durumlar değil, hatta bir zaman önce olsa benim kontrolüm dışında olduğu için beni çok öfkelendirir benim hayatımı alt üst ediyorsa hiç olmasın daha iyi der iyice yıkardım.. Şimdilerde daha sükunet içindeyim aslında.. Tamam diyorum bırak güneş bana doğru gelsin, son cümlemi söylemem gereken zamanı güneş belirlesin son cümlemi kurmak hakkı nasılsa benim, kelimeler nasılsa bana ait.. Bırak klavye yazmanı zorlaştırsın, nasılsa sabırla düzeltecek bilgeliğe ve inatla yazmaya olan aşkına sahipsin.. Ne güneşin tenini yakmak için hızla zamanını daraltması ne de klavyenin inatla sabrını zorlaması seni aşık olduğun şeyden alıkoyabilecek güce sahip..

    Mevsimsel olan depresyon yüzünden mi yoksa gerçekten güneşin üstüme üstüme her gün aynı şiddetle ve aynı şekilde gelmesinden dolayımı bilmiyorum yaz ayını sevmeme ve samimi bulmama nedenimi.. Bildiğim tek şey üzerinde kontrolüm olanlarla kontrolüm olmayanlar.. Önceleri bunun ayrımını yapamazdım, hatta yapma ihtiyacım da yoktu açıkçası. Ben, bendim, bilirdim kendimi çünkü, niyetimden emindim.. Di’li geçmiş zamanlara ne çok eminlikler sığdırdım halbuki yakın gelecekte.. Şimdilerde tabi yine beni kıran, kızdıran şeyler oluyor, ya diyorum alerjim olduğu belli ne diye ısrarla gelir ki bahar, yetmiyor mu sonbahar kış ömrümüze.. Oysa bir yanım baharın esintisinin tenime dokunmasından bir hayli memnun.. Denizin okşamasından keyif alıyor aslında..

    Alerjim geçti mi elbette hayır, güneş hala tenime dokunduğunda canımı acıtıyor mu kesinlikle evet.. Lakin hayatın mizah anlayışı biraz da bu sanırım.. En azından bana sunduğu bu.. Arzu ettiklerimi zorlaştırmadan, canımı sıkmadan, zamanımı çalmadan, planlarımı bozmadan vermiyor bana.. Herkese gümüş tepsi, bana kıraathane plastiğinde çay tabağı..

    Bu sefer bir fark var; ateşlerde yürütüp büyüttüğüm kızı bir daha o korların içine sokmayacak kadar akıllı, başkalarının bencilliğiyle alt üst ettikleri ve farkında bile olmadıkları heyecan dolu planlarımı kendimle yapacak kadar ayakları üstünde ve elbette sınırlarını ihlal edenlere ”aman onun niyeti iyi, vay efendim gönlü olsun”larla kendini yok saymak yerine onlara kapı duvar olacak kadar kendine saygısı olan bir kadın var. Hayatın karşısında değil bu sefer, tam ortasında..

    Ve güneş daha tenime dokunmadan, klavye sabrımı tüketme fırsatı bulamadan şimdi sıra son cümleyi kuracak kadar hayatının iplerini kendi elinde tutan sevgili kendim..

    Koşullar değişiklik gösterse de senin planlarını at üst edecek şekilde yeniden ortaya çıkacak, insanlar kendi tatminleri için seni seçeneksiz bırakacak, olaylar planlarını bozmak için gerçekleşmeyi bekleyecek.. Çünkü koşulların, olayların ve insanların en ortak noktası biraz da budur, seni ve sana iyi gelecek her şeyi dağıtmak ve görmezden gelerek yoluna devam etmek.. Sen kendine yaslan ve anlamak yerine sadece gözlemle.. Bazen bazı olayların ve insanların anlaşılmasına gerek yoktur, onlar dümdüz öyledir, anlamak için zamanını harcama çünkü bazen bu sadece zaman kaybıdır ve bazı şeyler için zaman kaybetmeye değmez.. Gözlemle, kabul et, sınırını çek ve yoluna devam et..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..VE BEN HER BAHAR..

    Bugün bayram.. Uzun uzun yazarak anlatılacak, okurken bayram vaktinden çalacak pekte bir şey yok aslında.. Nerede o eski bayramlar klişesine de düşmeyeceğiz korkmayın..

    Biraz dertleşmek, biraz iç dökmek diyelim.. Sürçülisan olursa affola..

    İçini gıcıklayan duygular olur ya bazen, anlamlandıramadığın bir duygu esintisi, nereye koysan uymayan tek başınalık barındıran bir his kırıntısı.. Hem yeni şeyleri yaşamanın heyecanı, hem de eskiye dair kursakta kalmış birkaç hevesin burukluğu var içimde..

    Bu kimliği sıfırdan yaratmalı, düşüncesine öyle çok odaklanmışım yavaş yavaş attığım her adımla, küçük küçük yaptığım her seçimle aslında eskiye dair olanı biteni enkaza dönüştürecek kadar yıka yıka, devire devire yürümüşüm yolu.. Aşkta, kariyerde, arkadaşlıkta, ailede, hobilerde hatta fobilerde bile usulca dönüşmüş değişmiş huylarım, sevdiğim dediklerim, yok be hiç benlik değil deyişlerim..

    Aslında tuhaflıklar değişim ve dönüşümlerin olmasında değil, ağzımdan sitem olarak çıkardığım şeyin oluşma imkanını sağlamak için evrenin var olanı düzeni dilimle yıkmama izin vermesi.. Tabi bir de bunu sana hiç fark ettirmeden senin yolunla yapması..

    Hani böyle bir eşik var önünde de atlasan yeni yolun belirsizliklerine ilk adım atılacak, atlamazsan geçmişin bilinirliğiyle birlikte sıkıcılığında da sıkışıp kalınacak gibi bir bilinmezlik eşiği.. Hani böyle hem her şeyin üstesinden gelinilir, her sorun çözülür, her an güzelliklerle doldurulabilir gibi hem de her neyse..

    Hani böyle hem bahar coşkusu, hem bahar yorgunluğu zıtlığını aynı anda yaşamak gibi hayat.. Böyle anlıyorum, görüyorum, çözüyorum diyorsun kafanı güneşin batış anındaki yaydığı güzel renkleri görmeye kaldırıyorsun, rüzgarın esintisindeki deniz kokusunu çekiyorsun içine diyorsun ki ”her şey rayına girmeye başladı.” Derken cümlenin ses dalgaları daha evrene yayılmadan hop bir şeyler takılıyor ayağına, gözünü güneşten ayağına çevirmek zorunda kalıyorsun..

    Denge babacım, denge.. Yürüdükçe yol çimli de olur, taşlı da.. Yüzdükçe dalga seni kıyıya da taşır, denizin açıklarına da.. Devam ettikçe zorluklar da olacak, kolaylıklar da..

    Yaralarımız var bir de.. Kimsenin fark edemeyeceği küçük davranışlar, esintiyle gelen kokular, sohbet içinde devrilen gözler, ses tonlamasında oluşan değişimler derken her bir tetikleme aracının yaralarla olan temasına değinmezsek konu eksik kalır.. Sen ne kadar akışta olursan ol, evrenle uyum kurarsan kur senin dışında kalan ve senin içinde yer edinen şeylerin ve kişilerin aslında senin akışına etkilerinin önüne pekte geçemiyorsun..

    İsteklerin var, ihtiyaçların var, arzuların ha keza.. Bir de hayatın seninle ilgili planları var, ya da görmezden gelişleri var orası biraz muamma tabi..

    İyileşen yanların, yönlerin, yaraların var, kabuğu yeni kalkmış iltihabı akanlar da, henüz daha sırası gelmemiş olanlar da var tabi.. Farkına vardıkların var, vardığını sandıkların, bir de fark edemediklerin elbette.. İstediğinden emin olduğun şeyler var, istediğini sandıkların, bir de burun kıvırdığın şeyler var.. İnsan tam olarak neyden emin olur peki! Neyden emin olmak mümkün, hatta emin olmak mümkün mü tam olarak emin değilim.. Bildiğim tek şey bunların toplamının yolculuğun parçası olduğu, sonucu değil, parçası..

    Hayatın içindekiler izin verirse bu baharı; keşfederek, heyecanla büyülenerek, aşkla sarıp sarmalanarak, küçücük detayların kocaman mutluluklar yaşatmasını hissederek (seyirci gibi izleyerek değil bizzat başrol olarak), kahkahalarla abılar biriktirerek, neşeli anları sindirerek, huzurun merkezinden hiç ayrılmayarak yaşamak ve yaşatmak istiyorum..

    Zorluklar, sınanmalar falanlar filanlar olacak, tuzu biberi diyelim. Diyelim diyelim de, dilerim ki hayatta tadını tuzunu fazladan kaçırmaz yaşatırken..

    Sadece dünyayla değil, kendi dünyasıyla da mücadele edenlerin ruhuna huzur, kalbine aşk, aklına berraklık diliyorum bu yaz..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..YAPBOZUN PARÇALARI..

    Günaydın sevgili kendim, aklının atağına izin ver çünkü ben seni anlıyorum, merak etme halledeceğiz.. Hem unutma, zaten her şeyi birlikte hallettik, halletmenin yolunu tek başınalığımızda bulduk.. Yine buluruz, ben yanındayım..

    Unutmamak ruhu derin olanın, hatırlamak güzel hikayeleri olanın işi..

    Hatırla, bayramları yeni kıyafetler giyme hevesiyle uyuduğun erkenden uyandığın günleri.. Hatırla, panayıra gittiğinizde ne çok eğlendiğin anları.. Akşamları parka gidilen, dondurma yiyerek yapılan yürüyüşleri.. Hatırla, milli bayramlarda yapılacak gösteriler için çalışmalar yaparken yaşadığın heyecanı..

    Hatırlamak ne tuhaf bir ironi.. Yüzü gülümseten, geçmişe tatlı bir bakış attıran, her şey iyi olacakmış hissini tazeleyen..

    Bir şeylerin zamana yenik düştüğü, her şeyin geçici olduğu konusunda çoğumuz hem fikiriz.. Bir fark var; zamanla geçerken yaşanılan sürecin insanda bıraktığı kırıntılar, izler, yaralar olacak. Kimi yaşanılan bugününde sıradan ve hissini kaybetmiş bir iz olarak kalacak. Kimi yaşanılan bugününde bir sesle, sözle, kokuyla, tavırla tetiklenip sızayacak. Kimi yaşanılandan kalan kırıntılar bugününde yürürken ayağına takılacak.. İşte aslı olan bugün ve bugününde anlayanın, dinleyenin ve görenin olanlar.. Seninki sensin canım kendim.. Dünde olduğu gibi, bugününde hissettirdikleri gibi ve sana gelecekte olacak olanı gösterdikleri gibi yarınında da olacak olan bu.. Anlama ve merhamet yorgunluğu yaşayan birinin anlaşılmayı ve görülmeyi beklemesi hayli doğal, kendine kızma lütfen.. Görüldüğünü ve anlaşıldığını sanıp hayal kırıklığı yaşanması biraz da bu yüzden, bu da doğal yine kızma kendine.. Hani kendine demiştin ya yeni yıla girerken; ilk defa beklentisiz, plansız, koca koca umutlar beslemeden giriyorum bu yıla belki hayat önüme kendiliğinden, çabalamak zorunda kalmayacağım güzellikler çıkarır da mutluluğun saf halini yaşarım bu sayede. Aslında tam da bu güzelliklerle çevrili, kendiliğinden hatta hiç beklemediğin yerden hayat sürprizler yaptı.. Ne de güzel olmuştu aslında, hayatın çalışmadığın yerlerden karşına çıkardıkları.. Ee tabi hayat bu dengede tutacak ya illa her şeyi mutluluğu bile bedelsiz sunmuyor insana.. İlla diyor çabala, illa diyor yorul, ha tabi beklememeye de devam et diyor, çünkü beklemek sana yasak sen beklersen beni hayal kırıklığı sunarım sana, beklemezsen mutluluğun kırıntısıyla seni oyalar sonrada seni o mutluluktan mahrum bırakır eğlenceme bakarım. Çünkü senin için bana ve benim sunduğum koşullara meydan okuyabilecek olan yok, senin yanılgın bana meydan okurken bunu yapabilecek olanların varlığıyla seni ödüllendireceğimi sanman.. Sen benim paradokslarla, ironilerle, hayal ve heves kırıklıklarıyla bezediğimsin, seni kendime sakladım kimseler göremez, duyamaz, anlayamaz seni benim kadar, diyor hayat.. Ne büyüleyici bir anlam yüklemesi bu böyle.. Beni kendiyle sınayıp, bendekileri yerle bir edip, benden beni yeniden doğurma şekli bu hayatın.. Anlaması da en az yaşayarak kavraması kadar zor.. Yine de ben beni artık anlıyorum ve unutma ben beni ve bana yapılanları hallederim.. Sezgilerim rehberim, aklım ehlileştirilemez komutanım, ruhum evcilleştirilemez krallığım, kalbimse yolculuğumun rotası olan evim.. Kaç kere dedim bu kalp emanetin senin, köksüz medeniyetinin yegane ışık kaynağı.. Onu ruhundan can eksile eksile kurtarmışken koruyup kollaman, sarılıp sarmalaman gerekirken sense gözü kapalı bir şekilde ellerinle götürüp sahip çıkmak istemeyene bırakmaya, teslim etmeye kalkışıyorsun.. Ve elbette hayat ağzının payını çokta tanıdık bir yerden veriyor, görmezlikten gelemeyeceğin kadar iyi tanırsın bu davranışları canım kendim.. İşte tam da bunu unutma; bizi biz yapan sözlerimiz değil, davranışlarımızdır..

    Zaman yaratanı değil de hayatın ve koşulların araya girmesini bahane edip arta kalan zamanı sana vereni kabul edersen sana ayrılmayan zamanın sızısını yaşarsın ve bu senin sorunun, başkasının değil.. Kırgınlığını görmezden gelip, sen hislerini her anlatmaya kalktığında bir kere olsun özne sen olmamana rağmen yine de gülücükler dağıtmaya devam edersen nasılsa kırgınlığı geçti derler sense uykusuzluğunu bir başına yaşarsın ve bu senin sorunun, başkasının değil.. Senin için uykumu bölemem, bıktırıyorsun diyene iyi de benim hevesim kursağımda kalıyor ruhum kırgın ve sana bunu anlatmaya çabalıyorum diye inatla anlamasını beklersen kaybolan zaman seninki olur ve bu senin sorunun, başkasının değil.. Sadece sözleriyle bunlar geçecek, zaman ver diyene koşulsuzca zaman tanır aklının ve sevginin enerjisini beklemekle geçirirsen yitip giden senin ışığın olur ve bu senin sorunun, başkasının değil..

    Bunlar madalyonun bir yüzü canım kendim sadece bunlara bakarsan da yanılırsın.. Elinden tutanı, çiçeklerle kapına geleni, kahveyle çat kapı sürpriz yapanı, seni delicesine merak ettiği için olduğun yere gelip seni bulanı, korkup dolaban saklandığında başını uzatıp korkma ben varım diyeni de hatırla.. Ve de ki; insan fıtratını yaşar, yaşatır, madalyonun iki yüzünü de gördüm. Bense madalyonun boynuma; aşkla bakan, merakla yanıma koşan, elimden tutup çözüm bulan, kalbinin krallığında tahtım olan yüzünü takacağım..

    Aslında canım kendim; defalarca hevesin kursağında kalmasına rağmen inatla heveslenmeyi, özür dilemeyeni ve davranışlarıyla kırgınlığını iyileştirmeye çalışmayanı beklemeyi, doğrusunu anlasın diye çabalarken aklındaki yanılgılara inanmayı seçene defalarca şans vermeyi, senin bir hatanda anında seni kendinden mahrum bırakabileni, seni defalarca aynı yerden kırana karşı bir umut artık anlar ve yapmaz diye beklerken daha da kırılmanı, kırgın uyumana izin vereni, sorunları çözmek için sorumluluk almayanı seçen sensen bunlar senin sorunun, başkasının değil..

    Halbuki biliyorsun, görüyorsun hayatın içini ve içindekileri; her gün sadakati seçen, günü ve geceyi gün içinde neler yaşanırsa yaşansın gülümseterek başlatıp bitiren, ben hallederimlerle yalnız bırakmak yerine biz halledebiliriz tek başına değilsin diyebilen, küçücük bir olayın sende ataklara neden olabileceğini görüp sıkıca sarılan sarmalayan ve o atakla arana duvar örebilecek sevgiye sahip olan, aklında yüzlerce sekme açıkken yaşadığın karmaşayı gözlerinden anlayıp ben buradayım korkma diyebilen, kendini koyduğu merkezin en azından yanında sana yer açabilecek kadar seni önemseyen, sorunları çözebilmek için enerjisini ve zamanını içtenlikte sunabilen de var.. A pardon o yine sensin, gerçi insan kendinden bilip kendi gibi görmek istiyor bazen karşısındakini..

    Seni çok seviyorum canım kendim, bu seni seviyorum cümlesini sadece cümlede bıraktığım içinse senden özür dilerim.. Bu senden dilediğim en samimi özrüm çünkü beni bilirsin ya özür dileme ya da özür dileyecek şeyler yapma derim çoğunlukla, lakin ben de insanım.. Bazen hayatta, hayatımda olanlarda hatta kendim bile unutuyor olsam da bu gerçeği, bende insanım.. Zaten asıl böyle diyebilenin özrü daha kıymetli geliyor bana.. Seni seviyorum cümlesi; kırgınlıklarını onaran, yaralarını saran, günün karmaşıklığına ve fırtınasına rağmen sana huzur veren, ruhunu dinginleştiren, aklını sakinleştiren, kalbini ısıtan, hayatı tek başınalıkla değil de bir bütün olarak yaşatan, neşeni ve ışıltını çoğaltan, seni küstüren değil heyecanlandıran hisler versin dilerim.. Şimdilik elimden gelen seviyorum diyebilmek, dilerim sana böyle hissettiren bir sevgiyle büyütürsün içindeki küçük kızı..

    Çünkü artık neye ihtiyacın olduğunu biliyorsun; huzur, dinginlik, aidiyet, güneşli günlerde yemyeşil ağaçların arasında telaşsız ve güvende hissederek dolaşmak, yağmurlu günlerde toprağın kokusunu duyacak kadar aklen berrak olmak, kor ateşlerde değil denizin kıyıya süzülüşünde sükunetle yürümek, sana aşık olanın hayatında yaşatacağı cıvıltıyı hissetmek ve keşfetmenin heyecanını kaybetmemek.. Anlatmaya çabalamak ve hiç anlaşılamamış olmak yorgunluğu geçen baharların hikayesiydi canım kendim, biz anlaşılmanın ve aşkın neşesiyle dolduğumuz baharı yaşayalım artık..

    Yapbozun kayıp parçası sensin canım kendim.. Girdiğin her resmi tamamlayan, tamamlayabilen sensin, senin hayatta parçaları toparlayabilmek ve bütün hale getirebilmekle ilgili büyülü bir yanın var, var da peki ya senin resminin kayıp parçası?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..ILIK LİMONLU SU VE KEDİLER..

    Akşam 9 ve gece 2 teorisi..

    HIMYM’da Ted’in de dediği gibi ”gece ikiden sonra yatıp uyuyun, çünkü verdiğiniz kararlar yanlış kararlardır ve asla iyi şeyler olmaz..”

    Hayatının yaklaşık 9 yılını gece uyumadan, hatta çoğunlukla çalışarak geçiren biri olarak söyleyebilirim ki hata yapmak ve hep yanlışı mı seçmek istiyorsunuz akşam 9’dan sonra kararlar almaya başlayın.. Birbirini takip eden hatalar, raydan çıkaran kararlar ve hayatı alt üst eden rutinler üzerin düşündüm.. Denizli-İzmir yolu bunu düşünmek için hayli doğru bir rota.. Hele de bu iki şehir ya da yolculuk yaptığını iki şehir sizin hikayenizde mimli şehirlerse tadından yenmez bir overthink dünyasına girebilirsiniz..

    Yolculuğun ilk anları dondurma ikramımın tadını çıkarırken kulağımdaki müziğin ritmine kendimi bırakmakla başladı.. Yavaş yavaş dondurma bitmeye, müzik değişmeye başladı. Aklım dehlizin kapısını aralarken yüzümde yine başlıyoruz gülümsemesiyle kendimle konuşmaya başladım.. Tam sözü ben alacakken kaygının sesi gürleşti; ne zaman düzen kuracağız, ne zaman başlayacağız, ne zaman gideceğiz, ne zaman varacağız, ne zaman anlaşılacağız, ne zaman tam bir bütün olacağız diye oradan buradan toparladığı her konunun telaşını bir anda saçıverdi ortalığa.. Müdahale etmeye yeltenecekken utanç ve kırılan hevesler el ele ayağa kalktılar, başlarda cılız tonlarda neden, niye derken boğazlarını temizleyip sorularına özne olacak kelimelerle cümlelerini tok bir sesle kurmaya başladılar; neden ihtiyacım var demek bu kadar zor, neden istiyorum demek varken sessizce bekliyorsun, neden bizi şişiren konular ve bize temas eden olaylar olduğunda geri çekiliyorsun.. En iyi susup izlemekti, karar verdim.. Her duygunun söz almaya hakkı olan bir yolculuk olacaktı, anladım.. Öfke sabırsızlığı da yanına alıp hemen söze girdi; yeterince kırgınlığın olduğunu, beni korumak için tetikte olmayı doğru bulduğunu, ayrıca kişisel olarak ihmal edilen sınırlarım konusunda tahammül göstermek istemediği konusunda oldukça da net olduğunu söyledi.. Neşe, heyecan, sevgi ve huzur bir köşede boyunları bükük diğerlerinin sözlerinin bitmesini bekliyorlardı.. Neşenin kırık dökük yanları, heyecanın darbe aldığı yönleri, sevginin yaralarındaki sargıları, huzurun tahrip edilmişliği gözüme çarpsa da izlemeye devam etmenin doğru olduğunu düşündüm ve dahil olmadım.. Korku bir hükümdar edasıyla elini masaya vurdu, tüm duyguların sesi bir anda sustu; hayatta kalmak için, yeni yaralar almamak için, emeği ve enerjiyi tüketmemek, zaman kaybetmemek için onun varlığına ihtiyacım olduğunu vurguladı.. Aslında haksız da sayılmazdı, geçmişte yaşatılanları gözümün içine sokarcasına rehberlik edinmemi söyledi.. Anladığımı göstermek için kafamı salladım, anlaşıldığını görünce sözü diğer duygulara bırakmaya hazır hale geldi.. Neşe söndürülmeye çalışılan ışığını da yanına alarak kürsüye yaklaştı; geçmişi görmezden gelmediğini ve fakat her şeyi geriye bakarak yaşayamayacağımı, gözlerimi önümden ayırmamam gerektiğini vurguladı, mizahımın temelinde kendisinin derin bir yeri olduğunu hatırlatarak ışığını gösterdi ve o ışığı ruhumdan ödünç aldığını söyledi.. Haklıydı, ışığım karanlığımda bile kendini korumayı başarmıştı. İlgim daha da artarken heyecan ve huzur yan yana söze girdi; ufacık bir şeyin bile gözlerimin içini parlattığını hatırlattılar, basit ve küçük bir davranışın mutlu ettiğini, seni düşündüm denilerek yapılan şeylerin ruhumda nasıl yer edindiğini, çocuklar gibi heyecanla yaşadığım anların verdiği huzuru hatırlattılar.. Tüm duyguların sesleri cılız şekilde birbirine bir uğultu olarak karışmaya başladığı an sevgi bir anda hepsine sarıldı ve sizi görüyorum diyerek söze girdi; tüm duygular afallamayla sükunete gömüldü, anlıyorum sizleri ve görüyorum çırpınışlarınızı. Sevgili korku ve kaygı sizler gelebilecek tehlikelere karşı ya da beni yorabilecek duygusal yanılsamalara karşı beni koruyorsunuz, sevgili utanç sense benim zayıflığımı kullanmamaları için çabalıyorsun, sevgili kırılan hevesler sizlerinde farkındayım küçücük bir kırılmaya dahi kursakta yer kalmadı biliyorum.. Hepinizi görüyorum, duyuyorum ve anlıyorum, dedi sevgi.. Yıllar içinde kırıldım, yaralarla dolup taştım, ümitsizliği tattım, çaresizlikler içinde yalnız kaldım, neşeyle ve heyecanla yollarımıza duvarlar örüldü biliyorum diye devam etti sevgi.. Tam o anda güneşi işaret etti; bakın dedi, bakın, güneş biz Denizli’deyken doğdu İzmir’deyken batacak, yol bizi günden geceye götürecek, hayat bize doğru değil bizden dışarıya doğru akıyor dedi.. Küçük kızımıza bakın; yıllar içinde herbirimize ne anlamlar atfetti, her seferinde yüklediği anlamları yeniden yeniden dönüştürdü, kimi zaman korkuyu yüceltti neşeyi yok saydı, kimi zaman heyecanının kaygısının önüne geçmesine izin verdi. Şimdiyse herbirimize ihtiyacı var, hepimizin görünür olmaya ve ona rehberlik etmemize ihtiyacı var.. Sevginin kurduğu her cümle, diğer duygular için açtığı her alan beni bana biraz daha yaklaştırmış gibi hissettirdi, başımı yolun karşısına çevirdiğimdeyse evime gelmiş olduğumu gördüm..

    Eve varmak, evde olmak.. Ne tuhaf bir ironi benim için..

    Haftalar öncesinde kendime verdiğim bir söz vardı; ne olursa olsun güne limon suyumu içerek başlayacağım ve erken uyanacağım.. Yılların sonunda kendime söz verme cesaretimle ve sözümü tutmak gururuyla kendimi daha güçlü hissettiğimi fark ettim.. Yaklaşık 2019’dan bu yana plan yapmak, ajanda tutmak, yeni alışkanlıklar edinebilmek, bazı rutinlerimi dönüştürebilmek için onlarca yol ve yöntem denedim, araştırmalar, kendimi yıkıp yıkıp yeniden inşa etmeleri saymıyorum bile.. Meğer ihtiyacım olan şey güneşin gözüme vurduğu anda uyanıp, limon suyumu içmekmiş.. Bankında sigara içmek için oturduğum parkta yanıma yavaşça sokulan kedinin mırlamasıymış ihtiyacım olan.. Aslında ”ben kendime neler yapmışımdan, benim kendime neler yapabileceğime” olan yolculukmuş hepsi..

    Bir plan yapmak, programlar yazmak, ajanda düzenlemek konusunda neler yapılmamalıya dair her şeyi biliyorum artık. Bir alışkanlık bir rutin nasıl değiştirilmez, nasıl olurda insanın dönüştürmek istedikleri hep erteleme yüzünden aynı kalır, bunları da biliyorum. Ne kadar okursanız okuyun, araştırma yaparsanız yapın kendinizi tanımadıkça sadece geçici olarak bazı şeyleri değiştirebilirsiniz, en azından benim gibi insanlarda bu böyle.. Çünkü sadece hayatımızdaki insanlara değil, kendimize ve alışkanlıklarımıza da sadakatle bağlıyızdır bizler.. Bize hizmet edip etmediğine bakmadan, artık iyi mi geliyor kötü mü demeden, otomatik pilota alırız yaşantımızı..

    Ben maruz kaldığım her zorluğa diş bileyerek, artık eskisi gibi olmayacaklar diye kendime sözler vererek çokça zaman geçirdim.. Meğerse sadece sıkmaktan dolayı zedelenen dişlerim ve kendime tutmamak üzere verdiğim sözlerim kalmış günün sonunda elimde.. Tabi depresyon ve anksiyeteme burada küçük bir teşekkür etmem gerek; beni köşeye sıkıştırmasalardı, uçurumun kenarına kadar itekleyip beni ya yaşa ya da atla diye maruz bırakmasalardı yanmaya bu dönüşümün başlangıcı olur muydu bilmiyorum.. Yanmasaydım doğabilir miydim küllerimden, atlamasaydım uçurumdan yeniden keşfedebilir miydim kanatlarımı ve yazmasaydım kendimi doğurma sancımı geçmişin rehberliğindeki bilgeliği bulabilir miydim kendimin şimdiki zamanında.. Emin değilim..

    Geceleri seviyorum doğru, sokaklar geceleri daha samimi geliyor bana, şehirler gerçek kimliğini gösteriyor sanki.. Lakin gecelerin çıplaklığıyla sunduğu kimliklerden yeterince ders aldım, bir süreliğine (mümkün oldukça ömür boyu sürsün isterim) geceleri uyumak için huzurla zihnimi ve bedenimi dinlendirmek için sevmek istiyorum.. Düşünmeyi seviyorum doğru, ortada olanlardan hep bir fazlası vardır ihtimal olarak diyecek kadar sınırları zorlayan bir beynimin olması hoşuma gidiyor.. Lakin zihin kıvrımlarımdaki yollar cılız bilgiler ve karmaşalarla inşa edildiği için önce o yolları ayıklayıp daha sağlam ve yeni kıvrımlar için zihnimin üzerinde çalışacağım bir süre.. Plansız yaşamayı seviyorum doğru, kendiliğinden olan ve sıradan bile olsa aniden yaşanan şeyleri daha kusursuz ve büyüleyici hissi yaşatıyor ve mutlu bir bakış açısı sağlıyor bu sayede sanki hayat, yine de bu durum güne limon suyumu içerek başlama planımın önüne geçemez artık..

    Her seferinde yaşamak ve gerekirse dağılmak için başka şehirlerde bulunup sadece inziva için geldiğim bu ev, İzmir bu sefer hayatın içinde hissettiriyor.. Belki de yıllarca aylak aylak dolanarak aradığım cevaplar, kimim ben soruları, öğrendiğim dersler, öğrenemediğim şeyler, sorgulamalarım, yanılsamalarım, gerçekliğim derken ihtiyacım olan cevap belki de sadece hayatın akışında rast gelebileceğim cevaptır.. Belki de sorular ve cevaplar o kadar da önemli değildir bazı zamanlar, bazen sadece yaşamak ve hayatın dansa davetine evet demek gereklidir.. Ve şimdilerde inziva değil, hayata karışma zamanı belki de bu sefer ihtiyacım olan her neyse ayağıma İzmir izbanıyla gelir kim bilir.. Çünkü inziva değil, arenaya yeniden çıkma zamanı sevgili küçük kızım..

    ..SEVGİLERİMLE..