Yazar: yildizlaraltinda

  • ..YAZABİLMEK, YAZMAK, YAZAMAYABİLMEK..

    Dakikalardır yazıp, bütünlüğünü koruyamadığım için bitiremediğim hikayenin burukluğu var kursağımda.. Giriş var, gelişmeye kadar yükselttim lakin sonuç fiyasko..

    İşte çoğu zaman hayatın akışı da bu özete sahip oluyor.. Giriş, emek, gelişme, zaman, fiyasko.. Güzel hikayelerin yerle bir olan sonları, harabe halinde olanın büyüleyici sonu, zaman zaman karalıkla başlayan karanlıkla, aydınlıkla başlayansa aydınlıkla bitiyor.. Hayatın tuhaf bir mizah anlayışı var.. Kolay kolay şen kahkahalar arttırmıyor, kimi zamansa tekme tokat dalacakken başını okşamaya başlıyor falan..

    Aynalama taktiğini sürekli kullanan, yansımalarla dolu bir mizah anlayışı.. Ne bütünüyle acıtıyor, ne de tamamlanmaya izin veriyor.. Yazarken de yaşarken de, anlatırken de dinlerken de, susarken de konuşurken de hep bir dahil olma arzusuna sahip bir mizah anlayışı.. Dilediğin kadar plan yap sanki Saorun’un gözü gibi sürekli izliyor.. Sen planlama yaptıkça, senin aksi yönünde planlar ekliyor..

    Sitem etmek hak, şikayetçi olmak helal.. Senin emek emek kurduğun şeyin bir cılız esintide yıkılıvermesi buruk bir çaresizlik yaratıyor.. Kalp çizgisi gibi inişli çıkışlı bir hayatın insana ucundan kıyısından yaşadığını hissettirmesi gerekirken çoğu zaman lineer bir ilerleyişi yeğliyoruz..

    Bir hikayenin en can alıcı noktası, sonuca yaklaşırken bizde iz bırakan kahramanın dönüşümüne şahit oluşumuz aslında.. Kendi hikayemizinse kuşbakışı görülen kısmıyla kendi gözümüzden görülen kısmı arasında farklar olur.. Dışarıdan bakanlar mimiklerinin, kıyafetlerinin, dolaştığınız yerlerin değişimini görürken asıl değişimin olduğu içsel farklılıkları pek fark edemezler..

    Hikayelerde böyledir aslında, tansiyon yükseldikçe başlangıç noktasıyla varış noktası arasındaki kısımlar sona doğru unutulmaya başlar.. Kahraman güçlendikçeyse yaşanılan heyecan başlarda hissedilen acıyı baskılar..

    İşte yazabilmek, yazmaya iten hikayelere şahit olabilmek o yolculuğun kendisiyle ilgilidir biraz da.. Bu yüzdendir çoğu zaman sadece hikayeye giriş yapılır da gelişme de tıkınıp kalınır.. İşte bu yüzden bazen sadece yazmak için başıboş cümleleri ortalığa saçmak lazım..

    O kelimeler cümle bütünlüğünü yakalayabilir ve bir sonuca varabilirse ne ala , baktın ki tamamlanamayacak kadar dağıldı, bırak öyle kalsın.. Her cümle noktayla bitmek zorunda değil, her hikayeyse tamamlanmak..

    Bazen sadece başlamak gerekir; hikaye yazmaya, yola çıkmaya, inanmaya, teslim olmaya, akışın içinde savrulmaya, anlatmaya derken bazen sadece bir adım atmakla başlamak gerekir yaşamaya..

    Sonunu düşünmeden, kusursuz planlar yapmadan, boyu aşan hedeflere gömülü kalmadan.. Yarım kalır endişesinden azade, sonu ne olur telaşından uzak, ya arzuladığın gibi olmazsa hayal kırıklığı yaşarsam korkuları duymadan.. Sadece yaşamak ve yaşatabilmeyi denemek..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KAOS VE DÜZEN; ZİHİN HARİTASI..

    Kendinize uyandığınız an ilk neyi yapmayı layık görüyorsanız gününüzün çoğunluğu ondan ibaret olacak olsaydı, olduğunuz halinizle devam mı ederdiniz yoksa içsel bir telaşla başka bir başlangıç mı seçmek isterdiniz?

    Zihnin kısa yolları, rutinlerimizin kaderimiz üzerindeki etkisi, seçimlerimizin ruhumuza ektiği tohumlar konusunda bir hayli kesin sonuçlar var..

    Peki bunca seçenek çokluğu arasında doğru olanı nasıl bulacağız, bize iyi gelecek bizi tatmin edecek olanı olanları nasıl seçeceğiz?

    İşte işin basit ve etkili formülü buradaki çokluğun yanıltıcılığından doğuyor.. Hastalığın şifası çoğu zaman hastalığın sebebindedir derler.. Çokluğun getirdiği sorgulamaları ele alalım; neler yapmak istiyorum, nelere sahip olmak istiyorum, nerden başlayacağım vs. .. Bir şeyi seçip, sebat edip, onun üzerinde emek vermek o konuda iyi olup olmadığımızı, iyi değilsek bunu deneyimlememizi, ya da daha da gelişip iyi olmamızı sağlayacaktır..

    Kariyer hedeflerimizde, ilişkilerimizde, hayallerimizde bir personamız var.. Bir de ortaya koymadığımız eylemlere dönüşmeyen personalarımız var.. Kim olduğumuz kadar kim olmak istediğimizin de seçimlerimize etkisi hayli büyük..

    Hayatın sunduğu koşullar sevdiğiniz değer verdiğiniz rutinlerinizi etkiliyorsa bir durun düşünün, önceliklerinizi siz mi belirliyorsunuz sizin dışınızda kalanlar mı? Mesela uyanır uyanmaz telefonu eline alan birisiniz diyelim; yaptığınız ilk şey sevdiğiniz birine ya da birilerine mesaj atmak ve günün geri kalanına hazırlanmaksa ne mutlu size. Diyelim ki bunu yapmak yerine ilk yaptığınız; hali hazırda gecesinden attığınız mesajın rahatlığıyla, güne kendinizle başlamak oldu diyelim yine ne mutlu size, lakin bu süre zarfında ince bir dipnota dikkat etmek gerek eğer sizi önceliği yapan insanlara karşı koşulları ve başkalarını öncelik yaparak davranmaya devam etmeyi seçerseniz size atfedilen rütbenizin bir gün düşmesini de göze almalısınız..

    Size verilenler kadar sizin verdiklerinizin de hayatın size sunacaklarını etkilediğini unutmamakta fayda var..

    Duygularınız ve düşünceleriniz davranışlarınıza, davranışlarınızsa kaderinize dönüşecek. Ve bu her gün yaptığımız bir seçimdir aslında.. Bizi biz yapan sözlerimiz değil davranışlarımızdır demiş Platon.. Başkalarının kulağımızdan çok gözlerimize, oradan da aklımıza hitap eden bu sebepten dolayı da kalple aklın savaşını başlatan ilk şey bu olabilir.. Kulağımıza hitap edenin büyüsüne kapılarak gözlerimizi kapatıp dans etmek, biraz da otobanda piknik yapmaya benzeyebilir.. Hayatın sizi dansa davet etmesinin heyecanına kapılmak haz verici olsa da dansa adım atarken yerin asfalt mı yoksa ahşap mı olup olmadığını kontrol edin..

    Kaos kendi içinde bir düzeni getirecek olsa dahi, var olan bir düzeni de altüst edebilecek kadar güçlüdür.. Beyin sizi hayatta tutmak için bir şeyin iyi ya da kötü olmasına bakmaksızın sizi seçimlere itecek, bu itişi uygularken de eskilerin örneklerini ve datalarını sunacak.. Bu bir tuzak mı yoksa gerçekten kaçmanız gereken bir şey mi işte orada ilkel beyninizi bir kenara bırakabilir, gelişmiş olan sinir sisteminizi devreye sokabilirseniz yanılsamalar içinde kalmak yerine gerçekçiliğin dünyasında kalmaya devam edebilirsiniz..

    Geçmiş; ben bunları daha önce yaşadım ya bu yolları biliyorumları önünüze koyarak başkalarıyla yediğiniz yemeği bir başkasına ödetmeye kalkabileceğiniz bir bahane zırhı olmamalı.. Pişmanlığını yakıt olarak kullanarak geleceğe yol haritaları çıkaracağınız, önünüze gelen yolunuza çıkan yeni insanları olduğu gibi tanıma şansı sunacak tecrübelerin biriktiği bir cephanelik olmalı bence..

    Birini olduğu gibi yalın ve derin olarak anlamak, tanımak, keşfetmek böyle yazmak ya da konuşmak kadar kolay değil biliyorum.. İnsanın kendine bile yabancı olduğu birçok yaşı, bir dolu yanı varken, kendisiyle geçirdiği zamanın bile buna yetmediği zamanlar varken bir yabancıya karşı yargısızca ve koşulsuz inanması anlaması elbette zor.. Lakin imkansız değil..

    Kendimizle olan ilişkimizin harcını kim attıysa eline sağlık ve fakat hayat her gün yeni bir dünya sunmayı bekliyorken harcı atanlara minnet duyarak dünde yaşamak yerine bugün bir daha estetik bir yapı inşa edebilir miyiz, kendi temelimizin üzerine kendi ellerimizle yeni şeyler yaratabilir miyiz, bence biraz da burası önemli.. Geçmiş bugünün hamuruna su katmış olabilir, lakin katılan su bulanıksa yarınınıza çamurlu bir ekmek pişirebilirsiniz.. Bir bakmak lazım; yapının harcına, harç ustasına, yapının tarihine ve en önemlisi restore edilebilir mi edilemez mi?

    Kendin olabilmenin, kendi kurallarını yazabilmenin, kendi müziğinle dans edebilmenin özgürlüğüne erişmiş, o özgürlük için cesurca bedel ödemeyi göze alabilmişlere..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..DAVRANIŞLAR KELİMELERİ DÖVER..

    Hevesimi kıranın, kalbimdeki imparatorluğunu yakarım.. Ne racon ama.. Aklım kadar kararlarımda kestirip atmak konusunda başarılı olsaydı bugün kendi kendimi aptal gibi beklerken bulur muydum acaba?

    Aşk için, hayatın arenaya davetine cevap vermek için biraz acele etmiş olmalıyım. Yoksa mideme kramp girmesine neden olan stresi kolayca yönetebiliyor olurdum.. Ya var ya ben ahmaklığıma doymam, gerçekten doyamıyorum yani.. Öyle sıradan insanlar gibi önceliklerim yok benim, bir listeye dayalı yaşamak gibi bir huyum da yok (kim belirledi olum o listenin maddelerini), yaşamayı ve hissetmeyi zamana bırakacak sabrım da yok. Ayrıca tez canlıyım ulan ben, o sabreden dervişte bana hiç samimi gelmiyor..

    Ya kardeşim aylarca kendimi didik didik ettim; sabır konusunda, anlama anlatabilme konusunda, hissetme konusunda, görebilme konusunda, dinleyebilme konusunda.. Sorun ben de falan değilmiş kardeşim.. Ben baya baya aklı selim, vicdanı hür, ruhu özgür, kararlarını kendi alabilecek kadar birey, sevgisinde cüretkar, sözlerinde samimi, kendine sadık, neşe saçmaktan gocunmayan, bodoslama yaşamayı hissetmeyi seven, kuralsız planız bir dünyayı mümkün kılmaya çalışmışım hepsi bu..

    En iyisi gitmek.. Buraların havası suyu hep bir heves kırıklığı yaratıyor, alerjimi yineletiyor, durgunlaştırıyor buradakiler beni, ruhuma iyi gelen bir iki dostluğun dışında benim için bu şehir sadece ve sadece koca bir hayal kırıklığından ibaret.. Kursağımda boş yer kalmadı be heves kırılmasından.. Bir saat mutlu olsak, amannnnn neysee… Ruhuma iyi gelen belli, aklımı yormayan da.. Niye zorlayasın ki zaten olmayacak olanları.. İnsan daha ne kadar kırılmalı öğrenebilmek için..

    Dışsal etkenlerin motivasyonum üzerinde inanılmaz bir etkisi var.. Aslında çoğu kısmı kontrol edilebilir hala getirmiştim. Demek ki hala tetiklenebilir yönler var, iyi yönünden bakıyorum bunu hiç göremeyebilirdim..

    Beklenti.. İnsanı gizlice zehirleyen, yavaş yavaş öldüren en güçlü zehir.. Minimuma indirmiştim, tamamen kurtulmam gerekli.. Yaparım, yapabilirim.. Sadece bugünün işi bu değil..

    GÜN İÇİNDE YAZMAK İÇİN ACELE ETMEMEK GEREKİYORMUŞ; SABAHA HEYECANLA UYANIP BEKLENTİLERİNİ VE HEVESİNİ YAZARAK GELECEĞE BİR İLLÜZYONU NOT DÜŞEBİLİRSİN OYSA GÜNÜN DEVAMI HEVES KIRIKLIĞI VE İVME KAZNAMIŞ BİR HAYAL KIRIKLIĞI GERÇEKLİĞİNİ BARINDIRABİLİR.. YAZMAK İÇİN ACELE ETME KIZIM .. GELECEĞE DÜŞECEĞİN NOT YANILSAMALAR DEĞİL GERÇEKLERİN TA KENDİSİ OLSUN..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..DÖNGÜLERİN PSİKOLOJİSİ VE SONRASI..

    Zekasını hilekarlığa adadığı için tepeden yuvarlanan kayayı tekrar yukarıya taşımakla cezalandırılan Sisifos misali hep bir konuda ya da konularda döngüler içinde olduğunu düşündüğün oldu mu?

    Uykunun gelmesine rağmen uykuya dalınamayan gecelerin, sonunun bilinmesine rağmen tekrar tekrar izlenen dizi filmlerin, tekrara saran duyguların, birbirine benzer günlerin bitmesini beklediğin pencereden hayat akıp gidiyor.. Hayatın en belirgin özelliği biraz da akıp gitmesidir zaten..

    Yazıp yazıp silmenin verdiği çaresizliğin tam ortasında, kahvemi yudumlarken zihnimi kaşındıran bazı şeylerin sorgulamalarından kendimi azat edemiyorum.. Kimdim, kimim, kim olacağım, nereden geldim, neredeyim, nereye gideceğim, ne istedim, ne istiyorum, neye sahibim, neler bana sahip, elimdekilerle ne yapabilirim, neyi yapma arzusundan vazgeçebilirim ve daha bir sürü şey..

    Bir masa kursam evimde akıl danışacak, planlar yapacak, sohbetlerden demetler içinde kaybolacak olsam davetlilerim kimler olurdu? Bu sorunun yakın zamana kadar cevapları hep sevdiklerim olurdu, şimdiyse çok başka.. İşte kırılan bir döngünün parçası.. Prensesin kendini kurtarması gereken yeni bir görevin başlangıcı bu..

    Yaralarını sarmak, kendini büyütmek, küçük dünyanda yaşananlarla bir şekilde baş edebilmek iyiydi. Bunlarla oyalanmak, düne kadar bunlarla övünmek bir hayli keyifliydi de.. Peki ya şimdi, bugün? Düne kadar olanlarla böbürlenmek, başarmışım ya diyebilmek, tek başınalığın verdiği gücü korumak, buna sahip çıkmak önemliydi.. Çünkü bir cehennemden yalın ayak yürümek, bir enkazı toparlayıp temizlemek, yeniden inşa etmek hayli bir enerji, birçok açıdan akıl sağlığı ve akan zamana mal oldu..

    Peki yarının dünü.. Gün yarına döndüğünde, düne bakıp böbürleneceğim şey ne? Yeniden başlayabilmiş olmanın avuntusu mu! Sisifos’tan farkım ne olacak hiç yerine ulaşamayan kayayı taşımak dışında, ki onun cezalandırılmasının güçlü ve ironik bir sebebi var, aklıyla tanrılarla alay etmiş, ölümü kandırmış olması cezasından çok sebebinin övüleceği bir başarıyken..

    Step by step güzel kızım.. Hayata başlama saatini değiştirdin hayata ara verdiğin saatleri de, düşüncelerinin rotasını düzenledin, falan filan.. Eeeeeee..

    Anladık, bir şekilde hayatta kalmayı başardın, eee…

    Bir kelebek var gücüyle kozadan çıktığı için bu denli böbürlenmiyor, ıstakoz kabuğunu acı içinde kırıp yeni kabuk oluşmasını beklerken kahvesini yudumlayıp ”abi bak nasıl da başardım ama yeni kabuk yaratmayı” demiyor, kartallar gagalarını kayaya vura vura kırıp tüylerini yenisi için yolarken ”ulan ben ne acılara katlandım bak yeniden doğdum” diye caka satmıyor.. İnsan, insan öyle mi, koca bir alkış duymak istiyor, sensin denilsin istiyor, en büyük sensin, nasıl da sağ çıktın onca savaştan takdirini almak istiyor..

    Mutluluğun yaşattığı doz aşımı kelimelerimi törpülüyor, dünün başarıları bugünümü gölgeliyor, güne prensesler gibi süslenerek başlamak anarşistliğimi baskılıyor.. Hem devrimci ruhuna sahip olmak hem de burjuva gibi yaşamak, geceleri dünyaya diş bileyip kötülüğün karşısında durup gündüzleri sıradan insanların içine karışan Batman misali yaşamak, hem gamsız ritimlerle dans edip hem dertlerin merkezine yolculuk yapmak bir bipoları bile fazlasıyla işkillendirip yorabilir.. Yani yazar burada diyor ki, hem mutlu olup hem şiir yazılmaz..

    Gelelim dünün yarınına, yarının dününe.. Bugün bir karar vereceksin, vermelisin.. Hem problemin hem de çözümün kendisi olmaya devam mı edeceksin, yoksa sadece kendin olmanın tadını mı çıkaracaksın!

    Ruhi Müccerret’in dediği gibi; dünyayı değiştirecek kapasiteye sahip kişiler, genellikle hayatta kalma konusunda beceriksizdirler, hayatın hazırlık aşaması ömür boyu sürer ve tam yaşamaya başlayacağın sırada sahadan şutlanırsın, şeytan kutsal kitaptan alıntı yapar ve meleklerse daima görmezden gelinir..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BUGÜN KİMSİN, YENİ SEN Mİ ESKİSİ Mİ?..

    Aklın kusuru, olmuş olanların olacak olanlara sebep vermemesi için kişiyi sürekli tetikte tutacak bir mekanizma oluşturması olabilir.. İnsanın kusuruysa say say bitemeyecek kadar uzun.. Aklın ve insanın alıştığı tabiatına aykırı olan her şeyi tehdit olarak algılayıp, ona göre tedbirler alıyor olması her ne kadar kişiyi hayatta tutuyor gibi görünse de kimi zaman bu tedbirli hal güzel olanın, mucize sayılabilecek olanın önüne de geçebiliyor..

    İnsanların hayatında keskin bir yer edinmişliğim çok.. Kiminin hikayesinde anılara daldığında gülümseten bir dost, kiminin hikayesinde başına buyruk bir aşık, kiminin hikayesinde zehirli bir sarmaşık.. Peki bu hikayelerin yazarı ben miyim, benden olmayanlar mı?

    İnsanların, hele de hayatımda en ufacık yer edinenlerin aklından geçeni kalbinde olanı öğrenmek için harcadığım zamanı ve enerjiyi kendime harcasaydım.. Demeyeceğim, çünkü çok söyledim, çok düşündüm, kimi zaman anladım, kimi zamansa anladığım illüzyonuna aldandım.. Beşerin aylaklığı ve hakikat arayışındaki bocalaması bu biraz da..

    Dün her kimsem, bugün bir başka hatta bambaşka biriyim.. Yarın her kim olacaksam, sonrasında daha da bir başkası olacağım.. Dün çizmediğim sınırlara bugün gardiyan dikebilir, dün keskin olduğum konularda bugün şefkat gösterebilir, dün diş bileyecek kadar öfke duyduğuma bugün affedecek kadar önemsemez bir tavırla yaklaşabilirim. Dün kızabilir, bugün affedebilirim, dün farkına varmadığım şeye bugün kızabilirim.. Ha bu demek değildir ki her anımı değişerek yaşayacağım.. Aksine dünyayı yeni gözle görme arzusu benimki.. Kendi hikayemin yazarı olmak.. Herkesin hikayesinde kendimce kim olduğumu, neler yapıp neler yapmadığımı biliyorum. Onların atfettiği kişi değilim, aynı zamanda onların gördüğünü sandığı kişiyim.. Onların hikayemdeki yeri gibi.. Dünkü dostum bugünün hiç kimsesi, dünkü sevgilim bugünün sıradan bir kimsesi, dünkü evim bugün başkasının harabesi..

    Geçmişe takılı kalan halimi depresyonumla, geleceğe kaygı duyan aklımı anksiyetemle, ruhumda açılan yaraların şifasını bipolarımla buldum.. Bulmak, kulağa ne kolay bir sonuç gibi geliyor.. Hikaye yazmak, yeni bir şehre giden ya da yaşanılan şehre gelen yabancının kaleminden dökülenler gibi okuyana ne kolay geliyor.. Değil sevgili okur inan ki değil.. Yaşayana, yaşadıklarını yazana hiçte kolay değil.. İnsanca yaşamak hiçte kolay değil.. Kendin olarak kalmak, iyi insan olmak.. Her yıkılanı onarmak demek, hatta kimi zaman kendi ellerinle yıkmak demek. Yıkmakla kalsa ne iyi, yeniden inşa etmek, soğukmuş sıcakmış dememek, açım susuzum dememek, el uzatan varmış yokmuş dememek..

    Sevgiye olan inancım hala aynı mesela, güven konusundaki hassasiyetim, sadakatin her gün yeniden seçilen bir değer olduğuna olan inancım, şeffaflığın değerli oluşuna verdiğim kıymet, gülümsemenin şifa olacağına olan inanışım hala aynı.. Yamalı, kırgın, vazgeçmenin eşiğinden dönmüş olmalarına rağmen hala canlı ve aynı.. İnanıyorum sevgili okur, inanıyorum.. Dostluğun bir zırh olduğuna, aşkın bir umut olduğuna inanıyorum..

    Pembe gözlüklerle yaşayamayacağımız yakıcı gerçeklerin olduğu bir dünyanın içerisindeyiz.. Her gün bir öncekinden daha yakıcı olabiliyor, bir önceki günden daha stresli, daha kaygı dolu, daha yorgun ya da umuda prangalar bağlanmış olabiliyor.. Her gün kendi içinde bir karanlık, bir aydınlık barındırıyor.. İnsan tabiatında da öyle.. Yaptığımız her seçim bizi bir tarafa daha yakın kılarken diğerinden bir adım daha uzaklaştırıyor..

    Kalbin rotasından şaşmadan, aklın karanlığında kalmadan ruhun yorgunluğundan sızlanmadan yaşanacak nice güneşli günlere..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..BİR KÜÇÜK ADIM VE KELEBEK ETKİSİ..

    Amaçlar, ihtiyaçlar ve istekler konusunda karmaşasından kurtulmanın en iyi yollarından biri bunları gerçekleştirmiş ve hiçliğin zirvesine varmış biriyle yenilen akşam yemeğidir..

    Akıl danışmanınsa en güzel yanı her olasılığı hesaplama tatmini yaşadıktan sonra burnunun dikine gideceğin rotayı belirmektir mesela..

    Beşerin bahtı hatalarla yazılır, doğrularla düzelir.. Ne yaptığınız yanınıza kalır, yapmadıklarınızsa yanınızdakileri alır.. Seçimler vazgeçmenin, vazgeçebilmenin hem en kestirme hem de en zor yanı..

    Amaçlar sadece kendini ilgilendiren bir yapıya sahip olursa yalnızlaşır ve işlevsiz kalırsın, sadece diğerlerini ilgilendirirse merhamet yorgunluğu yaşarsın.. Denge güzelim, önce dengeni bulacaksın..

    Dünyayla dünyan arasında bir denge bulacaksın, sana sunulanlarla neler yapabilirsin onun denklemini çözeceksin, ve öz disiplinle bir rota oluşturacaksın.. Hayat zorluklar çıkarabilir, hatta muhakkak çıkaracaktır, insanlar kelek çıkabilir ki muhakkak çıkacaktır, aklın karışabilir ruhun sıkılabilir, bazı şeyler hatta kimi zaman çoğu şeyler yoldan çıkabilir, bırak çıksın.. Bazen toparlayabilmenin yolu iyice dağıtmaktan ve dağılmaktan geçebilir..

    Keder ve üzüntüye dikkat et. Biri geçmişin pişmanlığını biri geleceğin kaygısını yaratır.. Pişmanlığı yakıt olarak kullanabilmenin yollarına bak.. Her hatadan, her yanılgıdan, her yanlıştan ders almaya da çalışma.. Bazen bazı şeyler sadece bazı şeylerdir, bırak öyle kalsın.. Tecrübe yolun 4/3 ünü tamamlayanların hikayelerini derleyip toplayarak topluma yaymaya çalıştığı anekdotlardır.. Herkesin dili kulağına isabet ederse aklın kalbinin rotasından şaşar..

    Aile önemli, lakin birey olmana engel olan beklentilerine mümkünse izin verme.. Hürmet göstermek erdeminden olsun, minnet etmekse öyle bir hırka giydirir ki sana o hırkanın içinde çöllerde dolaşırsın da anlamazsın ne yaşadığını.. Seni sen yapan senden olmayanlardır sözü alimlerin bile rotasını kaydırabilir.. Dostluklar önemli, lakin görüşünü kapatabilecek kadar pohpohlanmamaya dikkat et. Unutma sadece insansın, sahte bir dengeyi gerçekçi bir sarsıntıya tercih etme.. Ve sevgili, ne güzel bir statü, birinin bir başkasına takabileceği ne kıymetli bir sıfat. Lakin dikkatli ol, her insan sana yoldaş olmak için gelmez hayatına kimisi yaranı kaşır, kimisi şifa olur, kimisi sadece bir gölgedir. Gerçek yoldaşın seni yormayan bir hali vardır; kırgınlıklarını, yaralarını, gösterdiklerini, göstermediklerini, hatta senin göremediklerini dahi keşfeder, keşfetmenin yollarını bulur seninle, bazen çözümün bazense problemin kendisi olur, işte burası isteklerinin de durumu ele aldığı konulardan birisi..

    Öğrenmek istiyorsan ölüme yaklaşanları ya da ölmüş olanların hikayesini dinle elbette lakin çocuklara ve doğaya iyi bak.. İzle, dinle, duyumsa, hisset.. Çocukların hayal dünyasına ortak ol, hayvanların masumiyetine sahip çık, geri kalanlarınsa sadece hikayelerden ibaret olduğunu unutma.. Sen hala hayattayken, nefes alıyorken odaklandığın şey canlı olanlar olursa ana ruh katarsın, olmazsa orasını terapide konuşuruz..

    Küçücük bir adım, minik bir buse, beklenmeden kurulan bir cümle, zamana teslim edilmeyen sevgi, içten bir sarılma, gülümsemeyle söylenen bir merhaba, görünce seni anımsattı hediyesi, içten edilen iltifat, arkasında durulan bir söz, armağan edilmiş bir şarkı, eşlik edilen bir kahve, altı çizilmiş bir kitabı yeni birine sahiplendirmek, ana kapılarak yapılan bir dans hayatında kelebek etkisi yaratabilir. Adımların küçüklüğüne takılı kalma, tarihe geçmiş ünlü resimlerin anlamları küçük detaylarda gizlidir.. Yıllar önce alelade bir şekilde yapılan yürüyüş, yola çıkılana hatıra diye verilen bir kitap yıllar sonra ”yok ya benim inancım kalmadı, asla bunu yapmam, mümkün değil artık” dediğin ne varsa hepsini yıkacak bir devrim yaratabilir, bir küçük öpücük hayatının akışını kaostan, tek başınalıktan alıp koca bir imparatorluğa çevirebilir..

    Yani güzel kızım; sen hep yaz, yaz kızım.. Yaşadıklarını yaz, yazdıklarını yaşayacağın günler de gelir.. Yani güzel kızım sen hep aşık kal, aşk ki hayatın tek amacı.. Sen hep neşelen güzel kızım, çünkü Cumhuriyet bir küçük kızın gülümsemesidir biraz da..

    Köksüz medeniyetimin kadim ışığına..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..VE ŞİMDİ BÖYLE BİRİ..

    Artık yol var.. Savrulmadan, sadece ilerlediğimiz, net olduğumuz, karmaşayla bezenmeyen, bir yol var..

    Hayat bu; savurur insanı, emin olduğu yerlerden kırar kimi zaman, seviyorum dediğin an sınanmaya hazır olmanı bekler, kabukları kaldırıp kanatabilir..

    Gerçekler, dokuz köyden kovdurur insanı da vicdan rahatlığı var ya işte o onuncu köyü deniz manzaralı, güneş gören, huzurlu bir yer haline getirir.. Bizim gerçeklerle ya da yalanlarla bir derdimiz varmışçasına yaşıyor olmamız zulüm etmek kendimize.. Asıl çizgi kime karşı gerçek kime karşı hayal olduğumuz olmalı bence..

    Yıllarca yürüdüm yolları; kimi zaman aştım dereyi tepeyi, kimi zaman yamaca varıp yeni bir dağ buldum, kimi zaman yeni yollar açtım, kimi zamansa başkalarının açtığı yollardan yürüdüm.. İnsanım elbet, olmuş olanın hesabıyla yaşayarak ömrü ziyan etmek niye..

    Şimdi şöyle bakıyorum bana, benden bana kalanlara, bende yeşerttiğim yeni yanlarıma.. Dramalardan arınmış, ateşlerden yoğurulmuş, eyvallahı kalmamış, gözleri dolsa da durmayan, kabuğuna çekilip saklanmayan, yara aldıkça güçlenen, neşesi atmosferi aşmış, heyecanı tazelenmiş, yargılamayan, keşfetmeyi seven, anlama yorgunluğuna rağmen anlamak çabasından vazgeçmeyen, hayatı dansa davet edecek cesarete sahip bir kız çocuğu doğurmuşum kendimden arta kalanlardan..

    Yıllarca çok derine dalıyorsun denildi, şimdiyse yüzeysel yaşıyorsun deniyor. Çok keskinsin inatlaşma denilirdi şimdilerdeyse orta yolu bulmaya kalkışınca muhatap bulamaz oldum. Dünyaya öfken var gibi denilirdi, sebeplerim olsa dahi dişimi sıkar sessiz kalırdım, şimdiyse dünyayı affettiğimi söyleyemem elbette lakin onu olduğu gibi görmeye çalışıyorum..

    Aslında konu biraz da bu biliyor musun.. Işığıma ve neşeme herkes hayranlıkla ve büyük bir merakla yaklaşıyor, ulen diyorum peki ya karanlığım, karanlığımın sadece perdesini aralamak istediğim ansa bir parkta bir başına bırakılıyorum.. Kızmıyorum artık, en azından tetiklendiğim kaygımlarımla hareket etmemeye gayret ediyorum diyelim, dur diyorum yak bir sigara bir nefes al bak dolunay ne güzel parlıyor diyorum. Gün geçer, gece biter, elbet güneş yeniden doğar..

    Sadece kendini düşünen, kendi ihtiyaçları ve istekleri yakıp yıkan biri olamadım pek.. Olanlarla da aram pek iyi değildir.. İnsanı insan yapan biraz da başkaları için kim olduğudur bence.. Şöyle durup karşımdaki ruha bakıyorum, görmek için aslında, görebilmek için nereden yaralı nereden iyileşmiş, ne savaşlar vermiş hangi savaşlardan vazgeçmiş diye.. Elbette müneccim değilim kimi zaman gördüğümü sandığım şeyler beni yanıltabilir, var olduğu söylenen duygular aldatıcı olabilir, pürüzsüz sandığım yerler yaranın derinine giden yerdir. İnsanım göremeyebilirim elbette, görebilmek gibi bir sorumluluğum da yok biliyorum, benimki sadece anlayabilme çabası aslında.. Benden başka hikayelerinde değerli olduğunu düşünmek..

    Biliyor musun; kendi seçimlerimizin sorumluluğunu alabildiğimiz, kırılganlığını gösterme cesareti gösterenlere illa methiyeler düzmek yerine sadece sarılabildiğimiz, koşa koşa ışığına gittiğimiz manzaranın karanlığından kaçmamayı öğrenebildiğimiz, bir sorun karşısında kabuğuna çekilmek yerine kaygılara sebep olmamaya özen gösterebildiğimiz davranışlarımız önemli olan.. İnsanız hatalar yapılır, kırgınlıklar yaşanır, fırtına sadece sizden kaynaklı değildir hayatta.. Lakin o fırtınayı kendisiyle göğüslemiş, her zorlukta yalnız kalmış, hatalarında tek başına olan, karanlığıyla kendisi yüzleşmiş insanın bir gecede vereceği karar anı geldiğinde ve o kararı aldığında yoluna çıkana da yolundan çıkana da sessizce selam verip devam edeceği bir yol var..

    Ve yine de, her şeye rağmen, gururdan ve kibirden arınarak..

    Çatışmalara birlikte göğüs gereceğiniz, ilişkilerde yol açtığı sorunla farkındalıkla yüzleşebilen, ihtiyacınız olduğunda yanınızda olan, iletişim kurmaya istekli biri olmanız öyleyseniz de öyle birisini bulmanız dileğiyle.. Bence doğru kişi beklenen ya da olan değildir, doğru dost ya da doğru eş yoktur.. O kişi ya da kişileri biz seçeriz, bu seçimi olaylar karşında ya tekrarlarız ya da vazgeçeriz seçimimizden.. Kendim için doğru kişi olduğumu biliyorum.. Seçtiklerimin de doğru olacağına eminim.. Yanılmamak dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KAHVALTI VE DİĞERLERİ..

    Rutinlerimizin mikro değişimlerinin hayatımıza makro dönüşümler getireceğini söyleselerdi, ki söyleyen çok, bu denli inanmazdım.. Hiyerarşi piramidinin en üst tepesinde bir başıma oturmuş hayatın akışını izlerken tabureyi ayağımın altından kaydırdı hayat.. Sarsıntının etkisiyle birinci basamağa kadar yuvarlanmıştım.. Her şeye baştan başlamak temeli sağlam yapılar inşa etse de benim mizacım zoru kolay kılan, kolaydan çabuk sıkılan, sondan başa doğru ilerleyen, başa gelmeden dağılan bir dizayna sahip..

    Işığı göz kamaştıran, yakınına geleni yakıp kavura bir güneşin ta kendisiydi ruhum.. Ehlileştirilemez bir ruhun, dizginlenemez bir aklın ortaya çıkardığı ürünün ta kendisi.. İnsanoğlu ne tuhaf; kendinden üst insan gibi bahsedip davranışlarıyla en vasat seçimleri düşünmeden seçebilen, en iyisini isterken dilinden eleştiriyi bırakamayan, bahar gelmiş bahçelere hayranmış gibi konuşup tüm çiçekleri katleden, nefretiyle dünyayı karanlıkta bırakan.. Ve ehli insan ne tuhaf; bedeni dünyanın utancını ve direncini taşıyan, ruhunda başkalarından doğan yaraların şifasını bulmaya çalışan, karanlığın içinde çatlaklardan ışığı sızdırmaya çabalayan..

    Ve zaman, olmuş olanla olacak olan arasındaki mesafenin ta kendisi.. Oluyor olanlara maruz kalanlarsa dünün pişmanlığı ve geleceğin kaygısı arasında sıkışıp kalan, kimi anın hikayesini hiç unutmak istemeyen, kimi hikayelerinse hiç yaşanmamış olmasını dileyen..

    Her cümle yarım, her kelime sonu iki noktayla bitiyor.. Kimi hikayelerimiz gibi, kursağımızda kalan kimi hayallerimiz gibi, adım atmaktan korktuğumuz kimi kararlar gibi..

    Ama kahvaltı öyle mi! Kahvaltının bir samimiyeti var, bir yakınlığı var, hem sağlığa da diğer öğünlerden daha çok katkısı var. Diğer öğünler gibi değildir kahvaltı; bir başlangıç ya da bir bitiş saati yoktur mesela, uyandığın an biyolojik saatin seni dürttüğü an yapılmaya müsaittir, geceleri uykun mu kaçtı karnın mı acıktı kallavi bir sofra istemez mesela. Bir peynir, bir domates, bir bardak çay, bir dilim ekmek yeter mesela.. Ne akşam yemeği gibi ciddidir, ne de öğle yemeği gibi samimiyetsizdir.. Kahvaltı da cümlelerin sonuna noktalar konulabilir, sonrasında bir keyif kahvesi içilebilir, dinlene dinlene yemeni sağlar çünkü soğumasından endişe etmene izin vermez..

    İşte ben biraz da kahvaltı insanıyım, kahvemin öncesini ve sonrasını anlamlı kılan şeylerin insanıyım aslında.. Bağı bahçeyi azınlıklar ekip biçer, güzelliğini ve rengarenk oluşunu hatta bahçenin düzenini de azınlıklar yapar, kahvaltı yapabilmeyi başaran azınlıklar.. Geri kalanlar vardır bir de; onlar sadece bahçeyi görürler, bahçedeki renkleri ve düzenin güzelliğini.. Sadece bakanlar bilmezler; o bahçenin toprağı nasıl işlendi, tohumlar hangi özenle ekildi, o ekilenlere her gün ne kadar emek verildi, o emek verilen zaman içinde nelerden vazgeçildi, güneşin ışığı, suyun akışı nasıl ayarlandı, neler budandı neler yeniden ekildi.. Bilmez bakanlar.. Bakanlar sadece gördükleri bahçeye dair fikirlerini anlatırlar dünyaya, oysa o bahçeyi görenler dünyanın vakıf olduğu gizli sırrı bilirler.. Ve o sırra erişenler, kahvaltılarını yapıp kahvelerini yudumlarken sükunet içinde bakmakla oyalananları ve gerçekten görenleri ayırt edebilirler..

    Her gününü hayatın sırrını çözmeye harcayanlara, sırrın sahiplerine..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KENDİNE İTİRAFLAR SERİSİ; BİR..

    Ben böyleyimlerin listesini yaptım bugün.. Duygularını ifade edebilen, ihtiyaçlarını dile getirebilen, sınırlarına sahip çıkabilen, iyi bir dinleyici, önceliklerine göre hareket eden, zorunda kalmadıkça sorumluluk almayan, sevdiklerinden ve sevmediklerinden epeyce emin, korkularının üstüne gidebilen (elbette tehlike konusunda dikkatli), kaygılarıyla yüzleşebilen, anlamayı başarabilen, neşesini ve enerjisini etrafa gönlünce saçan, ışığından emin, istekleriyle ihtiyaçları arasındaki farkı ayırt edebilen, insanlara bağlı fakat bağımlı olmayan, özünde devrimci eylemlerinde bir burjuva edası barındıran, bir kahveyle bir hoş müzikle anı yakalayabilen, zaman zaman aklındaki hayatta vakit geçirmeyen seven, inadını kalkanı yapan, hevesi kırıldığı an dünyayı umursamayan, kırgınlığını dişini sıkarak aktaran, insanların arasında kimi zaman köprü kimi zaman katalizör olan, durumları topaç gibi çevirip olduğundan farklı bir güzelliğe evirtebilen, kırılınca dokuz köyü ateşe vermek yerine kulaklığını takıp kapüşonunu çekip kabuğuna çekilen, hayatın ritmine dans edercesine eşlik eden, anlaşılmadığı yerde kimseyi meşgul etmeyen, aklıyla ağzı arasında perde olmayan, eylemleri özünden gelen plansız biri..

    Bir de böyleydimlerin listesini yaptım.. Duygularını kendine saklayan, ihtiyaçlarını kendi başına halletmeye çabalayan, sınırlarını sevdiklerinin tahrip etmesine müsaade edecek kadar kendinden uzak, dinlemek ve anlamak yorgunluğu yaşayacak kadar önceliği başkaları olan, aman kırılmasın aman incinmesin diye diye kendisi paramparça olan, parçalandıkça hayata karşı keskinleşen, neşesini ve heyecanını doruklarda yaşayan ve tükenebileceğini hiç düşünmemeye çalışan, merakı her şeyin önüne geçen, hadi yapalım hadi gidelim diyerek planlı yaşamayan (gerçi bu pek değişti denilemez), kırgınlığı öfkeye dönüşen o öfkeyle ne yapacağını hiç bilemeyen, anın içinde zamanı bükebilecek kadar uyanık kalan, anlaşılmayı bekleyen, hikayelerden bir dünyanın içinde kendine küçük umutlar yeşerten, maruz kaldıklarına rağmen yorulmadan devam eden, kalbiyle aklı arasında savaşan ordunun mağlubiyetlerine şahit olan, sevginin her yaranın ilacı olduğuna inanan, bir doğrunun birçok güzelliğe dönüşebileceğine inanan bir hayalperest..

    Neydim, ne oldum, ne olacağım arasındaki her persona hayata bakış açısında, inancında, planlarında, ideolojisinde, felsefesinde, ruhunun kimyasında, aklının matematiğinde, kendine hem mağlubiyetler hem galibiyetler yaşattı.. Bir ben vardı elimde; annemden doğma, babamdan olma, kardeşiyle büyüyen, çevresiyle yetişen, maruz kaldıklarıyla ve öğrendikleriyle en doğrusunun kendi olduğuna inan.. Sonra ansızın pencereme bir kuş kondu kanatlarını dinlendirmek için, bir kedi oturduğum parkta boş gözlerle salıncağı izlerken ayaklarıma huzurunu bırakırcasına kuyruğunu değdirdi, bir köpek sevgisini ellerime teslim edercesine gözlerime baktı ve hayat yeniden başlamam için aşkı hatırlattı bir kokuyla, bir yağmurla, bir merhabayla..

    Şimdi bir ben var elimde; acılarımla hayata bilenmek yerine sancılarına göğüs gererek kendimi yeniden doğurduğum, yanlışlarımla ve hatalarımla kendimi büyütmeye çalıştığım, izi kalan sızısı olan sessizce yok olan yaraları sevgiyle sabırla şefkatle sarmaladığım, bir çocuğun sesinden ve şarkısında hayatın tadını alan, bir dostun sohbetinde samimiyeti bulan, bir ailenin sıcaklığında güvende hisseden, bir hayvanın varlığında merhameti gören ve bir adamın kalbiyle gülümseyip ruhuyla sarılmasında teslimiyeti öğrenen..

    Ve bir ben daha yeşerecek zamanla, bugüne kadar yaşadığı hikayenin anlaşıldığı yerleri keşfettikçe.. Ve bir ben, omzumdan yeniden öperek kendime sessizce fısıldayarak diyeceğim ki başardın, seninle gurur duyuyorum..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..SARI BÜYÜKTÜR GÖKKUŞAĞINDAN..

    Hepimizin sevdiği bir renk vardır, çokça sevmek olmasa dahi bir nebze diğer renklerin önüne geçecek kadar gözümüze hoş gelen ve diğer renklere bir milim fark atacak kadar güzel gördüğümüz bir renk..

    Kendi dünyamızda oluşturduğumuz etiketler, otomatik pilota bağladığımız rutinler vardır.. Hissetmeye alıştığımız duygular, daha aklımız uyanmadan zihnimizi esir alan düşünceler vardır.. Sevdiğimiz ya da alerjimizin olduğu çiçekler vardır.. Kendi dünyamızın bir misyonu, bir vizyonu, bir hikayesi vardır.. Zamanın oluşturduğu rotalarda dalgalanan her insanın, parmak izi kadar eşsiz anları vardır..

    Peki bunlar nasıl oluşur?

    Ailemiz, doğduğumuz evlerimiz, o evlerin temelini atanlarımız, büyüdükçe oluşan çevremiz, eğitimcilerimiz, okuduklarımız, izlediklerimiz, dinlediklerimiz derken liste uzayıp gidiyor.. Yani kısaca maruz kaldıklarımız..

    Kendimize inşa ettiğimiz kimliğin her bir parçasını didik didik etmenin verdiği anlama yorgunluğuyla baş başa kaldığımız anlar vardır.. Hani bazen bir an hayatınızı değiştirir, hani bir an sizi bambaşka biri yapar ya, hani bazen biri ya da birileri değiştirir sizin renklerinizi ya, hah işte öyle bir an değildir bu anlama hali.. Daha çok ben kimim sorusuna giriş dersidir aslında.. Ya yıkıla yıkıla inşa edeceğiniz ve yeni kimlik oluşturacaksınızdır ya da ince bir sızıyla olduğu gibi kabul ederek devam edeceğiniz noktadır, hem idrak edip hem de inşa edememe halindeyseniz kesinlikle kendinizle baş başa kalmayınız ve bir bilene danışınız..

    Sevdiklerimizin ve sevmediklerimizin listesini çıkarıp üstüne bir de bunların oluşumunun sebebini bulduktan sonrası fırtınalı bir aydınlanma çağı, ruhumuz ve benliğimiz için.. Karanfili gülden çok seviyorum çünkü herkesin sevebileceği bir sıradanlığı yok, nergisi papatyadan daha çok seviyorum çünkü baharın gelişindeki ”en iyi mevsim benim” bencilliğini tetiklemeyecek kadar zarif.. Pembeyi yeşilden daha çok seviyorum çünkü gözlerimin şişmesine neden olan polenlerin ve alerji dolu sürecin aksine çocukluk dönemlerimdeki eğlendiğim sokak oyunlarını anımsatıyor.. Trenleri uçaklardan daha çok seviyorum, çünkü manzaranın ayrıntılarına ve zamanın sakinliğine sahip olduğu için..

    Bunlar hayatımın başucu listesinde yazanların bir kısmı.. Şimdilerde hayatıma eklenen yeni şeylerin heyecanı ve merakını taşıyorum aslında.. Bir yürüyüşün yanında eşlik eden bir sesin ruhuma huzur verişi gibi, yağmurda aylakça dolaşmayı sevdiğim kadar dans etmeyi de sevmek gibi, sarıyı sevmek için kendimce nedenlere ihtiyacım olmadan öylece sevebilmeyi öğrenmek gibi..

    Kendimizi bir gecede inşa edebilir ya da yenilgiye uğratabiliriz.. Yıkılan her şey yeniden yapılabildiği gibi, özenle inşa edilenlerde bir çırpıda yıkılabilir.. Her gün bir milim daha yaklaşıyorum ruhumun derinliğine ve her saniye biraz daha fazla inanıyorum aşkın yaşamı oluşturan özel bir denklemi olduğuna..

    Kimliğimizin parçalarını, duygularımızın zırhını, düşüncelerimizin temelini ne kadar sağlam oluşturursak oluşturalım her gün bunlara sahip çıkmak için, yenisini kazandırmak için, eskisini değiştirmek için yeni bir gün olmaya devam edecek.. Biz bu yeniliğe ister kaskatı bir karşılık verelim, isterse esneme payıyla teslim olalım fark etmeden.. Diğer yeni günlerde hükümdarlığı hangi renk ele geçirir bilmiyorum, sadece heyecanımla ve merakımla öğrenmek için kendime izin veriyorum hepsi bu.. Ve mayısın başında, işte tam da bugün, yeni bir günden sesleniyorum; aşkın bilinmezliğinin verdiği yetkiye dayanarak diyorum ki sarı büyüktür gökkuşağından..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..GÖNÜL HANIM VE RENKLERİ..

    Hani göze temas eden ışığın kırılmasıydı renkleri algılamamızın nedeni, gönlümün kırıklarından sızan ışığın beslediği bir bahçede çiçek açmasını mümkün kılan neydi peki?

    Planlarla yaşamanın pek çok iyi yönü var; düzen getirmesi, belirsizliği neredeyse ortadan kaldırması, bilmenin verdiği özgürlük.. Plansızlığın getirisi peki; sürprizlere karşı savunmasızlık, her şeyin mümkün olma ihtimalinin verdiği neşe, bozulan planın yaratacağı hayal kırıklığından kurtulmuş olmak..

    Bilmenin verdiği huzur mu, bilinmezliğin verdiği stres mi? Tabi böyle sorunca huzura giden yolu gözü kapalı ve düşünmeden seçmek istiyor insan.. Soruyu şöyle sorsak; ömrün hikayesini bilmek, geleceğin belirsizliğini kaldırmak, her şeyin cevabına erişmiş olsak ve bu ölümün, yaraların, kayıplarında perdesini aralasa insan bunca acıyı da bilerek yaşamayı göze alabilir miydi yeniden? bilmek huzuru ortadan kaldırmış olmaz mıydı bu sefer?

    Bir çiçek sizi hüngür hüngür ağlatabiliyorsa, çiçeği bile yeşertmeyi başaramadım dedirtiyorsa biliyorsunuz ki burada konu çiçeğin solmasından çok ruhunuzun solmuş bir yanının sızlamasıdır.. Böyle anlar size anlamanız için sessiz bir fısıltıdır aslında.. İnsan çoğu zaman o fısıltıları duyamayacak kadar yorgundur aynı zamanda.. İşte plansızca gerçekleşen bu yankılanmalara bir hayat sürprizler ekler, nadiren.. Biri usulca der ki; yeşertmenin bir yolunu buluruz, sen canını sıkma..

    Kendinizi yeniden inşa etmek istemeniz sandığınızdan çok daha meşakkatli ve bitmeyen bir yolculuğun başlaması.. Bir konuda, bir duygu konusunda, insanlarla ilgili durumlarda, kendinizden kaynaklı konularda. Yani ne olursa olsun inşa etmeye bir kere başladığında öğrendiğin ilk şey yapmak değil yıkmak oluyor.. Seçimlerin, alışkanlıkların, davranış modelin, bakış açın, hayatındaki insanlarla olan ilişkin, kariyerin, sevme şeklin, sevdiklerin, sevmediklerin ve şuan aklıma gelmeyen birçok şey.. Özüne varmak, özünden uzaklaşmak. Asıl meselenin, her gün yaptığın seçimlerin yolculuğunun bir parçası olduğunu anlamaksa ikinci adım oluyor..

    Kontrol edilebilir, kontrol dışı olanlar.. Çiçeğin bakımını, onunla olan iletişimimi kontrol edebilirim. Yeşermeye devam etmek ya da solup gitmek onun seçimi.. Karşında bir buket çiçek alan kızın mutluluğuna gülümseyerek eşlik etmek ya da ben niye bunu yaşayamıyorum diye sorgulamak benim kontrolümde. Çiçek alınması ya da yok sayılması karşımdakinin seçimi.. Müziğimi açmak ve kahvemi yudumlayarak kelimelerimi savurmak benim kontrolümde, okuyanın hisleri ve anladığıysa onun seçimi..

    Beni ben yapan benden olmayandır.. İşte bir çiçek; gelişiyle, yetişmesiyle, renkleriyle, toprağa kök salıp salmamasıyla size hem darmadağınık hem de bir bütün hissettirebilecek kadar güçlüdür..

    Ve sen bana tatlı bir sürprizle gelen sevgili Gönül Hanım; beni konuşmaya zorlayan, sarsan aklımın cılız ayaklarını, beni kuşatan, aylak aklımın karmaşasını dindiren ve baharın her halinin sevilmeye layık olduğunu hatırlatan sen.. İyi ki geldin, köksüz medeniyetime ve memleketime bir bahar gibi..

    SEVGİLERİMLE..

  • ..ODANI TOPARLAYARAK BAŞLA..

    Değerli bir dostumun en iyi tavsiyelerinden biriydi; hiçbir şey yapamıyorsan, yapmak istemiyorsan bile bir şey yap tek bir şey yap ve odanı topla.. Basit, yormayan, plan gerektirmeyen bir eylem..

    Peki bunun faydası ne? Hem birçok konuda ilk adım sayılabilir, hem de sadece sıradan bir eylem olarak kalabilir. İşte bu kısım yine yeni yeniden kişinin kendisine bağlı.. Her konunun dönüp dolaşıp bizim çabamıza bağlanma işi benim de pek hoşuma gitmiyorum da evren sistemini etki/tepki kurallarıyla oluşturduğu için burası bizim müdahale alınımızın biraz dışında..

    Hayatında yaşadıklarına rağmen devam edebilen herkesi tebrik etmemi, hayal kırıklığına rağmen affedebilmeyi, bir koltukta öylece oturup duruyorken müzik duyduğumda azıcık bile olsa eşlik edebilmemi, kelimeleri dökmeye mecalim kalmamış olmasına rağmen kimi zaman sadece yazabilmemi etkileyen şeylerden biriydi odamı toplamak.. Yani aslında odanın tamamından çok yatağımı toplamak diyelim. Tek başına yeterli olmasa da kimi zaman tek gerçekleştirilen şey olması gerçeğini değiştirmiyor..

    Yatağını topla, yüzünü yıka, kahveni iç, bırak gün getirsin kendini ayaklarına.. Ruhunu hazırla; kendimizi akışa teslim etmenin kuşkusunu bir yana bırakmakla, sevginin sonunda yine kırılır mıyım korkusundan azade, güvenmenin endişe uyandırmadığı, flört etmenin heyecanıyla sarmalandığımız anlar biriktirmenin umuduyla başlayan günlere..

    Odanı toplayarak, aklının karmaşasını düzen koyma yöntemi mantıklı gibi dursa da cümleler arasındaki karmaşanın okuyana verdiği yetkiye bakılırsa bende zaman zaman işe yaramıyor.. Bazen sadece denemek gerek işte.. En azından yazarak aklı arındırmayı..

    Aklın karmaşası hayatın her yerinde dağınıklığa sebep olur ya, ya da hayatın dağınıklı zihin kıvrımlarının karışmasına neden olur işte cümleler arasındaki karmaşa da benim aklımın yansıması sanırım. Bugün yatağımı toplamadan güne başladığımı da hesaba katarsak çokta şaşırmamak lazım bu duruma.. Hem kendimi, hem yatağımı, hem de aklımı toparlamam gereken bir dönemin eşiğindeyim.. O eşikte olanlara, eşikten yeni geçenlere..

    ..SEVGİLERİMLE..