Yazar: yildizlaraltinda

  • ..HER ŞEYİN LİSTESİ..

    Günlük işlerini düzenli yapmak için ajanda tut.. Hayallerini görselleştirmek için vizyon panosu yap.. Alışverişte alacakların için liste yap.. İzlemek istediğin dizi/filmleri, okumak istediğin kitapları, ölmeden önce yapmak istediklerinini not al.. Her şeyin başı düzen kurmak.. Hayatını düzene koymanın bir listesini yap..

    Listeni yap, harekete geç, hayatını yeniden tasarla.. Yazması ne kolay.. Söylemesi yazmasından da kolay.. Sanki her şey bizim kontrolümüzdeymiş gibi, sanki sadece biz kafaya koyunca hayatta bize kolaylıklar sağlayarak eşlik edecekmiş gibi.. Bir videoda şey diyordu; 6 ay ortadan kaybol, sessizce çalış ve geri döndüğünde tanınmaz ol.. Sanki 6 saniyeden bahsediliyor gibi, sanki her an motivasyon sağlamak kolaymış gibi, sanki sadece formül bilmek soruları çözmeye yetermiş gibi.. Ha bu arada yaptım, tam 6 ay kendimle kaldım, sessizliğimi korumaya gayret ettim, dünyadan soyutlandım. Sonuç; tanınmaz olmaktan çok kendimi ne kadar tanıyıp tanımadığımı görmüş olmam oldu.. Öyle listeler yapmakla, kendini hayattan izole etmekle, kaçmakla, sorumluluk almamakla neler mümkün olur bilmem ama her şeyi başarmak pekte mümkün değil, işte bunu biliyorum.. İnsanın belirsizlik dolu ömür sayısından 6 ayını sadece bir deneme işine ayırması, hiçe saymak değil de ne..

    Aslında öyle önemi yok ki. Yapılan listelerin, gösterilen iyi niyetlerin, sadece kendi dünyanın güzelleşmesi için kendinden vere vere çabalamaların. Öyle önemi yok ki.. Sen kaçsan bile dünyadan dünya nefretini kusmaktan kaçmayacak, sen iyi olmak için elinden geleni yapsan da dünya kötülüğün her türlüsünü karşına çıkaracak, sen sen olsan bile senden olanı almak için her zaman bir yol bulacak..

    Yine de bilmekte fayda var; hayat kim olduğumuzun sorusunu bize sorduğunda başımıza gelen olaylara verdiğimiz tepkilere, seçtiğimiz yollara bakarak senin sesine değil davranışlarına göre kendince cevap almış olacak.. Tabi böyle düşününce insan kendini pek bir önemli hissediyor aslında. Dünyanın işi gücü bırakıp tek derdi bizmişiz gibi hissetmek, insana kendini ne denli değerli hissettiriyor öyle.. Oysa gezegenlerle dolu, karanlığı aydınlığından daha yoğun olan evrenin tek derdi biz olamayız, olsa güzel olurdu da, maalesef değiliz.. İnsanın insana yaptığından ötesi yok, iyi ya da kötü, ötesi yok..

    İnsan olmak; nefret etmek en sevdiğimiz, kötülükler kusmak en bildiğimiz.. Buraya kadar tamam, bundan sonrası önemli.. İster listeler yapın ve her seferinde birini hayata geçirin, ister 6 ay ortadan kaybolup kendinizi yoklayın, ister öylece yaşamaya devam edin, isterseniz de yeni bir yol açın kendinize. Seçim, sizin.. Bir şeyin cevabında dürüst olun yeter; kimsin sen?

    ..sSEVGİLERİMLE..

  • ..ÇİÇEK PASAJI VE NERGİS..

    ”Kitap şöyle sonlandı; tam pes etmek üzere olduğum bir gecede, kafamın içinde verdiğim savaşı zor da olsa kazandım. O gecenin sabahına ben çıktım ama içimdeki kimseyi sağ bırakmadım..”

    Son 6 ayın tek cümleyle özeti gibi.. Hep bir yolcuğun içinde ya savrularak ya da bilinçli bir arayışla hikayemizin peşinden gidiyoruz.. Kimimiz kendini bulmak için kimimiz kaybetmek için.. Zaman, olayların üst üste geçmesini engelleyen bir araç. Belki de tek önemli görevi bu, değilse bile bizim konumuz değil fizikçilerin konusu..

    Herbir yaşımızın kendine has bir hikayesi var aslında. Aşık olduğumuz ilk yaş, düşüp dizimizi yaraladığımız ilk yaş, ağladığımız ilk yaş, konuşmaya başladığımız ilk yaş, okumayı öğrendiğimiz, yürümeye başladığımız ilk yaş ve daha nice ilk yaşlar.. Peki bu ilkler sonrasında bizi niye travma dolu anlara doğru itiyor? Mesela konuşmayı öğrendiğimiz ilk ana şahit olanlar sevinçten kahkaha atarken ilerleyen yaşlarda konuştuğumuz şeyler neden o sevinçleri çalar hale dönüşüyor? Mesela yaşadığımız ilk aşkın yarattığı hayal kırıklığını düşünelim, diyelimki bundan 5 sene kadar öncesiydi, koskoca 5 sene.. Nasıl olur da 5 sene sonraki ben bunun izini hala taşıyor olurum, ya da tam olarak o ize niye hala ihtiyacım varmışçasına sahip çıkarım? Bedeni büyük ruhu küçük kalmışlığın tam karşılığı travma olabilir mi, yan, yaşanılan olay karşısında hissedilen duyguya sıkışıp kalma hali..

    Tek bir gün yaşayan kelebekler, artık gözüme daha şanslı görünüyor. Onun için sadece an var. Dönüştüğü, kanat çırptığı, hayata karıştığı, gökyüzüne süzüldüğü tek bir an.. Ne muhteşem bir şans, ya da.. Onların gözünde de biz ana değil sürece sahip olduğumuz için şanslıyızdır belki de kim bilir..

    Her yaşımızın kendine has bir cahilliği ve kendine has bir ilki var, sonrasıysa tekrara dönüşen bir hayat akışı.. Sonrası boşluk ve yarım kalmışlığın tanışıldığı gerçeklik.. Yaş ve yaşanılanların getirisiyle dolu birçok kursak tıkanıklığı..

    Biliyor musun en sevdiğim çiçek hep karanfil derdim, kendime tabi, pek kimse bilmez en sevdiğim çiçeğin karanfil olduğunu. Bugün bir müzik dinlerken anlık geçmişe gittiğimde hissettiğim bir koku anımsattı da aslında ben karanfilden evvel nergisi çok severmişim.. Uzun çarşıda yürürken, aslında öyle özel de olmayan günlerde 2/3 liraya alınmış bir demet nergis.. Kendime aldığım, kimi zamansa annem perşembe pazarından gelirken alıp bardağa koyduğu zamanlar ne güzel gülümsetirdi bir demet nergis.. Ha tabi bir de saksı da ki fesleğen.. Onu da çok severdim bak..

    İnsanoğlu ne acayip ya, kendini bile tam olarak anlayamıyorken dünyayı anlamak için çırpınıp duruyor.. Ve hatırlamak ne büyük bir ironi.. Zamanla gerçekliğini sorgulatıyor, özünün..

    Bu arada hala karanfilleri çok seviyorum, yani karanfil sevmekten vazgeçmek değil aslında benimkisi, sadece nergisi ve fesleğeni de ne çok sevdiğimi hatırlamak.. Giriş cümlesinin ruhumundaki tesiri buydu çünkü; hatırlamak.. Bana yapılanlar kadar, benim de bana yaptıklarımı hatırlamak.. Verdiğim sözleri, potansiyelimi, amaçlarımı, hayallerimi düşünüp beklerken aslında gözümden kaçırdığım gerçeğimi hatırlamak..

    Mevsimler kendi arasında taç değiştirmeye yine devam edecek, güneş ve ay birbirine görevini devretmekten vazgeçmeyerek, akrele yelkovan arasındaki kovalamaca saatin pili bitene kadar sürecek.. Ve ben, ve sen, ve kendini arayan herkes bir gece dünde yaşayan kendini sabaha, bugüne ait bir kimse olarak yeniden taşıyacak.. O gün geldiğinde umarım sadece sevdiğiniz çiçeklerin kokusuna sahip olmak yerine daha önceleri sevdiğiniz çiçeklerin kokusunu da anımsayarak gülümsersiniz.. Kendini bilmek senden çok şey yaratabilir, doğru.. Kendini hatırlamaksa yolculuğunun hikayesini yaratır..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..TAKVİM DÖKÜMÜ VE MELODİLER..

    Deniz havasında huzuru hissetmek kolay, yürüyüş yaparken aklı dağıtmak kolay, kalabalıkta gerçeklerden kaçmak kolay, aylaklıklar yaparak sorumluluktan kaçmak kolay..

    Bizi biz yapan şeyin kelimelerden çok davranışlarımız olduğunu anladığımız an peki, o an hayatı sil baştan yaşamak kolay mı?

    Bir de bu silip baştan yaşama, unutup affetme olayları çıkttı ortaya.. Niye kardeşim niye silmek ister insan yaşadıklarını; çok acı çektiği için mi, ruhu kaldıramadığı için mi, yoksa pişmanlık utanç kaygı gibi duyguların altından kalkamadığı için mi! Ha bir de şu kendin için affetmek olayı var.. Hafiflemek için affetmek, üstünden geçip gitmek için affetmek.. Ne hoş, ben oturduğum yerde maruz kaldıklarımı yine oturduğum yerden affedeyim lakin maruz bırakanların hem yaptıkları yanına kar kalsın hem de affedilmenin huzuruyla yollarına devam etsin.. Bu ne cümbüş bu ne eğlence havası.. Böyle konuşunca da öfkeyle ayağa kalkmış dünyaya meydan okuyacakmış gibi duruyor, oldukça havalı.. Yazmak ve yazılanları okumak biraz da böyledir aslında. Bir pelerin giydirir insana, cümle bitene kadar kahraman gibi hissettirir.. Batman izlerken iyilik için mücadele ediyormuşçasına yaşanılan yanılgı gibi. Sonra film biter, perde kapanır, pelerini kostüm ekibine teslim edersin ve bulunduğun hayatın içine ani bir giriş yaparsın.. Acaba bu yüzden mi ardın sıra film/dizi izlemek bizi bir nebze tatmin ediyor? ”O” olmak istediklerimizin karakterine seyirci kalarak o olma çabası mı iyi geliyor?

    Tabi böyle sorgulamalar, yazıp çizmeler bize kalırken takvim akreple yelkovanı durmadan harcıyor.. Kimlik sorgusu, bulma çabası zamanın hükmünün yanında epey cılız kalıyor. Bazen sadece yaşamak lazım.. Hesapsız, kitapsız, izlemeden, okumadan.. Bazen sadece yaşadım diyebilmek için, yaşamak gerekiyor.. Bunca yıldır yazılanlar kitaplarla, söylenen şarkılarla, çekilen filmlerle doldurup heybeyi öylece kendine aitmişçesine yaşamak gerekiyor.. Seviyorum dersem nolur demeden, kalkıp dans etsem ritim tutturabilir miyim diye düşünmeden, sırf mum üflemek için doğum gününü beklemeden.. Hayal kırıklığına rağmen aşkı, ihanetlere rağmen arkadaşlığı, travmalara rağmen aileyi, korkuları rağmen hayatı.. Affetmek büyüklük müdür yoksa kendine haksızlık mıdır düşünmeden affetmekli mesela, sevmek yük müdür yoksa lütuf mu düşünmeden sevmek mesela, gülümsemek bir devrim midir yoksa acılara baş kaldırış mı düşünmeden gülümsemek mesela.. Hayatı içine çeke çeke kelebeğin ömrüne eş değer bir ömürü, belki de sadece bir günü, içine çeke çeke yaşamak gerek bazen.. Ömür bir göz kırpması misali diyerek yaşamak.. Gözümü açtım vardım, kapatırken yokum diyerek.. Arada kalan küçük bir göz kırpmasına hayatı sığdırırcasına yaşamak..

    ”Unutursam bana hatırlat, bu pisliğin içinde bir adam var..” Zaman yok diyenlere, diyebilenlere..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..GELECEKLE EMPATİ YAPMAK..

    Duygular üzerine düşünüp durmanın verdiği tuhaf bir pişmanlık kıpırtısı var.. Bu kıpırtının sızdığı kıvrımları görmeye başladıkça esas pişmanlık duygusu üzerine düşünmeye başladım..

    Korku, neşe, tiksinti, öfke, üzüntü duygularının en temel görevi hayatta kalmamızın yollarını inşa edebilmek. Peki pişmanlık?

    Diğer canlılardan farklı olarak düşünsel anlamda analiz yapabilme yeteneğine sahibiz. Bu bir güç mü yoksa lanet mi bilmiyorum, hikayeyi kimden dinlediğinize bağlı biraz.. Peki insanı sadece depresyona sürükleyen, anksiyeteye sebep olan bu pişmanlık duygusunun hiç mi faydası yok? Karamsarlığın mihenk taşı olmak yerine bize bir gelecek inşa ettirmez mi? Geçmişi sadece ah, tüh, vahla anmak yerine pişmanlıklarla harmanladığımız şeyleri zırh olarak dönüştürebilir miyiz?

    Durmak eylemi.. Etki-tepki prensibi.. Dürtüsel davranış biçiminden bilinçli davranış biçimine yani eyleme geçmek.. Ve elbette özgürlük.. Özgürlük; dürtülerinin aleyhine, dürtülerine rağmen karar alabilmek.. Öylece kelimeler silsilesi..

    Hayatımızın on yıl sonrasını tam da bugün inşa ediyoruz. Seçtiklerimizle, vazgeçtiklerimizle, gittiğimiz yerlerle, uykuya daldığımız gibi uyanmalarımızla, işin içine katalizör görevi görecek olan genetikte eklendiği an, ee ne duruyoruz hayallerimizin helvasını kavurmak için..

    Bir masa etrafına uzun süreli arkadaşlarımızı toplasak, bunlarla uzun zaman görüşmediğimizi eklesek mesela o ilk görüş anında herkesin ne denli değiştiği ilişir önce gözümüze. Kimi fiziksel, kimizi zihinsel, kimi statüsel olarak.. Onların nezdinde aynı değişime maruz kalan kişiyse bizizdir aslında.. Kendimize her gün maruz kalmanın verdiği yanılsamayla farkına varamadığımız değişimler cümbüşünün tam da merkezindeyizdir.. Durup aynaya baktığımızda, dikkatli gözlerle izlediğimizde fark edebileceğimiz değişimler.. O an ya hoşnut oluruz, ya da pişmanlığın sızısına bırakıveririz kendimizi..

    Dürtülerimizin aklımızı ve kalbimizi yavaş yavaş ele geçirmesine izin vermiş olmanın geç kalmışlığı.. Aklın iktidarı gölge kabul edemez diyerek kalbimize dur dediğimiz kadar dürtülerimizi durduramamış olmanın mağlubiyeti çöker bir anda üzerimize..

    Elbette kendimizi yeniden tasarlamak için her salise hazır asker gibi bekler bizi. Başlıyoruz komutasını verip yeniden ayağa kalkmak için hayat daima minik anlar verir bize.. Bunlar, hayatla aramızdaki küçük ironilerdir.. Mesele edilecek şeyler midir, bilmiyorum. Herkesin yeniden başlamaya ihtiyacı olan bir konu var mıdır, onu da bilmiyorum.. Herkesin kendisiyle olan ilişkisine kimsenin karışamayacağı malumunuz..

    Kendimle olan ilişkimde, kendimi maruz bıraktığım her şeylerin acısını yazarak çıkaran biriyim sadece.. Akıl verecek, yön gösterecek bilgelik hırkasını giymek nasip olur mu bilmem. Lakin bir şeyi biliyorum, gelecekle empati kurmak isteyenlerin pişmanlık duygusunda yalnız olmadığını..

    Kendisi olabilmeyi başarmış, kendine rağmen göğsünde özgürlük ordularının kelebeklerine kavuşmuş, ya da en azından bunu deneme cesareti göstermiş herkese..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..ZİHNİN KARANLIĞINDAN DENİZLERE..

    Aynanın karşısına her geçtiğinde baktığıyla gördüğü bir hayli başka.. Hani aklındakiyle hayatındaki çoğu zaman başkadır da olanla yetinirsin ya da olmazlara meyil edersin ya, öyle bir şey.. Gördüğü hayalet, görmek istediği gerçekliğin cılız bir yansıması..

    Her gün boyunun ölçüsünü alırcasına aynaya bakıp yüzündeki çizgilerden kimliğini bulmaya çalışmak gibi, saçlarındaki renk değişikliğinin gidişatından hayatını çözmeye çalışmak gibi.. Gözlerinin gördüğüyle gönülden istediğinin aynı olduğuna ikna olmak istiyor..

    Alışılmışın peşinden gitmek, yenilik ihtimaline göğüs kafesini açmaktan daha kolaydır.. Eve bildiğin yoldan gimek yeni yollara sapmaktan daha kısadır.. Aramak hiç bulamama ihtimaliyle yüzleşmektir. Kaçmak sorumluluk illetinden korur.. Hikayesini yaşayan herkesin aklında seçimlerine dair ortak olarak hep tek soru vardır; ya diğerini seçseydim hikayem farklı mı olurdu? Cevapsa sorunun kendisi kadar karmaşık değildir; neyi seçersen seç hep seçmediğinin sonucunu merak edeceksin.. Aklının seçtiğini kalbin, kalbinin seçtiğini aklın bu soruyla meşgul edecektir.. Ortak sorunun yine ortak tek bir çözümü var; acını seçme özgürlüğü..

    Her sabah aynı saatte aynaya bakmak, görmeye çalışmak, kendini aramak rutinine darbe niteliğinde bir sabaha uyanmak.. Hiçbir söz vermeden kendine, planlar yapmadan, öğlene bozulacak oruç niteliğinde yükümlülükler altına girmeden doğrulma yatağından.. Yüzünü yıkayıp evin kapısından sadece çıkmak.. İçinde denize hasret bir hisle dalgın daldın kaldırımın eşiğinde yürürken fark etmek farklı bir yola girdiğini.. Gün başka, yol başka diyerek şans vermek yeni adımlara.. Az gitti uz gitti, gökyüzü yardımına yetişen harita misali güneşin dansıyla ufuk çizgisini belirginleşti.. Çizgiye dalarak adım atmanın keyfine dalmışken duymak dalgaların sesini.. Bir insan yaşadığı şehrin denize çıkan sokağına daha önce nasıl olurda girmemiş olur? Denizin havayı sarmalayan kokusunu şehrin köhne kokusu nasıl bastırabilir? Nasıl olurda kaldırımların hapishanesi ufkun hissettirdiği özgürlüğün yerine seçilebilir?

    Denizin sakinliğine hayranlıkla bakarken kendi yansımasına baktı. Her sabah aynada yaşadığı anlamsız karmaşa hissi yoktu içinde. Berrak bir gerçeklik karşısında hayranlıkla yansımasına bakmaya devam etti.. Aklının gölgesine sığınan o cılız yansıma yerini keskin bir gerçekliğe bıraktı yavaş yavaş.. Denizin yüzüne vuran gülümseme, kendi dehlizine geçirdiği ilk darbeydi.. Bunu çok sonrasında, ruhunun derinliklerinin zihninin kıvrımlarından sıyrıldığında fark edecekti..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..LALELİ’DEN DÜNYAYA BİR RETRO..

    Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: pexels-photo-3141240.jpeg

    ”Bir sonraki bölümü bilmiyorsan yazara güven, yazana bırak..”

    Kapüşonu seni çok güldüren aklını sustururcasına kafana geçir, kulaklığı tak, sokağın küçük hapishanesi sayılan kaldırıma adımını at, müziği aç lakin ses zihnini zımparalamasın, eski düşünceleri ve olayları yol haritası gibi önüne koy..

    Laleli’nin keşfi için ya turist olcakasın ya gezgin.. Lakin unutma gezginler kaybolmazlar çünkü keşfetmek olarak bakarlar her adımına, turistlerse ya kaybolur ya da asıl manzarayı kaçırır.. Herkes başında gezgin olduğuna inanmak ister, kim maceraperest olmak yerine kaçak bir korkak olmak istesin ki.. Kimliğinizin ne olmasını istemeniz elbette onu oluşturmakta etkili olsa da asıl önemli olan hep seçimleriniz ve rutinleriniz olacaktır.. Laleli’nin sihri de tam olarak burası işte.. Herkesin hikayesine kalem değdiren yazarlar, şairler ve senaristlerle dolu bir giz barındırır içinde.. ”Ömür hanımla güz konuşmaları” bu kaldırımlarda yazılmış bir yaralı şiir mesela.. Göğe bakmak burada daha bir mavi.. İnsanların telaşı burada daha bir sakin gelir insana.. İşte tam bu mahallenin ortasında durmuş dünyaya doğru yürümeye başladığınızı düşünün..

    Geçmişte olan biteni düşün deyince aklıma ilk olarak son anlarda yaşadığım geçmiş geliyor, çocukluğuma inmenin sırası daha sonraya kalıyor çoğu zaman.. Travmaların kökü çocuklukta oluşmuş olsa bile bana daha çok ne yaptığımızın farkında olduğumuz yaşlar asıl travmaları oluşturuyor gibi geliyor. Gerçi onunda ismi tetiklenme ve travmanın açığa çıkması yine de bilinçli seçimlerimizin bilmeden seçtiklerimize nazaran daha zarar verici olduğunu düşünmeden edemiyorum..

    Kapüşon, kulaklık, sonbaharın çişeleyen havası, hafif seste müzik, kahve bana yürümenin lütfunu hatırlatıyor. Bu arada evet, yürürken de kahve içilebilir, yanmayı göze alabiliyorsanız..

    Aktarılmaktan kaçınan düşüncelerin aklımı yiyip bitirdiği anlarda yazmayı bir kurtuluş yolu olarak seçenlerdenim. Baktım ne aklım hücuma uğrayan düşüncelerle savaşmak istiyor, ne de yazacak kelimelerim kalmış çıkıyorum Laleli’nin kaldırımlarına yürüyorum öylece.. Şu sıralar düşünmek, konuşmak, yazmak ve yürümek dörtlüsünden hiçbiri seçimlerimin arasında değil.. Oh diyorum oh olsun, kendimden çalarak cüretkarca dağıttığım ne varsa bendekini bitirdi. Şimdi bunların birikmesi için gerekirse Laleli’den bile uzak kalmak gerek..

    Rastlaşmaların büyülü hikayelere sebep olacağı, akıldan geçenlerin sansüre gerek duymadan anlatılacağı, anlaşılanların doğruya en yakın olduğu haliyle anlaşıldığı, cesaretle adım atmakla hayata bodoslama dalındığı, telaştan uzak, karanlıktan ırak, kibrin gölgesinin olmadığı, neşenin hazzına varılan bir gün olması için çıkılan yolda geçmişte olduğunuz kişiyle değil bugün olduğunuz kişiyle konuşun.. Laleli’nin kaldırımlarında haliniz hazırken kimliğinizi bulmak yolundaki seçimleri yapmaya, düşünceleriniz geçmişin hesabını kapatmak için çabalasa bile yolsa yürüyenin bugünkü sen olduğunu unutmaman dileğiyle..

    Dağılmış ve kaybolmuş olmaktan korkma, bazen toparlanabilmenin tek yolu budur..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KAYBOLANLARIN MELODİSİ..

    Evrenin mizahla kaplı, anlayış menzilimizden uzakta kozmik bir dengesi var. Planlar yaparken başınıza gelendir hayat dedikleri nokta sanırım burası.. Beklentilerimizi hayal gücümüze bulayarak belirli bir form oluştururuz ve evrene sipariş verdiğimiz andan itibaren kendimizi hayal kırıklığına açık hala getiririz.. Kırılganlık ve hayal kırıklığı cesaret dolu hikayelerin mihenk taşıdır.. Sınırları çizilmiş kırılganlık bizi kendi hapishanemizden bile korur aslında.. Cesaret çağrısını fısıldar.. Peki kulak kabartır mıyız bu çağrıya? Hayat seni çağırdığında korkularını bırakıp yola çıkabilir misin? Kulak verir misin cesaret çağrısına?

    Yaşadığımız ve sınıflandırdığımız her tecrübenin kapanına kısılmaktan kurtarabilir miyiz kendimizi? Duygulardan arınmak, düşüncelerden özgürleşmek, seçimlerimizin sorumluluğundan muaf olmak mümkün mü?

    Kötü insanların başına iyi şeyler gelirken, iyilerin başına kötülüğün gelmesi evrenin mizah şöleniymiş gibi geliyor kimi zaman.. Kötülüğü keskin suçlara sığdırmaktan çıkararak düşünüyorum aslında, dünyanın canını yakan cezası kalmamalı evet, ama bu hukuk alanının konusu biz biraz daha normal kötülerden bahsedelim.. Aldatan, insanların umudunu sömüren, kelimeleriyle yaralayan, yalanlardan methiyeler düzenlerden bahsedelim.. Evren onlar için adaletini dağıtmak konusunda pasif davranıyor gibi geliyor bazen.. Politikacılar halkı kandırmak için, sanatçılar gerçeği anlatmak için yalan söyler repliğini düşünüyorum insanların yalanını yakalayınca.. Şuan karşımda gerçeği göstermek isteyen bir maestro mu var yoksa dava kazanmak için beni kandırmak isteyen bir avukat mı var, derken buluyorum kendimi.. Aklımın iki ucu yaşayan bir dizaynı olması hayatımın cehennemini tasarlayan seçimler yapmama neden olsa da bazen ortamı eğlenceli bir sirke dönüştürmemi de sağlıyor. Sanırım evren lanetini dağıtırken kısmen de olsa mizahından da bir parça vermiş..

    ”Yeniden başlamam gereken bir andayım, ne inzivası odamdayım, zindandayım..” Sokrat’ın kalemi benim hikayemin mürekkebiyle doldurulmuş gibi geliyor bazen.. Bu evrensel bir şakaymış gibi.. Okuduğumuz kitap, izlediklerimiz, dinlediğimiz müzikler aha etkisi yarattığı an işte diyoruz duygularımın tercümanı olmuş.. Bizi bize, bizi tanımadan, kusursuzca anlatmaları ne tuhaf.. Nörolojik olarak birbirimize bağlı yaratıldığımız bilim tarafından onaylandı. Sosyofobikliğin verdiği konforun darbesi olan bir gerçeklik olsa da yine birçok şeyin cevabını veriyor aslında.. Yüzyıllardır aşkı, ihaneti, kahramanlığı, başarıyı, arkadaşlığı, düşmanlığı vs. birçok farklı sanat dalıyla ve revize ederek anlatan insanların tek ortak noktasının Adem ve Havva’dan geliyor olmayışının açıklaması..

    Bunca bilgi birikiminin seçimlerimizi kolaylaştırması, kimliğimizi bulmamızı sağlaması gerekirken ortalığın karışmasına neden olması evrenin dengede ol deme şekli sanırım.. Hayat sana kim olduğunu sorduğunda eğer cevabın hazır değilse üzülme senin yerine cevap verecek bir evren var. Tabi cevabı hoş karşılar mısın, bilmiyorum.. Benimki pek güldürmemişti.. Aklımda geçirdiğim zaman gerçeklikten daha çok olduğundan bu yana geceyle gündüz kadar bağımsız, bir o kadar da birbirini tamamlayan bir hayatım var. Sadece birinin gerçekliğini yaşıyor olmamsa hayatın benim yerime cevap vermesinin sonucuydu..

    ”Bizi tanımlayan şey sözlerimiz değil, davranışlarımızdır” demiş Platon ve eklemiş Albus Dumbledore ”elbette bunlar kafanın içinde oluyor Harry, ama bu neden gerçek olmadığı anlamına gelsin ki..” Bir şey misal alemimizde yoksa hayalini kurmayız derdi annem, herkesin olmayı istediği kişilere dair düşündükleri bu yüzden farklıdır derdi.. Kendi paralel evrenlerimizi yaratalım ve şimdiki gerçekliğimizle karşılaştıralım, peki arasındaki mesafe kaç dünya uzaklık eder?

    Buraya kadar sorgulamalarımın zihninizdeki çağrışımına izin verdik aslında.. Şimdi kendimizle aramızdaki mesafeyi çözmeye birkaç kozmos kadar yakınız.. Bugünü yaşayan ben dünün ve yarının halüsinasyonunu bir kenara bırakarak bugünün benimle temas kurmasına izin vermek çabasındayım bir süredir.. Dünün seçimlerinin sonuçlarından kaçamam, yarınımın sahip olduğu ihtimallerden korkamam daha fazla.. Tam da bugün benim seçimlerimle yarattığım küçük dünyanım, yorgunluğumun ve büyüme hikayemin mihenk taşı olan Denizli’nin dünde kalma zamanı.. Bugün hallederiz sakinliğinde, rahat, plansız ve yeniliklerle çevrili İzmir gibi ve elbette henüz gidip keşfetmediğim, göz önünde, pervasız, hiç uyumayan İstanbul gibi yeni bir beni keşfetmenin özgürlüğüyle kahvemi yudumluyorum..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..PİJAMA, ÇORAPLAR VE LİLİTH’LE HAVVA’YI ANLAMAK..

    Temizlenmiş bir evin üzerine alınan duşun verdiği arınmayla içilen kahvenin yarattığı huzurun çok kilometre ötesinde bir yerlerde yalpalayarak yaşamak.. Hayatım şu sıralar bir cümleyle özetlenmiş olsaydı, eksik olsa bile kesinlikle bu olurdu..

    Hani yeni yıla nasıl girersen yıl öyle geçer derler y, bu sene benim senem diyerek girdiğim her yıl kendime daha da yabancı olduğumu öğrenmekle kalmadım, hangi mahallede girdiysem evim gerçekten de orası oldu.. İlginçtir, köpeğimle ve şarabımla girdiğim yıldan köpeğimle ve depresyonumla çıkıyorum.. Ha birde evde girmiştim evdeyim.. Gerçi şehir farklılığı var bu sefere denize daha yakın bir konumdayım da denizin kıyısına varamadım hala..

    ”Sönmüyormuş suyla insanın yarasındaki yangın” aha etkisi yaratan bir cümle.. Denizin huzur veren bir yanı olduğuna inanarak evime veda edip denize merhaba demiştim, paragrafın başındaki cümleyi tecrübe etmekle yetindim şimdilik..

    Şeytanla ve tanrıyla ayrı ayrı anlaşma yapmıştım. Hem Lilith’i hem Havva’yı ruhunda barındırmak mümkün mü? İkisinin de seçimlerini bu kadar yakından anlıyorken özellikle.. Hiç taraf olmadan, kendin olarak ikisine de hak vermek tarafsızlık bölgesinde yaşıyorum diyebilmek kendini kandırmak mı olur yoksa taraf olmanın esaret olduğunu bildiğin için kendinden kaçmak mı olur? Hem onların seçimlerinin sonuçlarını düşünüp, yargılarken neden tanrı ve şeytanın anlaşmayı bozmasını hiç sorgulamayız..

    İnsanın kendini paramparça etmesi, dışarıda cenk ederek savaşı kaybetmesinden daha zor olmamalıydı.. Asıl hikayenin kendine ulaşmak olduğunu bildiğin bir senaryoda yaptığın tek şeyin bu amacı aramak, şanslıysan da son nefesine birkaç adım yakınken bulmak olması ne büyük ironi..

    Önceleri bu sorgulamaları mabedim bellediğim yerlerde yapardım. Hatta sorgulamak için özellikle giderdim oralara.. Kulaklığımı takar, kaldırımda attığım her adımda geçmişi yıkar, mabede varınca düşünme ve sorgulamayı ritüel beller ve kendimi arındırdığıma inanarak evime dönene kadar oralarda kalırdım.. Eve her dönüşümde yeniden başlama düşüncesinin halsizliğiyle uykuya dalmaya çalışır, uyandığımdaysa aynı olmanın verdiği yorgunluk ve ağrılarla güne devam ederdim.. Yola çıkarken sadece evimi değil mabedim dediğim yerleri de geri de bıraktım.. Şimdi sorgularımı pijama, çorap, izlediğim dizi/filmler ve dinlediğim müzikler eşliğinde yapıyorum, hem de koltuğumdan hiç kalkmadan..

    Bunca arayışın ve yaşanmışlığın sonunda geldiğim bu nokta benim en bilge halim mi olmuş oluyor, yoksa kendimi hapsettiğim bir tuzağa mı çekmiş oluyorum? Hep bir ikilem olmalı, hep bir diğer seçenek bulunmalı, ikincisi ve çoğulluğu olmalı. Olmalı ki kendi yarattığımız seçenekler arasında seçim yapıp sonucunda başarılı olursak kendimizi iyi hissedebilelim.. Kendi ahiretimizin cennet ve cehennemini yaratıp kendi kurallarımıza ve inançlarımıza göre seçimler yapıyor vicdan yargılamasından sağ çıkarsak cenneti hak ettiğimizi düşünüyor, vicdanın göz altında kalırsak cehennemi kabullenmeyip seçimlerimizin sorumluluğunu şeytana yüklüyor rahatlamaya çalışıyoruz.. Sadece seçimlerimizin seçenekleri değil sonunda vardığımız sonuçlar karşısında da ikiyüzlü olmayı seviyoruz.. Dualite evreninin sonsuzluğunda kendi ikililik halimizin en kepaze yönü..

    Yeni yıl planı yapmayacak kadar yeni yıl planına dahil oldum, bu yıl benim yılım diyerek her yılın üzerinde söz hakkına sahip olduğum inancının hayal kırıklığını yeterince yaşadım.. Plansız, büyük cümleler kurmaksızın, pijamalarımla ve müzik listemle, sorgulamalarımla, köpeklerimle ve bu sefer şarapsız yeni bir yılın kendi kendine söz hakkını tanımlayacağı bir yıl olması dileğiyle..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..YA GEÇ KALMAMIŞ OLSAYDIM?..

    Bir yere 10 dakika geç kalmış olmak ya da 10 dakika erken gitmiş olmak hayatımızın rotasını uzun vadede nereye götürür?

    Zamanın, mekanın, insanın yanlışlığıyla doğruluğunu ayırt edebileceğimiz püf noktaları yaşamdan edinmek mümkün mü?

    Alışkanlıkların ve davranışların doğruluyla yanlışlığını çabucak öğrenebiliyor, kimi zaman deneyimlemeden bile kendimize yeni yollar inşa edebiliyorken bunu zaman için yapamamak bizim lanetimiz olabilir mi?

    Son 3 aydır beyin kıvrımlarımı tırmalayan tek şey bu.. Ya o gece derneğin partisine hiç gitmeseydim ya da gece sonu çıkışta eve gitmek yerine Salda ‘ya gitseydim, daha da öncesine gidip bir öfkeyle ceketimi alıp dünyayı kurtarmak arzusuyla o topluluklara katılmak için adım atmasaydım bugünkü geldiğim noktaya ulaşacağım hataları yine de yapar mıydım? Farklı yüzler, farklı mekanlar olsa bile ben yine benliğimi yapar aynı yanlışları ya doğruları seçer miydim? Peki ya her yere 10 dakika geç kalmamış olsaydım?

    Geçmişin netliği ve geleceğin belirsizliği arasında yaşanan bugünün anlamlı olabilmesi için alışkanlığım olan geç kalmışlığı devam mı ettirmeliyim yoksa bunu yıkıp her yere erkenden mi gitmeliyim?

    Bedenimizle olan ilişkimiz, benliğimizle olan ilişkimiz ve insanlarla olan ilişkimiz üçgeni arasında kurduğumuz hayat bermuda şeytan üçgeninden farklı olacaksa bunun için yapmamız gerekenler neler? Bunun cevabını kısmen bulmak artık kolay.. Bedeninle olan ilişki için sağlıklı beslen, sağlıklı uyu, spor yap, bedenini temiz tut. benliğimizle olan ilişki bu üçgen arasındaki en komplike olanı aslında.. İnsanın dünyayı fethetmesi kendini bulabilmesinden daha kolay.. İnsanlarla olan ilişkilerimiz için tecrübelerimize ve benim en çok zorlandığım şey olan insanların tecrübelerine kulak vermek olayına bakmak çoğu karmaşıklığı giderecektir.. Her şeye cevap bulmak tüm sırları açığa çıkarmasa da yol almamızı ve ilerlememizi kolaylaştırıyor..

    Peki ama bunca sorgulamayla ve öğrendiklerimizle ne yapacağız? Bunca geç kalmışlıkla neler yapacağız? Daha da önemlisi bunca şeyin bir önemi var mı? Ya da önemli olmalı mı?

    Yoldan çıkmak.. Rutinleri yıkmak ya da yapmak.. Yaşayabilmek ya da yaşamaktan vazgeçmek tüm mesele bu..

    Biriyle ilk tanıştığınız ana gidin aşkla ya da arkadaşça olması önemli değil, ilk anı ve son anını düşünün.. Sonunda hayal kırıklığı yaşadığınızı bilseydiniz atar mıydınız o adımı.. Boğulacağınızı bile bile denize atlamak gibi.. Bilmiyorken dalmak heyecan vericiyken biliyor olmak sizi denizden uzaklaştırır mıydı? Peki ya yaşamınızın tek nedeni o suya girmekse, su sizin var olma nedeninizse ve bunu da biliyor olsaydınız? Boğulmayı mı göze alırdınız, karada yitip gitmeyi mi?

    Geç kalmışlığın getirdiği huzurlu bir yanda var tabi. O kaza yapan uçağa geç kaldığım için binememiş olmak beni hayatta tuttu belki de dediğimiz nadir anlar.. Sizden önce tavuğu tatmış birinin tavuğun bozulmuş olmasının verdiği tecrübeyle sevdiğiniz yemeği sadece karnınızı doyurmak istediğiniz bir yemekle değiştirmek mesela..

    Geç kalmışlığın hayatta tutan bir yanı var, bir de sizi hayattan koparan bir yönü.. Peki bu illüzyonu bozmanın bir yolu var mı? Ya da yaşamın sihri tam olarak burada mı?

    Zamanın da insanlar gibi yanlışlığı olabilir mi? Ya da zaman hep doğrusaldır da bizim tecrübelerimizin sonucu mu onu yanlış diye nitelendirmemize neden olur?

    Başka koşullarda tanışsak daha mı doğru oluruz birbirimiz için, başka mekanlarda bulunsak mesela daha mı doğru insanlar oluruz başkaları için?

    Asıl soru şu; bunun kriterini kim belirliyor ve bundan kim çıkar sağlıyor?

    Eğer geç kalmamış olsaydım kim olurdum nerede olurdum bilmiyorum, ama kendime bu kadar yakın durduğum uçurumu bulamamış ve hala arayan biri olacağımı biliyorum..

    Gandalf’ın da dediği gibi; böyle şeyler yaşayan herkes bunları söyler ama karar kişilere bırakılmamıştır, karar vermemiz gereken şey bize verilen zamanda ne yapacağımızdır.. Bilbo yüzüğü buldu, geçmişimiz hayatta kalmak için bir yol buldu. Frodo yüzüğü taşımanın bir yolunu buldu, ruhumuz bu hikayeyi taşımanın bir yolunu buluyor. Ve tabi ki Sam yolculuğun en önemli koruyuculuğunu yaptı, hayatımızdaki insanlar bize dokunmanın bir yolunu mutlaka bulacak.. Zamanın tik takları, ruhumuzun taktikleriyle aynı düzlemde buluştuğunda..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..ON ÜÇ DAKİKA..

    Kendinle satranç oynasan oyunu kim kazanırdı?

    Şu an olduğun yaş ve bundan 13 yaş öncesi.. Aklında ne vardı, aklında ne var? Hedeflerin neydi, hedeflerin ne? Hayallerini kurduğun şeyler neydi, şimdi hayal kuruyor musun? Olmak istediğin yer neresiydi, şimdi neredesin?

    Ne kadar plan yaparsak yapalım hep olanların getirisi götürüsüyle ilerleyen bir hayat yaşarız.. Kimimiz sistemi yenebileceğine inanır, kimimiz sistemin içerinde kaybolur, kimimiz sistemi kabullenmiş halde devam eder.. Hangisinin uzun vadede yararlı olduğunu şuan biliyor olsak bile on üç yıl öncesinde bunu çözebilmiş olmak ne kadar mümkün bilmiyorum..

    Önceki halinize, şimdiki halinize ve beş yıl sonraki halinize mektup yazsanız ve bunu beş yıl sonra okumuş olsanız nelerin değiştiğini tanımlamak kolay olur muydu? Yaptım, yine de kolay değildi..

    Birçok şeyi çözmüş, düzenimi kurmuş, en bilge halimle bu kelimeleri yazacağıma inandığım yaşımdayım.. Çözdüğüm sandıklarım işleri daha da karmaşık hale getirmiş, işimden istifa ettim, evimi kapattım, emek verdiğim her şeye sırtımı döndüm, kendime benzeyen bir gölge yarattım.. Kitap okumayı bıraktım, yeni dizi/film değil finalinden emin olduklarımı izliyorum, dans etmek yerini uzun oturmalara, uzun sohbetler yerini sükunete bıraktı, neden diye sorgulamalar yerini olabilirlerle değiştirdi.. Normalleşmiş olmak insanların gözünde doğru görünen bir şeymiş gibi görünüyor olsa da benim gibi insanların cehennemi olduğunu bilecek kadar bilgeyim, bunu tersine döndüremeyecek kadar da aylak..

    Ne yapmam gerektiğini bilmemle neler yapmadığımın arasında bir yerlerde ayaklarımı sallayarak, kulaklığımı takmış, kahvemi içiyorum.. Yolumu kaybetmiş bir aylak olmam neler yapabileceğimi biliyor olmamın önüne geçemiyor çünkü. Ha tabi bilmekle eyleme geçmek arasında epey bir fark var; biri sizi kendi çukurunuza gömerken diğeri sizi Alice Harikalar Diyarına götürebilir..

    Buraya kadar tamam. Kendini sorgula, yeni yollar dene, tecrübelerden faydalan, oku, izle, anla, gör, yaşa.. Bunlar bizim kontrolümüzde olan şeyler.. İyiyi besle iyileri yaşa kötüyü besle kötüleri yaşa.. Hayatında bir matematiği var maalesef.. Ailenizin seçimleri, insanların sizi maruz bıraktıkları, yönetenlerin yanlışları, doğanın kendi adalet anlayışı.. Zaten kendi halinde yaşayan iyi insanların kendinden çok hayata katkısı olması Atlas’ın evreni taşıma sebebiyken sorun kötülerin kötülüğün hayatı zehirlemek için verdiği yoğun mücadele..

    Sadece on üç dakika verin kendinize; iyi biri olmayanın kelimelerle işi olmaz, kendine bak sor sonra maruz kaldığın gerçekliği anla.. Çürüyen bir bataklığın ortasında lotus olma çabanı taktir ediyorum, köksüz medeniyetine aidiyetlik arayışını da.. Sadece işin bunlardan ibaret olmadığını bildiğin bir oyun oyna.. Ve bir kere daha düşün, kendinle oynadığın satrancı kim kazanırdı, on üç yıl önceki sen mi bugünkü sen mi?

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..MEZUNİYET YANILGISI..

    Bitmesini beklediğiniz, aslında çoktan vazgeçtiğiniz şeyler gerçekten bitme aşamasına geliği an gözümüze güzel görünmeye başlayabilir.. Lisenin bitip üniversiteye başlamanın hayalini kurduğunuz zamanları düşünün; renksiz üniformaların (gerçi şu an üniforma diye bir şey kalmamış olabilir emin değilim) giyilmesinden sıkılmak, gereksiz olduğunu düşündüğümüz birçok ödevin, kopya hazırlanan sınavların, emekliliği gelmiş öğretmenlerin sıkıcı ders anlat(ama)ma biçimlerini, bozulan arkadaşlıkların bir an önce bitmesini beklediğiniz günleri.. Mezuniyetin olduğu an aslında bitmesini o kadar da istemediğinizi hatırlıyor musunuz yoksa bu durumu hiç yaşamayanlardan mısınız? Her neyse.. Bu durum ilişkilerimiz içinde geçerli aslında.. Size iyi gelmediğini düşündüğünüz, yanında güvende ve huzurlu hissetmediğiniz, çatışmaların yoğunlukta olduğu insanları düşünün. Aslında her iki taraf içinde iletişimi bitirmenin sağlıklı olduğunu anlamış olsanız bile bir yanınız alıştığı iletişim şeklini bozmaktansa katlanmayı seçmez mi? Ya da gerçekten insanlarla sağlıklı ilişki kuranlardan mısınız?

    Kendime, iyi gelmeyen şeylerin listesini çıkardım; sağlığımı kötü ekileyen yiyecek içecekleri, ruhuma iyi gelmeyen insan davranışlarını, aklıma zarar veren alışkanlarımı tek tek yazdım.. Hepsiyle ilişkili olan tek bir yer vardı, oturduğum sokak.. En azından uzun bir süreye yayılan bu keşfin sonucu hep sokağa çıkıyordu.. Öyle alışmışım ki oraya ne kadar kötü etkilendiğimden şikayet etmenin alışkanlığını edinmiş olmama rağmen oradan uzaklaşmak fikrine varmamak için elimden geldiğince bununla yaşamaya çalıştım.. Kötü alışkanlıkların tek bir ortak özelliği var; siz onu ya da onları bırakıp dönüştürene kadar sizi sonsuz bir dibe çekmeye devam eder.. Sigara sizi kanser edene kadar, hareketsizlik vücudunuzu katılaştırana kadar, kötü insanlar ruhunuzun son kırıntısını sömürene kadar, polenler nefesinizi kesene kadar, uykusuzluk bilincinizi kaybettirene kadar durmaz..

    Ya devam edersiniz ya da dönüştürürsünüz.. Her ikisi de sancılı süreçlere sahip olsa da ikisinin de sonuçları epey zıt yönlere götürür.. Peki buraya kadar aslında her şey normal.. Yani spesifik örneklerin sonuçları neredeyse kesin, peki geri kalan şeyler? Mesela aşk, insanı hayal kırıklığına uğratma ihtimaline rağmen yaşamaktan kaçılmalı mı aşktan ya da bahçesine emek verdiğin sokak seni yoruyor diye her şeyi bir kenara atıp oradan hemen uzaklaşılmalı mı ya da sevdiğiniz insanların hataları var diye hemen iletişimi kesip atmalı mı?

    İki sorum var; herhangi bir konuda bu yanılgıya düştüğünüzü düşündünüz mü, gerçeklikle yanılmasının ayrımı için nasıl bir yol izlediniz?

    Aklına sor kızım, kalbin cevabı bilir kızım, bedenin cevap verir kızım, tecrübelerine danış kızım, yenisini dene kızım.. Güzel, yani akıllıca yöntemler elbette.. Asıl sorum şu; bitme üzere olduğu için aklım illüzyon yaratıyor düşüncesi ya büyük bir yanılgıdan ibaretse o zaman bu paradoksla ne yapabilirim?

    Ne yapılır şimdilik bilmiyorum, hatta uzun uzun yazmak için hangi kelimeleri seçmeliyim emin değilim. Karar ver ve yap. Dene; başarırsan mutlusun, başaramazsan belirsizliği ortadan kaldırmış ve sonucu görmüş olursun. Hareket et, hiçbir yere varamazsan bile yeni manzaralar görmüş olursun.. Gerçekten de bilmiyorum, bir şey hariç.. En kötü karar bile çoğu zaman kararsızlıktan iyidir..

    Duygularımız yanılsamalar için aynalama görevi görebiliyor kimi zaman.. Kapılıp gitmek hayli normal, yine de boğulmamaya çalışın..

    ..SEVGİLERİMLE..

  • ..KELEBEKLER VE ZAMAN..

    Beş yıl sonra ne olacağınızı merak ediyorsanız bugün yaptıklarınıza bakın.. Nerelere gidiyorsunuz, neler yiyip içiyorsunuz, kimlerle zamanınızı paylaşıyorsunuz, neleri alışkanlık edindiniz, e tabi işin içine biraz da hayatın mizahını ve kaderin cilvesini ekleyin alın size sizin geleceğinizin iskeleti..

    Birilerini konuşmak, derdine derman bulmak, anlamak, yol çizmek, yön bulmak kendine bunları yapmaktan daha kolay geliyor bana.. Başkasına akıllı kendime cahil, başkalarına umut kendime çaresizlik, başkalarına bahar bahçe kendime çöl, başkalarına sevgi arsızlığı kendime en cimrisi, kısaca başkalarına yaşam ağacıyken kendime çorak araziymişim gibi hissediyorum..

    Kendime bir yol arkadaşı aramışım hep, bana başkalarına baktığım gibi şefkatle, sevgiyle saygıyla, heyecanla, neşeyle baksın benimle maceralar yaşasın.. Ben nasıl bir dostsam bana öyle bir dost olsun isterdim.. Çocukluğumun eksik parçalarından biri.. Elbette güven ve sevgi bağıyla ilişki kurduğum dostluklarım var, taraflarınca sevildiğimi desteklendiğimi bildiğim.. Bunlarını görmezden gelmiyorum, yok saymıyorum, hatta şu dönemlerde en çok bunlara sahip olduğum için şanslı olduğumu biliyorum.. Şimdi sahip olduklarıma şükretme paragraflarını bir kenara koyarak konuşalım..

    Elimde bir sihirli değnek olsaydı neyi yaratmak isterdim ona bakalım; dünyaya beraber kafa tutabilecek, küçük ayrıntıları fark edebilecek, neşeli bir ruha, kıvrak bir zekaya sahip, hadi kalk gidiyoruz diyen, kahvenin de şarabın da zamansızlığını bilen, battaniye altı film izlemeyi seven, takıntılarıyla oyun oynayan, zihin kıvrımlarında sürekli şarkılar dolanan, sadece kırgın üzgün olduğunda Güllü dinleyen değil de öylece parka gidip salıncakta sallanırken de bunu dinleyebilen, ölüm evinde ağlayan düğün evinde oynayan, saçmalamak diye kenara atılan şeyleri yapmaktan çekinmeyen biri.. İşin ironik tarafı aşkta da işte de dostlukta da aradığım bu karışım tam karşılığı benim.. Elbette saymayı akıl edemediğim, hatta düşünmediğim yönleri de olacak, olması gerektiği gibi.. Hani o filmlerde, dizilerde gördüğümüz ikililik halinde olmak aslında anlatmaya kelimeler sarf ettiğim şey.. Baggins’lerin Gandalf’ı gibi, Harry’nin Dumbledore’u gibi, Alice’n şapkacısı gibi.. Benimki biraz Martın Eden’in yalnızlığı, Ruhi Mücerret ‘in boşvermişliği ve aylaklığı arasında bir yerlerde kendim olma çabası..

    Hani mutfakta ya da balkonda iç çeke çeke ağlarsınız evde olanlarsa osura osura uyur ya, sırf bulunmak için dolaba gizlenir orada uyuyakalırsınız ve uyandığınızda kimse ortalıklarda olmadığınızı fark etmemiştir bile ve siz öylece tekrar ortaya çıkarsanız ya, hani kelimelerle çığlık çığlığa kendinizi anlatırsınız da insanlar mizah yapıyorsunuz sanıp ve güler ya, aslında şarkılarınızı anlam anlayışınıza göre seçersiniz de insanlar sadece müzik zevkiniz var mı yok mu diye dinler ya, işte öyle.. Yani tabi kendimizi ifade biçimimiz çok farklıyken bi de işin anlaşılma biçimleri ve farklılığı girer işin içine..

    Biliyor musunuz tün bunları anılara emanet ederek akıp giden zamanın içinde yaşarken aslında bir önemi olmadığını anladığınız bir evre var.. En azından benim için öyle bir evre var.. İşte o evreden beri düşündüğüm tek şey kelebekler.. Sadece 1 gün yaşamak için kozalaşma sürecine girip bir mücadele veriyorsun, bir doğum sancısı yaşıyorsun, bir süre sonra kanatlarını çırparak küçücük bir esintiyle etkili bir fırtınaya sebep oluyor ve ölüyorsun. Ne o sürece takılı kalıyorsun, ne de yarınlara bırakacağın etkinin telaşına düşüyorsun.. Bir gün, sadece bir gün kanat çırpmak için geçmiş ve geleceğin varlığına meydan okuyorsun hepsi bu.. Bu kadar.. Sonrası yok, öncesinin de etkisi yok.. Kanatlar, mücadelenin ödülü aynı zamanda kaderinin kısacık sürmesinin bedeli..

    Ödüller ve bedeller konusunda epey düşündük, çokta yol kat ettik, fazlaca kelime de sarf ettik.. Bunlarda sıyrılmak zamanı.. Kelebeğin kozadan çıkıp kanat çırpması ve kaosu tetikleyecek o kanat çırpışını yapabilmesi için tırtıllığı kozaya bürüdüğü o sancılı süreci düne teslim etme zamanı..

    ..SEVGİLERİMLE..